Kafkasya’da esir düşmüş. Onunla birlikte esir düşen Mustafa Bolay Efendi ile burada tanıştım. Biz bir defasında Nurcu abilerle onu ziyarete gittik. “Üstatla geçen günleriniz nasıldı?” diye sordular.
Naci Bolay’ın babası.
Süleyman Hayri Bey’in de babası. Hulusi Bolay’ı da tanırım. Onunla çalıştık. Ben Yüksek İslam Enstitüsüne hoca olarak geldiğimde o da orada hocaydı.
Said Nursi Kafkas cephesinde Ruslara esir düştüğünde kamplara götürmüşler. Oradaki hayatı karanlık. Hatta “Tarihçe-i Hayat”ında Rusya’daki esaret hayatıyla ilgili fazla bir şey söylemiyor. Nereye gitti, kimlerle tanıştı, kimler onu alıp Doğu Almanya’ya götürdü? Düşünün Kafkasya’da esir düşmüş, bir müddet sonra Doğu Almanya’ya gelmiş.
Rusya’da esir iken Tolstoy’un talebeleriyle tanışmış. En azından ben öyle tahmin ediyorum. Tolstoy’un talebeleri buna rehberlik yapmış olabilirler.
Savaş sonrasında Balkanlar üzerinden Türkiye’ye dönüp geldiği zaman Cumhuriyet kurulmuş. O da Türkiye’ye dönünce, Atatürk’ün emriyle milletvekili olarak TBMM’ye davet etmişler. Mecliste tek konuşma yapıyor ve o konuşma sonrasında Meclisi terk ediyor. Konuşmasını Arapça yapıyor.“Eyyühel mebusün entum huliktum hâzâa li-yevmin.” diye başlıyor konuşması. “Ey mebuslar siz böyle bir gün için yaratıldınız, böyle bir gün için varsınız.” diye başlayan sözlerle hitap ediyor. O konuşma meclis zabıtlarında aynen yayımlanmış. Biliyorsunuz meclis zabıtları ilk meclisten itibaren on cilt hâlinde yayımlandı.
Said Nursi Nasıl Hızlı Bir Şekilde Yükseldi?
Said Nursi’nin yükselişi aslında çok hızlı. Van’dan sonra Dar’ül Hikmet’in hocası oluyor. Üst perdede bir yerde oturuyor. Bir de bu Risale-i Nur külliyatının aslı nedir? Gerçekten bire bir “Kur’ân-ı Kerim” tefsiri midir? İrani, yani İslami olmayan kaynaklar mıdır? Yüzde ne kadarı “Kur’ân-ı Kerim”dir? Diğer kaynaklardan ne kadar etkilenmiştir?
Said Nursi Doğu’da eğitim gördüğü zaman, klasik akait kitaplarını okumuş, bazı seçkin hocaların yanına da gitmiş. Mesela Said Nursi’nin yanında bulunduğu kimselerden bazıları Bitlis’teki Küfre-vi şeyhleridir. Van’daki Molla Resul’den istifade etmiş. Molla Resul ile Muhyiddin Arabî’nin “Füsus-ül Hikem”ini okurlarmış. “Fusus-ül Hikem”den dolayı münakaşa ederlermiş. Onların içinden bazı hoca efendiler “Fusus-ül Hikem”i reddederlermiş. Reddedenler arasında Said Nursi’nin kendisi de var. Yani Muhyiddin Arabî’nin bazı fikirlerini kabul etmiyorlarmış.
Nitekim Said Nursi gençlik döneminde “İşaret-ül İcaz” adlı bir eser yazmış. O “İşaret-ül İcaz”da bir nevi “Kur’ân-ı Kerim”in tefsirine bir mukaddime yapmayı düşünüyor. Bakara suresinin ilk 33 âyetini “İşaret-ül İcaz”da tefsir etmeye çalışıyor. Burada kardeşi Abdülmecit Ünlükul efendiye temas etmem gerekiyor.
İmam hatipte hocalık yapmış, mezarı üçlerde.
Ben Adana’ya öğretmen olarak gidince rahmetli Abdülmecit Efendi bana bir mektup yazdı. Mektupla birlikte bir de “Dört Mezhep” diye bir kitap yazmış. Şafii ve Hanefi mezhepleri üzerine bir ilmihal yazmış. İlmihalinden de 100 adet göndermiş. Bunları sat, parasını gönder gibi. Tabii bunu alınca Hacı Ali Kap, Durmuş Ali Kayapınar gibi hoca efendiyi tanıyan bazı arkadaşlar vardı; “Hoca efendi çok mağdurdur. Onun için mecbur kalmış bu kitapları göndermiş sana.” dediler. Ben de kitapları satamasam da satılmış gibi parasını gönderdim. Hoca efendinin bir de kızı vardı. Genç olduğum için hoca efendinin kızına talip olmak istedim. Sonra ben üniversiteye geçinceye kadar kız bir polisle evlenmiş.
Geç kalmışsınız.
Evet, geç kaldım.
Said Nursi Şii İlahiyatından Etkilendi mi?
