Necib Âsım Yazıksız

Türk Tarihi


Скачать книгу

mevcut olan ve gerekse sonradan buralara giren dinleri mahvettikleri gibi Sibirya Ruslar eline geçtiği zaman oralara bir zamanlar girebilmiş olan Hristiyanlıktan eser olmak üzere yalnız Nasturî mezarlarından başka bir şey bulamamışlardır.

      Hicretin yedi asır öncesinden zamanımıza kadar Asya’da genel durum Avrupa’ya nispetle pek ziyade değişmiştir. İşte bu değişikliğin tarihî oluşumunu burada nakledeceğiz. Bu değişikliğin en büyük ve esaslısı hicretten iki asır evvelki zamanla hicrî I. asır arasında meydana gelip her şeyi değiştirmiştir. Sair değişimler ise bu esaslı değişimden korunma ve telafisi mümkün olmayan birtakım tabii sonuçlardır ki bunların da başlıca kuvvetli failleri eski Türkler olmuştur. Türkî kavimlerin asıllarını ve Moğol istilalarının hicrî VII. asırdaki başlangıçlarına kadar icraatlarını izah ile bütün Asya’nın değilse bile Roma ve Yunanistan ile ancak belli bir dönem ve tesadüfî olarak birleşmiş kısmının tarihini aydınlatabiliriz. Şurası da malumdur ki Türkî kavimlerin gerek maddî, gerek manevî tesir ve üstünlükleri her zaman görülmüştür. Bunların kendilerine mahsus ve esaslı sadakat ve istikamet üzerine kurulmuş bir medeniyetleri olduğu gibi önceleri ve sonradan temasta bulundukları İran, Çin ve Arap hükûmetlerinin medeniyetlerini dahi kabul ve millî âdetlerine uydurmak için taassup göstermemişler ve bir millet nezdinde iyi buldukları medenî sonuçları diğer hemcinsleri arasına nakletmek suretiyle övülmeye layık yardımlar göstermişlerdir.

      Türkler olmasaydı o koca Asya’da ne İran ne Çin ne de Arap düşünceleri kendi siyasî hudutlarından öteye geçemezlerdi. Bunların hudut geçip yayılma ve karışmaları Türklerin savaş hususunda etkili yaratılışları sayesinde varlık bulmuştur.

      Ba Türk sitiza mekunî ey emîr beyana 59

      Çalaki u merdânegî-i Türk ayan-est

      Ger züd neyâyî u nasihat ne kunî gûş

      Ancak ki âyânest çi hâcet bi-beyân est

      (Ey Emîr Türkle savaş yapma. Çünkü Türk’ün çevikliği ve mertliği aşikârdır. Eğer tez gelmezsen, öğüt de dinlemezsen. Sonucu âşikar ve bellidir. Söylemeye gerek yok.)

Babürnâme, s. 386

      Asya’nın tarihini tamamıyla anlamak için mutlaka Türklerin tarihini bilmek gerekir. Çünkü Asya’da vakalar genellikle Türkler arasında veya dolayısıyla diğer kavimler arasında cereyan etmiştir. Bir de Türklerin geçmiş hâllerine dair mevcut olan yetersiz ve kısmen mitolojiden ibaret olan bilgiler şu otuz yıl içinde gerçekleşen keşifler ve icraat sayesinde büsbütün değişime uğramış ise de yine tamamıyla hakikat meydana çıkarılamadığından her hâlde mevcut olan kavimler Türkiye tarihine müracaat etmek zorundadır. Zaten dünyadaki milletlerin cümlesinde, ilk zamanlar bilinmezlik perdesi altında kalmıştır. Bize nispetle o zamanlara daha yakın olan zamanlarda yazılmış tarihî eserleri büsbütün ret ve çürütme de akla uygun ve hikmetli olamayacağından onların bir diğerine mukayesesiyle aklıselime ve bu kargaşaya bulanmış âlemde öteden beri cereyan edegelmekte olan olaylara olur verenleri, hakikat olmak üzere kabul edilecektir.

      Hicret-i Nebeviye’den iki asır önce Avrupa’nın doğusunda bir kısım ile (Çin, Hint ve Hint Çini müstesna olmak üzere) Asya’nın doğu kısmı ve içerilerinde Sami diller ve Aryaniye’den başka olarak söylenip yazılmakta olan lisanlar: Batıda Finova ve Macar; doğuda Moğol ve Mançu denilenlerdir ki bunlar aslen birbirinden ayrılmadır. Her ne kadar bu diller arasında şimdiye kadar Hint-Avrupaî dillerin de olduğu gibi pek yakın bir akrabalık ve muntazam bir benzeşme eseri keşfedilememişse de asıllarındaki ortaklık ve bir aileye olan bağlılıkları görülmektedir. Bu diller bir küme teşkil ediyor; birbirleriyle kıyaslandıkları gibi kendilerine has ve pek belirgin bir kökten ayrıldıkları gözüküyor. Tamamında eski hece ile ilgili müştereklere delalet edecek izler bulmak mümkün oluyor. Tamamı da çekimli diller; bazıları zamanımızda gözlerimizin önünde eklemeli dillerden çekimli dillere geçmekte. Hepsinde de ifadenin belirgin anlamı sağlam hareke (med) ile kelimenin sonuna ve fiil ile de cümlenin sonuna yüklenmektedir.

