Mikâil Bayram

Tarihin Kuyumcusu - Cüceler Nasıl Dev Olur, Devler Nasıl Cüce?


Скачать книгу

Tanca Hoca idi. Sonra Türk vatandaşı olunca Tanci soyadını aldı. Muhammed Hamidullah da Türkiye’ye misafir olarak gelip giderdi.

      Muhammed Hamidullah Bey’in Türkiye’ye gelişi de çok enteresandır. Muhammed Hamidullah Bey, Avrupa’da bizim tarih profesörümüz Zeki Velidi Togan’ı tanımış. Zeki Velidi Togan hatıratında da ifade ediyor. Togan, Türkiye’de dinî ilimler alanında çok geri kaldığımızı fark ediyor. Artık İran’da olan, Hindistan’da olan başka yerlerde olan kaliteli din adamlarının Türkiye’de olmadığı hükmüne varıyor ve faydalı olacağı düşüncesiyle Hamidullah Bey’i Türkiye’ye davet ediyor. Hatta üniversitelerle de irtibat kuruyor ve Muhammed Hamidullah Bey’in Türkiye’ye gelmesini sağlıyor.

      Muhammed Hamidullah Hoca ve Tanci Hoca sürekli olarak Süleymaniye Kütüphanesine veya Topkapı Kütüphanesine devam ederlerdi. Ben de tez çalışmam vesilesiyle buralara gider hocalarla tanışır, onlardan istifade etmeye çalışırdım.

      Hocanın Zeki Velidi Togan tarafından kurulan İslam Araştırmaları Merkezinde de görevi vardı. Etrafında birkaç tane de hoca vardı. Bunlardan birisi de Salih Tuğ Bey’di. Hocayı ziyaret ettiğim bir gün kendisini Kayseri’ye davet ettim. Salih Tuğ Bey, hocanın çok yoğun programı olduğunu, bize zaman ayıramayacağını söyledi. Üç-dört gün sonra Süleymaniye Kütüphanesi’ne uğradığımda “Aha hocayı Kayseri’ye davet eden adam geldi.” dediler. Hoca da orada oturuyordu. Hoca kabul etti. Ondan sonra Kayseri’ye Yüksek İslam Enstitüsünün müdürüne davet için telefon ettim. Ben, Muhammed Hamidullah ve Yusuf Ziya Kavakçı Bey Kayseri’ye geldik. Hocayı Kayseri’ye getirince ilk programımız Yüksek İslam Enstitüsünde konuşturmaktı. Yüksek İslam Enstitüsünün yemekhanesi aynı zamanda konferans salonu olarak da kullanılırdı. Orada hocayı konuşturduk. Hoca o konuşmasında İslam’da köle hukuku üzerinde durdu, köleciliğin gelişimi üzerinde durdu, hem Batı’da hem Doğu’da İslam dünyasında ve Batı dünyasında köleciliğin gelişimi ve kölelerin hukuku üzerinde durdu ve bence çok kaliteli, çok güzel bir konuşma oldu. Batı, insanlık tarihinde köleciliğe kendisinin son verdiğini iddia eder. Hoca konferansında Batı’nın köleciliğe teknolojik buluşlar sebebiyle son verdiğini söyledi. Oysa İslam dünyasında ilk defa Sultan Abdülaziz Han Batılı devletlere ve hatta bütün dünyaya bir ferman yollamış ve o fermanda köleciliğin kaldırılması teklifinde bulunmuş. Fermanı gönderdiği yıl sanıyorum 1862. Batı köleciliğe 1890 yılında son verdi.

      Muhammed Hamidullah Hocanın bu açıklamalarından hareketle gerçekten İslam dünyasında köle hukuku alanında da çok büyük bir alicenaplığın mevcut olduğunu söyleyebilirim. Özellikle İslam köleliği doğrudan kaldırmıyor. Köle edinmenin kaynaklarını kurutuyor.

      Muhammed Hamidullah Hoca’yı Kayseri’ye getirmemizden müftü Abdullah Saraçoğlu rahatsız olmuş. Birilerine onu dövdürme planı yapmış. Biz bunu öğrendik. Tedbir aldık.

      Büyük Doğu Kulübünün Ankara Şubesini Kim Açtı?

      1969’da Hamidullah Bey’in “İslam Peygamberi” kitabı çıktı. Basında “Miraç’ı inkâr ediyor” diye Hamidullah aleyhinde bayağı bir kamuoyu oluşturdular. Dolayısıyla Türkiye kamuoyunda Hamidullah hakkında önyargı vardı.

      Evet, önyargı var. Zaten bunu hep söylüyorum. Türkiye’mizde bazı insanlar dinî ilimler alanında söz sahibiydiler ve bütün Türkiye’ye hâkimdiler. Bunlardan birisi de Necip Fazıl Kısakürek’ti.

      Necip Fazıl bildiğiniz gibi din adamı değil, dini bilmez, Arapçası da yoktu. Ama bir Osmanlı kültürü almıştı. Osmanlı kültürüyle İslamcılık da yapardı. Tabii Necip Fazıl’dan başka insanlar da vardı. Söz gelimi Hüseyin Hilmi Işık, Ahmet Davutoğlu gibi adamlar da vardı.

