aynı ölçüde olacaktır.
Sokrates gibi biz de filozofun becerilerini yeniden özetleyebiliriz. O zamanın ve ülkenin ufkundan öteye ulaştığı görülen dilde filozof, “bütün zamanın ve varlığın izleyicisi” olarak tanımlanır. Doğanın en asil hediyelerine sahiptir ve onları en iyi şekilde kullanır. Bütün arzuları, gerçeklik sevgisi olan bilgelik sevgisinde gömülüdür. Güzel bir ruhun hiçbir inceliği onda eksik değildir. Ölümden korkmaz ve insan hayatı hakkında çok düşünmez. Modern zamanların örneği, eskinin basitliğini neredeyse hiç elinde tutmaz. Yunanların simgesi olmuş gerçek ve hatada aynı orijinallik yoktur. Filozof artık görülmeyende yaşamaz, insan ırkını cahilliğe ikna etmek için bir kâhin tarafından gönderilmemiştir, bilgiyi iyi düşüncesine doğru tırmanarak giden basamaklar olarak görmez. Arayış hırsı hafiflemiştir. Artık daha fazla iş bölümü, insan ve doğa üzerine bir bütün olarak daha az kapsamlı düşünce vardır. Daha fazla kesin gözlem, daha az sezgi ve ilham vardır. Hâlâ bilginin değişikliğe uğramış koşullarında, paralellik tamamen kaybedilmemiştir ve Platon’un fikrini kendi zamanımızın dilimize çevirmede bir fayda olabilir. Modern zamanlarda filozof zihnini doğanın kanunlarının sırasıyla ve bağlantısıyla düzelten kişidir, doğanın ufak parçaları ya da görüntüleri ile değil. Münakaşa ile değil tarih ile. Herkes tarafından değil birkaçı tarafından kabul edilen doğrularla. “Doğaya göre tasnif etme”nin önemini kavramıştır ve “Bilimin dallarını onları kırmadan ayıracaktır.” (Phaedr.) Doğrunun, küçük ya da büyük olsa leke sürecek bir parçası yoktur ve farkına varacağı şeyler en azından en büyüktür. (Parmen.) Eski filozof gibi o da dünyayı mukayese ile kaplanmış görür fakat başka durumlarda binlerce örnek hiçbir anlam ifade etmezken “niçin bazı durumlarda anlam çıkarmak için tek bir örneğin yeterli olduğunu” (Mill’in Mantığı) söyleyebilir. Bilginin yalnızca bir kısmıyla ilgilenir çünkü hayattaki tek bir zihin için bilginin bütünü çok geniştir. Bilimin bölünmesi ve insan zihniyle bağlantıları ile ilgili, geçmiştekilerden daha net bir fikri vardır. Platon gibi o da felsefeye girişin basit matematik çalışarak değil, birçok çağda birçok zihnin çalışma sonucu nihayet elde ettiği bilginin bütünlüğü fikrine sahiptir. Matematiksel çalışmaların neredeyse diğer hepsinin başlangıcı olduğunun farkındadır; aynı zamanda bütün bilgi çeşitliliğini matematiğin çeşitlerine indirgemezdi. Onsuz, muhteşemliğinin yarısını kaybetmediği soylu bir karakteri olmalı. Dünyayı sınırsızlık içinde bir nokta ve her bireyi sonsuz bir varlık zincirinde bir bağlantı olarak sayarak kendi hayatı hakkında ne çok düşünecek ne de ölümden korkacaktı.
Adeimantos, Sokratik soruşturmanın ilk olarak şekline karşı çıkar ve Platon’un kendi yöntemindeki eksikliğin farkında olduğunu gösterir. Ona modern bir mantıkçı tarafından yöneltilebilecek bir suçlamayı kendisi kendisine çevirir: Yanıtı söyletebiliyor çünkü nasıl sorulacağını biliyor. Uzun bir tartışmada sözcükler anlamlarını hafifçe değiştirmeye meyillidirler ya da öncüller önceden tahmin edilebilir, sonuçlara aşırı kesinlikle veya genellikle varılabilir. Her aşamadaki değişim gözlenemeyebilir ama sonunda ayrılma oldukça çok olur. Böylece aritmetik ve cebirsel formülleri mantığa uygulama denemeleri başarısız olur. Eksiklik ya da dilin daha üst ve esnek yapısı, kelimelerin, sayıların ve sembollerin hassasiyetini bulundurmasına izin vermez. Ve dildeki bu özellik birçok adıma sahip bir tartışmanın gücünü zayıflatır.
Karşı çıkış, Sokrates bu örnekte uygun bir şekilde karşılamış olsa da Sokratik soruşturmaya derin bir düşünce anlamı taşıyabilir. Ve burada, diğer her yerde olduğu gibi Platon, Sokrates’in olumsuz ve sorgulayıcı yönteminin, sonraki diyaloglarda örnekleri verilen, olumlu ve yapıcı bir taneyle değişme zamanının geldiğini ima ediyor görünür. Adeimantos daha sonra, ideal olanın tamamen gerçeklerle uyumsuz olduğunu iddia eder çünkü tecrübe, filozofların ya faydasız ya dolandırıcı olduğunu ispatlar. Bütün beklentinin tersine Sokrates bunun doğruluğunu kabul etmede tereddüt etmez ve alegorideki garipliği açıklar; ilk başta tipik olarak kendi özgün güçlerini küçümsemesi. Bu alegoride halk profesyonel siyasetçilerden ayrılmıştır ve onlara, başka bir yerde olduğu gibi, “fark etmede pek çabuk olamayan onurlu kaptan” görüntüsü altındaki kınamadan ziyade bir acıma tınısıyla konuşulur.
