Mikâil Bayram

Tarihin Kuyumcusu - Cüceler Nasıl Dev Olur, Devler Nasıl Cüce?


Скачать книгу

büyüsünü, tılsımını burada görüyorlar, sadeleştirilmesine karşılar.

      “Kur’ân-ı Kerim”in bile Arapça’dan tercüme edilmesine izin verilmişken aynı dilde yazılmış bir kitabın sadeleştirilmesine karşı çıkmak son derece yanlış bir şey.

      Daha ilerisi de var; Isparta’da Hüsrev Altınbaşak Efendi’nin başlattığı harekete mensup olanlar Risale-i Nurları Osmanlı harfleriyle okumanın gerekli olduğunu düşünüyorlardı. Zarurete binaen yeni harflere çevrildi. “Üstat Risale-i Nurları Osmanlıca yazıp okutuyordu.” diyorlardı.

      Söz buraya gelmişken, biliyorsunuz Nurcular birçok gruplara bölünmüş durumda. Bunlardan bir grup da Fethullah Gülen’nin örgütü. Fethullah Gülen de Risale-i Nurların okunması yerine kendi eserlerini okutup ayrı bir cemaat oldu.

      Evvela bu işler Fetullah Gülen’in mantığından, düşüncesinden çıkmış işler değil. Bir üst akıl işi. Dolayısıyla Fethullah Gülen’in çapı buna yetmez. Bir üst yapı, bir üst kuruluş bunları planlıyor, bu işleri beceriyor ve tabii ki bunu yapanlar da büyük ölçüde Fethullah Gülen’in elemanları, öğretmenleri, hizmetlileri olduğu için bunlar hep Fethullah Gülen’in aklından çıkmış şeklinde değerlendiriliyor.

      Fethullah Gülen burada sadece bir piyondur. Amerikan siyaseti, Batı devletlerinin siyaseti böyledir. Devletleri ele geçirmenin, devletleri kendisine tabi devletler hâline getirmenin birtakım yolları var; Batılı devletler bunu çok iyi biliyorlar. Hatta bu alanda mütehassıs olmuşlar.

      Bundan 30-40 sene önce İran’da Şeyh Kutbuttin vardı. Sünni idi. Şeyh Kutbuttin’i Amerika’nın Detroit şehrine götürüp yıllarca beslediler. Şeyh Kubbuttin’in Kirmanşah’ta çömezleri vardı. Şahın aleyhinde propaganda yaptılar ve Şah aleyhinde bir halk hareketi meydana geldi. Şah, bir halk hareketi sonucu düşürüldü. İşte bunu besleyen, bu hareketi besleyen Batılı güçlerdi. Sünni halkı Şah aleyhine kışkırtıyorlardı.

      Batılılar niye yaptı bunu? Çünkü herkes biliyor ki Şah belli bir dönemden sonra Batılı devletlere posta koyup petrolü kesti. Günümüzde de bütün savaşlar petrol savaşlarıdır. Amerika’nın Irak’ı işgal etmesi, Suudi Arabistan’la yapmış olduğu antlaşmalar; bütün bunlar hep petrol davası, enerji davasıdır. Dolayısıyla Şah’a karşı da böyle bir yapılanmayı sağladılar ve Şah’ı devirdiler. Öte yandan, Fethullah Gülen Pensilvanya’ya gitmeden önce orada Karzai vardı. Karzai’yi de yıllarca ABD’de beslediler ve şartlar olğunlaştığında Karzai’yi Afganistan’ın başına geçirdiler. Hatta bir tane Uygur kadın var Amerika’da. Geçenlerde Uygur ilinde Çin hükûmetine karşı ayaklanmalar olduğu zaman bu kadının beyanatlarını duymuşsunuzdur. O kadın da Amerika’dadır. Uygur Türklerine emirler gönderiyor.

      Fethullah Gülen de Türkiye’den gitme bir adamdır. Fethullah Gülen’i keşfettiler. Bu, Batılıların ihtisas alanıdır. Kimden neyi üreteceklerini çok iyi bilirler. Alıp götürdüler, senelerce beslediler, hâlâ da besliyorlar. Gülen’nin dünyadaki bütün okulları Amerika’nın düşüncesiyle kurulmuştur. Hatta birçoklarının finansmanını da Amerika karşılıyor. Sadece dershanelerden kazanılan parayla değil, ayrıca Amerika’nın da bunlara katkıları vardır.

      Amerika’nın derdi davası tepkisiz, emperyalistlere itiraz etmeyen, itaatkâr Müslüman tipi yaratmaktır. Mevlâna da kendi zamanında bunu yapıyordu. Günümüzde de bunu bu şebeke vasıtasıyla yapıyorlar. Ilımlı Müslüman yaratmak, tepkisiz Müslüman yetiştirmek… Bunu bu müesseselerle yapacaklar. Bunun en kestirme yolu budur. Bu amaçla okullar açıyorlar. Okullar kaliteli eğitim veriyor. Bakın en kaliteli öğretmenler buralarda. Devletin yapamadığı şeyi onlar yaptılar. Yıllardır bu hükûmetin yapamadıkları şeyleri bu mekteplerde yapabildiler.

      Said Nursi’nin Bilinmeyen Yönleri Neler?

