barutlu silah monte etmişler. O barutlu silahlarla kendi gemilerinden Osmanlı gemilerine ateş ediyorlar ve Hadım Süleyman Paşa orada mağlup oluyor. Belki Osmanlıların Avrupa’ya karşı ilk büyük mağlubiyeti budur.
Hadım Süleyman Paşa Hint denizinde mağlup olunca bütün tayfasını kaybetti. Ondan sonra karaya çıkıp, karayoluyla memleketine dönebildi. Batılıların teknolojiyi harp alanında kullanmaları daha o zamandan başlamıştı. Osmanlılar bu gelişmeleri biraz geç de olsa fark ettiler. Oysa bu gelişmeleri daha erken görmeleri gerekirdi.
Nizamiye Medreselerinde Gazâli’nin etkisi yok mudur?
Sadece Gazâli’nin etkisi yok. Doğu’da ise devlet adamları ilim adamlarına yön veriyor. Bizde ters işleyen bir etkileşim. Nizamülmülk’ün kafa yapısı böyleydi. Nizam-ül Mülk medreseleri kurdu ve bu medreselere belli bir program yükledi. İlim adamlarına da Gazâli’ye de öbürlerine de verdiği programa göre çalışmalarını emretti.
Programı da verdi.
Genel anlamda bugünkü diyanetin fonksiyonunu yaptı. Hâlbuki metinlerde eşraf-ul ulema olarak geçiyor. Yani âlimlerin en şereflileri s sultanlara tâbi olan, onların dizinin dibinde oturan adamlar olarak ifade edilmiş.
Karmatiler Eşkıya mıydı?
“İhvan-ı Safa Risaleleri” hakkındaki kanaatlerinizi de yeri gelmişken konuşalım. Karmatiler döneminde “İhvan-ı Safa Risaleleri”ne baktığımızda müzikten tutun da bir sürü beşeri ilimler var.
Evet, bütün ilimler var, doğrudur.
Eşkıyaydı, merduddu, kâfirdi gibi yaftalarla ifade edilmelerine rağmen Karmatiler bunu nasıl başarmışlar?
Evvela İhvan-ul Safa ilim adamlarının politik bir yönleri var. Abbasi hanedanlığının hüküm sürdüğü bir dönem. Bunlar evvela bu devlet yapısına muhaliftiler. Abbasilere muhalif oldukları için takip altında tutuluyorlar. Bu yüzden yazdıkları eserlerde adlarını zikretmemişler. Fakat bunların siyasi amaçları da Abbasi devletini alaşağı etmek, yerine Şia imamlarını iktidara getirmek. Kısaca ifade edecek olursak Şiiliği iktidara getirmeyi planlıyorlardı. Bu yüzden de Abbasiler bunları tehlikeli görmüşler. Bunların gizli olarak yazdıkları eserleri şanssızlık eseri olarak günümüze kadar gelmiş. Bu eserlerinde tabiat ilimlerinin çeşitli dallarına ait İslam dünyasında zirve olacak eserler meydana getirdiler. Maalesef onların eserleri de İslam dünyasında yeterince okunmadı. Okunmamasının sebebi dönemin zihniyetinin bunları merdud saymasıydı. Şia diyerek ötekileştirdiler. Onları kötülemek için her ifadeyi kullandılar. Bu şekilde toplumu Karmatiler’den ürküttüler. Dolayısıyla “İhvan-ı Safa Risaleleri” maalesef İslam dünyasında gerekli ilgiyi görmedi. Ancak o risaleleri yazanlar, talebelerine gizli gizli bunları okuttular. Bu, Anadolu’da da yapıldı.
Moğollar Anadolu’ya geldiklerinde bizim Ahi Evren’in eserlerini okutmadılar. Ahi Evren’i takip altında tutuyorlardı. Hatta Mevlevi yazar Eflaki; “Gizlice falan eseri okuyorlardı.” diyor. Okudukları eser Ahi Evren’in “Tabsırat-ul Mübtedi” adlı eseridir. Eflaki’nin galiz bir ifadesi var Ahi Evren’den bahsederken. “Bazı o… çocukları gizlice Tabsıra okuyorlardı.” diyor. Taassup her dönemde var olmuş. İlerlemenin en büyük engeli de bu taassup.
Emeviler’in Devlet Modeli Nasıldı?
Sünnilik dediğimiz kurumsallaşmış yapı Mutezile’yi linç etmiş. Hatta merdud kabul etmiş. Nizamiye Medreseleri’nde başlayan süreçle bugünkü selefi gruplar, tekfirci gruplar hiç de ahlaki olmayan politik katliamlara girişebiliyorlar. İslam dünyasındaki mevcut süreç, Nizamiye Medreseleri’nin devamı olabilir mi? Eğer akıl devrede olsaydı bu tür şeyler yapabilirler miydi?