Filozofların faydasızlığı, insan ırkının onları kullanmayacağı durumuyla açıklanır. Dünya bütün devirlerde aşağılama ve fikirden başka silah bilmeyip onu kullananların korkusu arasında bölünmüştür. Sahte filozofla ilgili olarak Sokrates, en iyisinin bozulma ihtimali olduğunu ve ince ruhlu olanların oranın yabancısıymış gibi davranılacağını savunur. Bizler de bir kuruluşun zayıflığından kaynaklanan bazı üstünlükler olduğunu gözlemliyoruz, şiirsel ve yaratıcı huyla ilgili açıkça doğru olduğu ve bu yüzden yalnızca belirli atmosferlerde nefes alıp yaşayabildiği için. Dâhi adamın daha büyük acıları ve daha büyük zevkleri, daha büyük güçleri, daha büyük zayıflıkları olur ve sıklıkla sıradan insandan daha eğlenceli bir karakter olur. Özelliğin kılık değiştirmesi veya onlar olmadanki aldırışsızlığı, kişisel düşmanlığın felsefe ve vatanseverlik dilindeki maskesini tahmin edebilir. Herkesin düşündüğü kelimeyi söyleyebilir, akılsızlıklara ve ahbaplarının zayıflıklarına berbat bir sezgisi vardır. Bir Alkibiadis, bir Mirabeau veya bir Birinci Napolyon, hem devletlerdeki büyük kötülüklerin hem de “o yola çekilirlerse büyük iyiliklerin” yazarları olmak için doğmuşlardır.
Yine de “corruptio optimi pessima”13 tezi genel olarak ya da bozulmuş üstünlüğe dikkat çekmeden devam ettirilemez. Bir özelliğe doğru bozulan yabancı koşulları bir başka kültürün ögeleri olabilir. Genel olarak bir insan en yüksek gelişime ona uygun bir devlette, ailede, arkadaşlarla ve çalışma arkadaşlarıyla ulaşır. Fakat aynı zamanda bazen olumsuz koşullardan etkilenir, bu koşullar o kadar etkilidir ki insan onlara karşı ayaklanır ve onları düzeltir. Ve diyelim ki yoldan çıkmış bir kilise ya da halk devletinde daha güçsüz ya da kaba saba karakterler kötünün içindeki iyiyi çıkarırken kötünün devam etmesine izin vererek mutlu mesut yaşıyor ve zayıf veya güçlü özellikler çevreleyen etkiler tarafından bozuluyor. Kendilerindeki ve devirlerindeki tuhaflıklardan dolayı sırasıyla insanlardan kaçan biri ve hayırsever biri olabilir, birkaç örnekte manastırsal düzenlerin kurucuları ya da Reformcular gibi olabilir, dünyadan ve kiliseden tamamen kopup bazen iyiye, bazen kötüye, bazen ikisine de kaçabilirler. Ve aynı durum daha küçük katmanlarda da geçerlidir; manastır, okul, aile.
Platon bize en iyi yaradılışlara toplum fikriyle ne kadar kolayca boyun eğdirildiğini ve insan ırkının kalanının onlara hâkim olmak için nasıl bir çaba göstereceğini gösterir. Dünya, kilise, kendi meslekleri, siyasi ya da partisel kuruluşlar onları her zaman zorla götürüp üstün, kutsal adları kendi yargılarına ve çıkarlarına uygulamalarını öğretir. Ait oldukları “canavar” kurumu doğruyu ve gerçeği, halkın eğlencesi olsun diye yargılar. Birey, kendi sırasıyla onlardan biri olur ya da eğer onlara karşı koyarsa dünya ona çok gelir ve eninde sonunda ondan intikam alırlar. Bu, belki de bir tarafıdır, eski ve modern zamanlarda deyişler ile insan ırkının uygulamalarının birlikte bir mecliste oturan tamamen asılsız bir resmi değildir.
Daha yüksek yaradılışlar siyasetçiler tarafından bozulurken daha düşük olanlar felsefenin yerine kalan boşluğu ele geçirirler. Bu argümanın, Platon’un deyişiyle “kendini peçe ile örttüğü” ve ara ara düşüp yeniden takıldığı devamlı görüntülerden biriyle tarif edilebilir. Soru sorulur: Neden devletin vatandaşları felsefeye bu kadar düşmandır? Cevap, onu tanımamalarıdır. Çoğunluğun her zaman daha iyi bir aklı vardır. Eğer öğretilseydi öğrenirlerdi. Fakat şimdiye kadar felsefenin yalnızca geleneksel taklidini bildiler; içinde düşünceler olmayan sözler, içinde