      Bu dillerin hepsinde hareketin şekillerini bildirmek, yani her tür hareketi basit bir belirtme hâli ile sonuna gelen çekimi mümkün bir edat arasına sokuşturulan bir fiil (mastar) ile eda etmek gibi özel bir husus görülür.60

      Bir de bu lisanların hepsinde ince ve kalın diye iki yahut ince, kalın ve orta diye üç tür hurûf-musavvata (ünlü harfler) bulunup bunlar heceler arasında bir ahenk meydana getiriyor. Ojfalvi: Macarca asıllı bir kelimede asla biri ince, diğeri kalın ünlü harfler bir araya gelmez. Ve kelime kökünün ünlü harfi, kendisine ilave olunan unsurlara tesir eder diyor. Hâl aynı ile Türkçede de vaki olup “bitimak” şeklinde bir mastarın telaffuzu kulaklarımıza yabancı gelmekte ve bunun “bitimek” diye söylenmesi gerektiğini doğamız tercih etmektedir. Bu hâl yalnız sırf kendi malımız olan Türkçe kelimelere mahsus olmayıp Arapça veya Farsça veya hangi dilden olursa olsun aldığımız kelimeleri, okuryazarlarımız nispeten az olmak üzere halkımız tamamen kendi zevkine uydurmaktadır. İşte katife, fenar, na’ne, za’feran, politika, ilah kelimelerinin nasıl telaffuz edildiğine dikkat edenler bunu teslim ederler.

      Hâlbuki bu hâl bizim lisanımıza has bir hâl de değildir: Zira Tarih-i Osmanîmize ve İslâmîyet’e ait önemli şahıslardan birçoğunun isimlerini Avrupalılar kendi dillerine uydurmak için gayet acayip kisvelere sokmuşlardır. “Bayezıd” yerine “Bayazıt” yahut “Bajazıt”, Cem yerine “Zizem”, İbn-i Sina yerine “Avicenna”, İbnü’r Rüşd yerine “Averroes”i kullandıkları gibi…

      Bu dil ailesi birbirinden farklı olmak üzere batıdan doğuya doğru Fin-Ugor, Türkçe, Moğol ve Mançu adıyla dört kola ayrılır. Fin-Ugor61 cinsi Lapon, Finland, Macar ile Ural ve Volga arasında bulunan Çeremiş, Başkurt, Vogul, Kafkasya’da eski Abar’dan türeyen dil kolları ile kuzey arazisi sonunda Samoyet kolunu kapsar. Türkçe üç kola ayrılır. Birincisi batıdır ki Osmanlı, Azerî ve İran’da konuşulan kolundan ibarettir. İkincisi ve en önemlisi olup en eski Uygurcadan ve yeni hâli, Çağatay, Özbek, Rusya Tatarları ve Sibirya kolu, Kaşgarî ve Türkmen, Kırgız, Altay, Tarançı ile Litvanya, Kırım vs. Yahudilerinin Musevî Türklerin konuştukları, hakikaten garip bir surette muhafaza ettikleri “Karayim-Karaiménes” lisanı vesairedir. Kuzeyde Yakut ve birçok dalı da üçüncü kolu teşkil eder. Astrakhan (Astrahan) kolu Moğolcaya, Tunguzca muhtemelen Kore dili de Mançurya’ya irtibatlıdır.

      Şu saydığımız isimlerden Türk kavimlerinin gerek ayrı ayrı, gerekse bir millî beraberlik şeklinde diğer ırklar ile birlikte yayıldıkları büyük alan anlaşıldığı gibi iki hâl, askerî ve hususîde görülüyor ki bunlardan birisi bu kavimlerin dillerini muhafaza hususundaki doğal çabaları62 ve diğeri de hakikaten harikulade denecek bir şekilde birtakım topluluklar teşkil etmeleri ya da diğerleri ile uyumlanmalarıdır. Türk, Fin, Moğol, Mançu her ne olursa olsun, nerede bulunursa bulunsun ister hâkim veya mahkûm olsun dilini güzel bir şekilde muhafaza ettiği ve ilk eski aile hatıralarını unutmadığı görülür. Hicretin yaklaşık yüz seksen üç senesiyle üç yüz doksan tarihi arasında yani iki asır içinde Selçuklular Şamanizm denilen63 öğretiden Nasturîliğe ve bundan İslâmîyet’e geçerek üç defa din değiştirdikleri hâlde dillerini muhafaza etmişlerdir. Karayim Yahudileri64 kutsal kitabı İbrani harfiyle ve fakat Türk dilinde okuyup yazarlar. Birçok asırlardan beri İsveçliler gibi güçlü bir kavim ile kız alıp vermek suretiyle, terbiye ve din ile Baltık Fi-novaları gibi küçük bir kavmi hâl ü hamur ettikleri ve hatta lehçelerinde