      Burada klasik Nurculukla, Fethullah Gülen hareketini birbirinden kesinlikle ayırmak gerekiyor. Samimi Risale-i Nur okuyucularıyla Fethullah Gülen hareketi arasında bir fark var. Mesela Said Nursi siyasetten son derece çok uzak kaldığını söylediği hâlde bu ikinci hareket siyasetin bizzat içindedir. Said Nursi’yi Tahir Paşa, II. Abdülhamid’e bilerek gönderdi. Padişah bilerek kendisine tahsisatta bulunuyor. Kontrol altında tutmak istiyor. Deli bu adam, akıllansın, tedavi görsün gibi oralarda mektuplaşmalar da var o dönemde sarayla Tahir Paşa arasında… Sonra Balkan Harbi’ne katılıyor, yanında Bitlis yöresinden 500 adamı var. O sırada cumhuriyet fikrini savunuyor. Mecliste bulunuyor. Sonra bir tutum değişikliğine gidiyor. Sonra Halk Partisi dönemindeki tutumu, Menderes’e olan yaklaşımı… Yani siyasetten uzak durduğunu söylediği hâlde bu kadar siyasetin içinde bir kişi.

      Said Nursi’nin İstanbul’a gelmesi çok faydalı oldu. Orada Osmanlı münevverleri ile tanışıp fikriyatlarını öğrendi. Kendisi de Tarihçe-i Hayatta ifade ediyor, İstanbul’a geldiğinde Osmanlı münevverleri üzerine bir anket yapmış. “Osmanlı münevverlerine göre sıkıntı nedir?” Şimdi Avrupa’da bilimsel bir ilerleme var, bir yükseliş var. Osmanlı münevverleri bunun farkındadır. Nitekim Avrupacılık fikriyatı ilk defa II. Abdülhamid’in kurduğu müesseselerden çıkmış. Biliyorsun Tıbbiye-i Şahane’yi, veterinerlik fakültesini, sanayi-i nefise mekteplerini kurdu. Bunlar Avrupaî manada kurulan ilk müesseselerdir.

      Şimdi Pasteur kuduz mikrobunu keşfetmiş. Kuduzun köpeklerden insanlara geçtiği dönemde çok insan öldü. Şimdi tehlikesi çok düşük. O dönemde kuduz hastalığı çok yaygındı. O yıllarda Sultan II. Abdülhamid Pasteur’e bir mektup yazıp Türkiye’ye davet etmiş. Pasteur de cevabi mektupta “Benim oraya gelmem mümkün değil ama sizin vatandaşınız olan benim talebelerim var. Siz o vatandaşlarınızla temas kurun, düşündüğünüz şeyleri o talebelerim vasıtasıyla yapın.” demiş. II. Abdülhamid’in o talebelerinden birisi Ermeni. O Ermeni’yi bulmuşlar nitekim.

      Pasteur’ün talebesine İstanbul’da ipekçilik denilen bir enstitü kurulmuş. Ben o enstitüde hocalık yaptım. Biz Yüksek İslam Enstitüsünü o ipekçilik enstitüsünde kurduk. İpekçilik enstitüsü sayesinde Pasteur’ün talebesi olan Ermeni, Bursa’da ipek böceklerine bulaşan hastalığı tedavi etmiş.

      Osmanlı münevverleri Avrupa’daki ilerlemeleri görüyorlar, biliyorlar. Tıp alanında, ziraat alanında, hayvancılık alanında çok önemli gelişmeler olmuş. Bunu bilen Osmanlı münevverleri Avrupa’ya karşı büyük bir hayranlık duyuyorlar. Said Nursi de bunun farkındadır. Bu sebeple “Batı’daki bilimsel gelişmeler Müslümanların imanında rahneler açıyor.” tabirini kullanıyor. “Şüpheler meydana gelmiş. Bunu tedavi etmek gerekir. Onun için ben de bütün mesaimi onların imanlarını kurtarmaya yönlendirdim.” diyor.

      Said Nursi bir süre sonra Doğu’ya dönüyor. I. Cihan Savaşı çıkıyor ve Said Nursi orada görev alıyor.

      Burada şunu da söyleyeyim; Said Nursi aynı zamanda Abdulhamid için çalışan Teşklilat-ı Mahsusa’ya da üyedir. Senenin birinde İstanbul’dan Beytüşşebap’a bir kaymakam göndermişler. Beytüşşebaplılar kaymakamı kabullenmiyorlar. Kaymakamın ilçeyi terk etmesini istiyorlar. O zaman hükûmet Said Nursi’yi müfettiş olarak oraya göndermiş. Said Nursi Beytüşşebap’a geliyor. Kendisi kitabında anlatıyor; “Beytüşşebap’ta halkı konuşturdum, niye kaymakamı beğenmediklerini sordum. Bana dediler ki bir kaymakam göndermişler ne abdesti var ne namazı. Bizimle ilgilenmiyor, yüzümüze bakmıyor. Biz neyine buna itaat edelim.” diyorlar. Said Nursi, “Bunu diyen adamlar kendileri de namazsız niyazsızdı.” diyor. Said Nursi buradan bir şey çıkarıyor; Doğu insanı dindar insandır. Başındakinin de dindar olmasını ister. Dolayısıyla kaymakam göndereceksen bunu hesaba katarak göndermen lazım.

      Raporunu yazıp