      Şimdi bunlar İslam dünyasında, özellikle Türkiye’de dinî ilimler alanında kaynaklara inecek biçimde dini inceleyen, araştıran akademisyenler ortaya çıkınca tahammül edemediler, Necip Fazıl da buna tahammül edemedi. Üstelik de o dönemlerde, tam o tarihlerde hızlı bir şekilde Mevdudi’nin, Seyyid Kutub’un, Muhammed Hamidullah’ın eserleri tercüme ediliyor. Bu eserler onları çok rahatsız ediyordu. Dolayısıyla Hamidullah, Seyyid Kutub, Mevdudi aleyhine birtakım yayınlar oldu. Bu yayınların belki en şiddetlisini yapan Hüseyin Hilmi Işık’tı. O sadece bu zevata hücum etmiyor, “Kur’ân-ı Kerim”e müracaat eden, “Kur’ân-ı Kerim”i tefsir eden, tercüme eden kimselerin de aleyhinde bulunuyordu. “Kur’ân-ı Kerim”i anlayanlar anlamış, bizim o anlayanlardan dini anlamaya çalışmamız lazım, müçtehitler bunu anlamışlar, müçtehitler ne demişlerse bizim onunla yetinmemiz lazım diyordu. Hatta bir yazısında “Piyasada ne kadar dinsiz adam gördüysem meal okuyarak dinden çıkmış.” diyordu. O zamanda meal okuyuculuğu başlamıştı. Artık dinî alanda farklı kaynaklardan beslenen insanlar yaygınlaştı. Bunda biraz da hem imam hatip okullarının, yüksek islam enstitüsü ve ilahiyatların rolü çok büyük oldu. Nitekim ilahiyatlarda yetişen insanların aleyhinde de yayınlar yaptılar. Hayrettin Karaman da bu türden hücumlara maruz kaldı. Başkaları da bu tür hücumlara uğradılar. Fakat bu hücumların en önemli hedefi Muhammed Hamidullah Bey, Tanci Hoca, Tayyip Okiç, Seyyid Kutub, Mevdudi gibi şahsiyetlerdi. Bunlara hakaret derecesine varan tenkitler yöneltilmeye başlandı.

      O dönemde dinî alanda çalışmanın böyle bir dezavantajı vardı. Bazı insanlar doğruyu söylemekten çekiniyorlardı. Bunun sebebi, saldıran kişilerin meydana getirdiği atmosferdi. Tabii ben talebelik dönemlerimde Necip Fazıl Kısakürek’e yakın olan kişilerdendim.

      Üniversiteye girdiğimiz yıllarda dini alanda en popüler şahıs Necip Fazıl’dı. Üstelik bir şairlik yönü de vardı. Ben de o zaman şiir yazardım. Şairlik yönüyle de Necip Fazıl’ı kendime yakın bulurdum. Tabii Üstat da o dönemlerde vilayetleri geziyor hemen her yerde konferanslar veriyordu. Konferanslarını takip ediyoruz. Üstelik büyük bir heyecanla takip ediyoruz. Necip Fazıl da bizim ayranımızı kabartıyor. Biz Ankara’daki Büyük Doğucular olarak Necip Fazıl’a müracaat edip “Biz Büyük Doğu’nun Ankara’da şubesini açmak istiyoruz.” dedik. Necip Fazıl önce Büyük Doğu Fikir Kulübünün tüzüğünün buna müsait olmadığını, bir tüzük değişikliği yapacaklarını söyledi. Bize “ipe un seriyor” gibi geldi. Fakat sonra Sait Çekmegil’in oğlu Selami Çekmegil üstatla görüşüp Büyük Doğu Fikir Kulübünü açma müsaadesini almış. Tabiî Çekmegil bunu bize haber verince bir araya gelip Ankara şubesini açmayı başardık.

      Büyük Doğu Fikir Kulübünün Ankara şubesini açınca Mustafa Yazgan’ı kendimize başkan yaptık. Mustafa Yazgan o zaman Mülkiyeyi bitirmiş, bir cemiyette çalışıyordu

      Bir apartman katını kiraladık. Hepimiz cıbır adamlardık. Paramız yok, pulumuz yok. Müslüman esnaflara uğruyoruz, para istiyoruz; apartmanın kirasını ödemeye çalışıyoruz. O zaman 750 lira kira veriyorduk. Kirayı verecek gücümüz yoktu. Özellikle ben, Selami Çekmegil ve Mehmet Tekmen’le birlikte çarşıya çıkar kira için zenginlerden para dilenirdik. Üstat Ankara’ya geldiği zaman onu Büyük Doğu Fikir Kulübüne getirirdik. Arkadaşlarımızın arasında propaganda yapardık. Talebelerden müteşekkil bir cemaat oluşturur üstadı dinletirdik. Binamızda bir elli-altmış kişi kadar dinleyici olurdu. Gerçi o kadar sandalyemiz yoktu. Ama yerlere de otururduk. Bu yüzden üstadın Ankara’ya gelişini çok sıkı takip ederdik.

      Bir defasında bayramı geçirmek için İstanbul’a emmizademin yanına gittim. O tarihte Büyük Doğu’da bir yazı çıkmıştı. Üstat İstanbul Büyük Doğu Kulübünde bayramlaşma töreninde bulunacağını bütün Büyük Doğuculara ilan etmişti. Ben de bu ilanı okuyunca dergiye gittim. Unkapanı’ndaydı. Erken gittiğim için kapının yanında küçük bir yerde oturdum. Çay içerken üstat kulübe geldi. Göz ucuyla beni gördü.