Necib Âsım Yazıksız

Türk Tarihi


Скачать книгу

zamanda Çin himayesine giren Türklerin Dîn-i Mübîn-i Ahmedî’yi kabul eden İran memleketi üzerine saldırganca el uzatabileceklerini göstermektedir.

      Yedinci asrın sonu ve sekizinci asrın başlangıcında yani Arap krizinin en velveleli zamanında Kül Tigin süvarilerini Seyhun Nehri’nin185 öte tarafına, Maveraünnehir’de Demir Kapı’ya ve eski Bahter Beyane’ye186 kadar sevk etti. Güneydoğu ve doğu taraflarında Koko Nur Tangutları ve Tibetlileri mağlup etti. Nehr-i Asfer ve Doğu Gobi bölgesinde bulunan ormanlık büyük dağa kadar akın sevk etti. Kuzey ve kuzeydoğu taraflarında İrtiş Nehri’ni aşıp Yir Bayırkuların187 memleketine vardı. Kardeş ve amcazadeleri olan Pe-Lu bölgesinde bulunan Beş Balık Uygurlarını mağlup edip Kırgızları, kuvvet ve nüfuz sahibi Karlukları, vaktiyle Azerbaycan ve Kürdistan taraflarını silahlarıyla titreten Oğuzlar bölünmekten kurtardı. Önceleri Çin’in sahibi olan Mançurya Hıtayları ile dahi güreşti. Bundan dolayı bu sebeple iftihar ettiği Orhun Abidesi’nde görülüyor: Tengrinin inayeti ile ve çünkü talih benimle beraber bulunduğundan kendim kağan oldum. Kağan olduktan sonra milleti hiçlikten ve zaruretten kurtardım. Fakir kavmi zengin ettim. Az ahaliyi çoğalttım… ilh.188

      Hakanın milletine Araplar gayet dehşetli iki kuvvetle karşılık veriyorlardı ki bu kuvvetler adı geçen millete pek meçhuldü. Bu kuvvetlerden birisi din, diğeri ırkçılık düşüncesidir. İbn-i Haldun’un meşhur tarihinin mukaddimesinde diyor ki: Devletler fütuhatla temel atar. Beldelerin fethi için milliyetçilik fikri ile ruh bulmuş ve yalnız bu maksada hizmet etmeye azmetmiş bir cemaat birlikteliğine dayanmak gerekir.

      Milliyetçilik fikri beşerin varlığı için huy ve karakter gibidir. Tabiat dört unsurun karışımıdır. Ümidi birbirinin hükmünü yürürlükten kaldıran unsurların karışımı bir mizaç meydana getirmez. Bir mizaç oluşması için bahsedilen unsurlardan birisinin diğerine hâkim olması mutlak surette gereklidir. 189

      Maveraünnehir fatihi “Emîr Kuteybe”, İbn-i Haldun’un idrak ettiği sebeple milliyetçilik fikrinin müşahhas örneğini gösterir. Yarattığı milliyetçilik fikrinin tabii yönlendirmesi Türkler ve İranlılar arasındaki eski düşmanlık ve entrikaların keşif ve temyizine sebep oldu. O ana kadar eski kin ve düşmanlığın birbirinden ayırdığı bu putperestlerle Zerdüştler arasına nifak düşürerek istenildiği gibi kullanmaya başlandı.

      En eski Arap tarihlerinin Muğ yahut Maz olarak adlandırdıkları ve Kül Tigin şerefine dikilen taşta Soğdak yahut Soğdî denilen Maveraünnehir İranlıları, Tele yahut Ak Hunlar ve diğer Türk muhacirleriyle karışarak onların hükmü altında yaşıyorlar idiyse de hakikatte kağana tabi idiler. Bunlar kuzey kavimlerine olan tiksintilerini ve daimi surette mağlup ve perişan olmaya alışmış adamlarda kanı donduragelen cinayetlerini göz önüne almayarak yalnız dindarane hissiyata tabi olarak, birkaç kez silaha sarılıp İslâm askeri üzerine yürüdüler. Hicretin elli birinci yılı Halife Muaviye adına Horasan valisi olan Ubeydullah bin Ziyad el-Harisi ilk defa olarak Oxus’u geçip milâdî 674’te de Buhara önünde gözüktü. Kuteybe adı geçen şehre ancak milâdî 706’da tamamıyla sahip oldu. Semerkant’ın Araplara malum olması medeniyet âlemi için büyük bir nimet olarak algılanmalıdır. Çünkü bu şehirde Araplar pamuktan kâğıt imalini öğrenmiş ve bunu bütün batıya, İspanya ve Avrupa’ya tanıtmışlardır.

      Vakıa bu sanatta Çinliler, Türkler tarafından biliniyorsa da bunlar kâğıdı kendi memleketlerinde pek bol olan ipekten yaparlardı. Türklerse kendi memleketlerinin mahsulü olan pamukla imal etmeyi başarmışlardır.