Risalelerle ilgili iddialardan birisi Şii ilahiyat kaynaklarının Said Nursi üzerinde çok ciddi tesirinin olduğu ve Risalelerde yer yer bu etkinin görüldüğü şeklinde. Belki uzlaşma arayışı da denebilir.
Bizim oradaki medreselerde belli ölçüde Şiiliğin etkisi vardı. Hatta bu medreselerden bazı hoca efendiler Cumhuriyet’ten önce İran’a giderler bir süre eğitim görürlerdi. Mesela bizim Abdülkadir Yekkoş Efendi Urumiye’ye gitmiş, bir süre kalmış. Sonra Molla Bozo denilen bir adam vardı, o da orada eğitim görmüş. Dolayısıyla bu tür eğitim gören insanların bizim medreselerin üzerinde belli ölçüde bir etkisi vardı. Fakat sizin de dediğiniz gibi bu hadiseler Said Nursi üzerinde biraz derin etki yaratmış. İşte o etkilere binaen “Benim gönlüme doğdu, şu âyetin rakam değer 1923 ediyor, bu benim Meclise geldiğim tarihtir.” gibi Hurufiliğe, ebcet hesaplarına giren konular Said Nursi’ye Şii etkisinden geliyor diyorlar.
Hz. Ali’ye nispet edilen “Celcelutiye Kasidesi” var. Aslı esası yok. Bir defa bu kaside 6’ncı yüzyılda ortaya çıkmış. Ama Said Nursi Hz. Ali’nin kasidesi olduğunu söylüyor. Ona bir sürü atıflarda bulunuyor. Sonra Said Nursi’nin iyi okuduğu kitaplardan birisi de “El-Hikem-i Ataiyye” diye bir kitap var. Atâullah el-İskenderî’nin yazdığı, bu MEB klasikleri arasında da çıkmış bir kitaptır. “El-Hikem-i Ataiyye”yi çok iyi okumuş.
Konusu tasavvuf olan bir kitap. Said Nursi’nin galiba “Mektubat”ının içindedir. Telvihatı Tisa, Dokuz Telvih’te anlattığı tasavvufi meseleler büyük ölçüde oradan alınmadır. Bir de tasavvufa dair “Kuşeyri Risalesi”ni çok güzel okumuş. “Kuşeyri Risalesi”ni de çok iyi biliyor. Birçok bahsinde ad vermeden alıntılar yaptığı görülüyor.
Aslında Risalelerde bir tasavvuf felsefesi var.
Tabii, doğru. “Zamanımız tasavvuf zamanı değil imanı kurtarma zamanıdır.” diyerek tasavvufu bir kenara koyuyor.
Tekrar ilk Meclis’te yaptığı konuşmaya dönelim.
Meclis’te o konuşmayı yaptıktan sonra Atatürk’le görüşüyor. Atatürk kendisine “Hoca Efendi, seni Meclise bize güzel şeyler anlatasın, güzel öğütler veresin, senden istifade edelim diye çağırdık. Sen de geldin dinden diyanetten şeriattan bahsediyorsun.” diyor. Hâlbuki orada söylediği şeyler de güzel şeylerdir. Konuşmasında “Irkçılık yapmayın; ırk esasına göre menfi milliyetçilik esasına göre devlet kurmayın. Bizim Doğu insanı buna alışık değil.” diyor. Said Nursi haklı söylüyor. Ama Mustafa Kemal Atatürk de “Sen bize dinden diyanetten bahsediyorsun. Biz seni irşadınla bize yol gösteresin diye getirdik.” diyor. Bunun üzerine ayrılıp Van’a geliyor. Van’a geldiği zaman rahmetli Kuralkan abi onu karşılayanlardandır. Onun evinde misafir kalmış. Eski arkadaşlarıyla görüştükten sonra Erek Dağı’na çıkmış.
1925’te Seyh Said İsyanı sırasında, Seyh Said ona bir mektup yazıp böyle bir harekete girişeceğini söyleyip desteğini istemiş. Said Nursi de ona Tarihçe-i Hayat’ında yazdığı şekilde bir mektup yazmış. “Türkler Osmanlı’nın bakiyesidir. Türkler Osmanlı’nın neslidir. Türkler İslam’a böyle hizmet ettiler.” şeklinde yazmış. Pakistanlı Fazlurrahman, gittiği bir kongrede Osmanlılar tenkit edildiği zaman kürsüye çıkıp “Ya siz ne konuşuyorsunuz hum cündullah” diyor. Yani bunlar Allah’ın askerliğini yapmışlar, Allah’ın askeri olmuşlar Türkler. Said Nursi de buna benzer bir şeyler söylüyor. “Bunlar Cündullah idiler. Cundullah’tırlar. Ve Cundullah’ın torunlarıdır. Bunlara kılıç çekilmez.” şeklinde cevap göndermiş Seyh Said’e.
Çok politik bir cevap.
Zaten Said Nursi’yi daha sonra açılan mahkemelerden kurtaran tek şey de budur. Birçok mahkemede