Evet, dediğiniz doğrudur fakat maalesef Mutezile mezhebini benimseyenler akılcı olmalarına rağmen kendileri gibi düşünmeyenlere işkence etmeyi kendileri için avantaj saydılar. Onlar da İslam dünyasında hür düşünceyle bilim üretmeyi anlayamadılar. Üstelik kendileri de bir sürü işkence gördüler. Fakat kendileri iktidar olduklarında, kendileri gibi olmayanlara işkence yaptılar. Bu belki de İslam dünyasının içine düştüğü bir çelişkidir. İslam’ın başlangıcında insanları düşünmeye teşvik eden, insanları serbest düşündüren bir ortam, sonraki dönemlerde devam ettirilmedi.
Hani Hz. Ömer için anlatırlar, “Ben yanlışlık yaparsam ne yaparsınız?” diye soruyor. Arap bir göçebe kalkıp “Seni kılıcımızla düzeltiriz.” diyor. Müslümanlar bu kadar rahat düşünebiliyor. Bu düşünce sonraki dönemlerde devam etmedi. Farklı devlet anlayışı tipleri ortaya çıktı.
Hz. Peygamber’in kurduğu devletin belli bir şekli vardı. Evvela o devlete son veren Emeviler; onun yerine ırkçılığa dayanan, asabiyete dayanan bir devlet modeli meydana getirdiler. Ve bu devlet modelini de öyle kalıplaştırdılar ki Ümeyyeoğulları’ndan olmayanlar bu devleti yönetmede hak sahibi olamazdı. Ümeyyeoğulları bu devleti yönetecekti. Ümeyye ailesinden olmayı âdeta şart koştular.
İkinci olarak da Arap olmayanlara değer vermediler. Arap olmayanı insandan dahi saymadılar. Buna belki ilk tepkiyi de İrani çevreler koydular. İranlılar “Yahu biz sizden daha bilgiliyiz, biz dünyayı sizden daha iyi tanıyoruz, daha medeniyiz.” dediler ve o şovenist hareketleri meydana getirdiler. Ümeyyeoğullarının ırkçılığına karşılık onlar da kendi ırklarını öne sürdüler.
Emeviler Devletinin ortadan kalkmasından sonra da bir şey değişmedi. Bunun yerine Abbasoğulları iktidara geldiler. Abbasoğulları da kendilerine uygun bir devlet modeli geliştirdiler. Onlar belki de Emevilerden daha tehlikeli bir konuma geldi.
Ne yaptılar?
Evvela İrani tefekkürün tesiriyle kendi Abbasi halifelerinin yeryüzünde Allah’ın gölgesi olduğu fikrini yaydılar. Güya Hz. Peygamber demiş ki “Halife yeryüzünde Allah’ın gölgesidir ve bu yeryüzünde Allah’ın gölgesi olan halifeler şeriat ihdas etme hakkına da sahiptirler.” Bu kadar ileri gittiler. Bu düşüncedendir ki Harun Reşit iktidardayken aynen eski krallar gibi, eski İran şahları gibi kendisinden sonra kimlerin iktidara gelmesi gerektiğini vasiyet etti.“Ben yeryüzünde Allah’ın gölgesiyim, benden sonra kimin halife olması gerektiğini ben tayin ederim.” diye vasiyet yayımladı. Oğlu Emin’i kendisine veliaht tayin etti. Muaviye’nin veliaht tayin etmesinden farksız bir şeydi. Muaviye hiç olmazsa güce dayanıyordu. Ümeyye ailesindenim, benim böyle bir üstünlüğüm var diyordu. Bu ise vasiyet ediyor. Abbasiler “Biz yeryüzünde Allah’ın gölgesiyiz ve şeriat koyma yetkisine de sahibiz.” dediler. Harun Reşit’ten sonra oğlu Emin de kendini Allah’ın yeryüzündeki gölgesi olarak ilan etti ve yerine oğlunu halife olarak vasiyet etti. O zaman Me’mun kardeşine karşı isyan etti ve İran üzerinden topladığı askerlerle gelip onların saltanatını yıktı ve kendisini halife ilan etti. Rahmetli Seyyid Kutub’un “İslamî Etütler” adlı kitabında dediği gibi bu devletler istişare meclisini oluşturamadılar. Osmanlılar da istişare meclisini oluşturamadıkları için evlat katili oldular. Devleti devam ettirebilmek için kardeşlerini, oğullarını öldürdüler.
İslam’da devlet modeliyle ilgili hiç kitap yok hocam. Bir tek “Ahkâmi Sultaniye” diye bir kitap var. Onun dışında bir kitap yok.
Esasında sultanları yönlendirmek amacıyla çok kitap yazıldı. “Ahkâm-ül Sultaniye”den önce “Edeb’ül Kâdi” diye bir kitap yazıldı. Bu kitaplar devlet adamlarını yönlendirici olamadılar. Mesela bizim Alaaddin Keykubat’a bile 4-5 tane sunum yazıldı.
İbn-i Teymiye’nin de var.
Yönetimle ilgili İbn-i Teymiye’nin de var. Devlet adamlarının yönetimlerini sınırlayacak, ilkelerini belirleyecek kitaplar yazdılar ama bütün bunlara rağmen