      Biz yine hikâyemize devam edelim. Ne zaman ki kale içinde bulunan Müslüman muhafızlar, gayrimüslim Türkler üzerine cihad etmek üzere kaleden çıkarsa hemen İran mevbedleri (ateşperestleri) uyandırırlar idi. Buhara ahalisi Araplara karşı kendilerini İslâmî ayinleri icra ediyor gibi gösterip bunların hareketlerinden sonra eski dinlerine dönerlerdi. 412 yılında kati ve resmî şekilde mezhep değiştirdikten sonra mezhebe karşılık diğer şekil kabul gördü. Kendilerini basiret ve ilahi ilhama erişmiş zanneden İranlıların zorlanan dimağlarında hırs, tasavvur ve garazın ortaya çıkarabileceği bütün sapkınlık ve bid’atleri şiddetle yasaklamak için gereğini yaptı.

      Din ve ayak takımının kargaşası bertaraf edildiği ve Arapların Maveraünnehir’de görünmeleri hatıra durumuna geldiği anda Sâmânoğulları millî sülaleden itibaren eski Zerdüşt şehri yani Buhara İslâm âlemine dâhil oldu. Ve ulema ve mutasavvıflara karargâh olan yeni Buhara doğdu. Fakat inançsızlık açısından verimli olan bu arazide yere bırakılan eski inançlar saplanmış cersûmesinin tamamıyla kökten kazınması için iki asırlık zaman sarf edildi.

      Soğd Hristiyanları için Arap istilası, Türklere geldiği gibi bir baskın değildi. Her ne kadar bazı Zerdüştleri İslâmîyet bir devlet inancından kurtarıyor idiyse de Nasturî kilisesini idare eden kimseler Süryanî Arapları, Lisan-ı Ârâmî adamları olduklarından Müslüman Araplarla vatandaş idiler. Lehçe, tabiat, dil, kıyafet, düşünce tarzı ve genel noktalarda yüce inanca, İslâmîyet’e bigâne değildiler. Zerdüştlerin resmî taassubuyla İslâmî çaba arasında Nasturî ayinlerinden bir şey terk etmeyen bu Hristiyanlar dinî icraatlar hususunda tereddüt etmiyorlardı. Arya memleketinde Hristiyanlık, İslâmîyet tarafından mukabele görmedi. İran’da İslâmîyet’in yayılmasına hiç karşı çıkan olmadı. Bu önemli din değişikliği harp gürültüsü arasında Arapların mızrakları190 ile Türk süvarilerinin kılıçlarıyla yapıldı, bitti. Eğer Araplar fevkalade zeki olmasalardı Türkler galip olacaklardı. Siyasî hatipler, güzel vuruşmayı bilen eski askerlere galip gelmeden muzaffer oldu.

      Kanunî veraset gereğince Soğd Türklerinde bir kadın yönetici idi. Arap tarihleri bu kadını saymıyor hatta adını bile anmıyor yalnız Türkçe Hatun-Kadın diyor ki kraliçe demek olacak. Bunun hüküm ve nüfuzu Buhara’nın ötelerine ve civarına kadar yayılmıştır. O şehir tamamen bir dinî başkent, bir piskoposun ruhanî idaresine karargâh olup içkale mukaddes mevkilerden sayılıyor idi. Nevruzda güneşin doğuşundan önce mevbed (Mecusî reisi) Keykavus’un oğlu ve Turan Hükümdarı Afrasyab’ın damadı, efsanelere ait Siyavuş’un mezarı üzerinde bir horoz kurban ederlerdi: Buhara ahalisi Siyavuş’un ölümünden dolayı sagu (mersiye) yaptılar ki bunlar her tarafa dağılmıştır. Musıkişinaslar onun faziletini anlatmak için besteler yapmışlardır. Ve raviler onları mevbedlerin gözyaşları olarak adlandırdılar.191 Bu hikâyeyi bize nakleden Nerşahî, eserini hicrî 332 yılında yazmıştır. Buhara Müslümanların eline geçtikten bir buçuk asır sonra bu eski İran şehrinde daha Keyaniyanların muzafferiyeti ve kaybedilen mezhepten dolayı doğan dert ve sıkıntı dillerde dolaşıyordu. Milâdî 712 yılında Zerdüşt mabet ve ateşgedesinin civarına bina edilen büyük caminin kapıları üzerinde yalnız yüzleri silinmiş ve diğer azaları saygıdan muhafaza edilmiş insan resimleri bulunduğunu Nerşahî görmüştür. Bu kapılar Buhara etrafında bulunan sayfiyelerden götürülmüştü. Bu sayfiyeler İslâmîyet’e muhabbeti olmayan zenginlerin meskenleri idi. Fakirlere cuma günü iki dürüm bahşedildiği Zeyl-i Nerşahî’de zikrolunur. Bu âdet Osmanlı Hristiyan tebasına kadar yayılarak büyük camilerden bazılarının vakfiyelerinde, civardaki evler görevlendiriliyordu.

      Hatunun eşi bir asilzade olup piskoposluk ruhanî idaresinin büyük papazı ve mülkî idare reisi idi. Bu zat din adamlarına ve adliye memurlarına ilişkin işlere asla müdahale etmezdi. Bundan başka Buhara bir İran şehri olup mevbedlerin (Mecusi reislerinin) toplandıkları mukaddes mahallin