Mikâil Bayram

Tarihin Kuyumcusu - Cüceler Nasıl Dev Olur, Devler Nasıl Cüce?


Скачать книгу

geldiğinde görüşürdük.

      Bu 60 darbesinden sonra biliyorsunuz Doğu’da birtakım şeyhler, ağalar Sivas kampına alındılar ve Sivas kampında bunlar kurşuna dizileceklerdi.

      Suçları ne hocam? Yargılama olmuş mu?

      Suçları şeyh olmak. Yargılama yok.

      Potansiyel tehlike. Yılanın başını küçükken ezelim.

      Tabii orada olanların çoğunu tanıyorum. Bizim Van’dan Kınyas Kartal, Batman’dan Şeyh Alaaddin, Sait Çekmegil, Mehmet Kırkıncı oradaydı. Bunlar kurşuna dizileceklermiş hatta tanklar da gelmiş. Tanklarla orası bertaraf edilecekmiş. Onlardan bir tanesi Molla Halit’ti. Kampa 350 kişi filan topluyorlar. İçlerinden 57’sini kurşuna dizecekmiş.

      O kampla ilgili Molla Halit şunu anlattı: Birçok arkadaşımız kurşuna dizeceklerini duyunca zikir çekmeye, ibadet yapmaya, namaz kılmaya başladılar. Hiç olmazsa iman üzerine gidelim diye birtakım faaliyetlerin içerisine girdiler. Fakat ömründe hiç namaz kılmamış bir adam olan Kınyas Kartal da secdeden başını kaldırmıyordu.

      O sırada Cemal Gürsel duruma müdahale etmiş. “Biz bir 33’ler katliamı yaptık, hesabını Batı’ya veremedik. Bunun hesabını Batı’ya vermemiz hiç mümkün değildir, dolayısıyla Batı’nın baskısından kurtulmak için bu cezalandırmadan vazgeçmeliyiz.” diyor ve bunda ısrar ediyor. Dolayısıyla bu katliam projesi uygulanamadı. Sonra o katliamla ilgili bazıları hatıratlarını da yazdılar.

      Nevzat Çiçek “Sivas Kampı” diye 300-400 sayfalık bir kitap hazırlamış, oradaki yaşam biçimini anlatıyor. Diyor orada birtakım adamları toplamışlardı, onlar ya şeyhti ya da aşiretleri vardı. İçimizden bazıları vardı ne şeyhti ne aşireti vardı. O da Said Çekmegil diyor. Adamın ne aşireti vardı ne şeyhti.

      MİT Necip Fazıl’ı Takip Ediyor muydu?

      O sırada Site yurdunda kalıyordunuz değil mi? Yurt Kurtuluş’ta mıydı?

      Evet, Kurtuluş’taydı, 3 senem orada geçti. Bu arada unutmadan Üstat Necip Fazıl ile çok ilginç bir hatıram daha var, hemen ekleyeyim. Bir gün üstadın Ankara’da olduğunu öğrendik. Türk Ocağı’nda Mehmet Akif İnan’ın yanında olduğunu söylediler. Mehmet Akif İnan da o sıralarda Türk Ocağı başkanı idi. Koşa koşa Türk Ocağına gittik.

      O zaman Türk Ocağı hastanenin yanındaydı değil mi? Binası Cumhuriyet dönemi mimari akımının ilk öncülerinden olan bir bina.

      Evet. Orada üstadın yanına aceleyle gittik. Üstat orada bana hemen bir vazife verdi. “Git demir yollarına bana bir İstanbul’a dönüş bileti al.” dedi. Para da verdi. İyi hatırlıyorum, 50 lira olabilir. Anadolu’nun köyünden gelen bir adamım. Çıktım yola epeyce otobüs bekledim. Bindim gittim terminale. Terminalde kuyruk vardı. Beklerken epey geciktim. Bileti aldıktan sonra otobüsle dönmek için durakta epey bekledim. Türk Ocağı’na geldiğimde çok gecikmişim. Üstat beni bir haşladı, ne biçim Büyük Doğucusun, böyle tembellik mi olur, böyle iş mi olur, sana dedik yarım saatte bunu bitir gel. Ben de kendimi savunmak için “Üstat otobüs bekledim…” dedim. “Ulan ahmaklığına bir ahmaklık daha ekliyorsun, otobüsü niye bekliyorsun?” Meğer taksi tutacakmışım, taksiye atlayıp gidecekmişim.

      Ona göre para vermiş o zaman.

      Tabii gelirken de gene taksi tutup gelecekmişim. Ben köylü bir adamım, taksiyi ne bilirim? Neyse gecikmeyle üstada biletlerini getirdim. O gün Keçiören’de bir evde toplanılacakmış. Arkadaşlara da haber yaymış. Gittik bir yerde üstatla birlikte yemek yedik. Topluca o eve gittik. Ev muhtemelen Mustafa Arafat’ın eviydi. Büyük bir salonu vardı. Salondaki masaları, sehpaları çektik kenara; diz üstü oturduk, üstat da en baştaki koltuğa oturdu. O gün sahte kahramanlar arasında Mustafaları anlattı.

      Önce Alemdar Mustafa Paşa’yı anlattı. Ondan sonra geçti Reşit Paşa’ya verdi veriştirdi. Ondan sonra bir Mustafa’dan daha bahsediyor ama hiç adını söylemiyor. Bir Mustafadır gidiyor. Bir adam da üstadın yanındaki koltukta oturuyor, konuşmasının bir yerinde dedi ki, “Üstat bu da Mustafa Kemal Atatürk’tür değil mi?” Üstat ona döndü, bağırarak “Ne münasebet!” dedi. Konuşmasına kaldığı yerden devam etti. Konuşmasını bitirdikten sonra ben gittim bir taksi çevirdim. Onlar Mehmet Akif İnan ile arka koltuğa oturdular. Ben de şoförün yanındaki koltuğa oturdum. Üstadı oteline götüreceğiz. Taksiye biner binmez Mehmet Akif’e “Benim yanıma oturan adam kimdi?”diye sordu. Mehmet Akif “Üstat hiç gözümü ısıran biri değildi. Hiç bizim topluluğumuzda, cemaatin içinde görmediğim bir adamdı”dedi. Ondan sonra bana bağırdı, “Sen tanıyor musun? Ben size demiyor muyum gözü kara olacaksınız. Etrafınızdaki insanları tanıyacaksınız. O adam MİT’çiydi, polisti. Adamı getirmişsiniz benim burnumun dibine oturtmuşsunuz. Yanında da teybi vardı. Bak ben nasıl akıllı adamım. Bu da Mustafa Kemal Atatürk deyince ben de bağırarak ne münasebet dedim. Benim sesim de onun teybine girmiştir. O teybi götürse savcının önüne koysa hiçbir şey tutturamaz.”

      El Yazması Eseri İlk Nerede Gördü?

      Hocam, tekrar Necati Lugal Hocanın derslerine dönebiliriz. Mevlâna’da kalmıştık.

      Necati Lugal Hoca dersin birinde sırf Mevlâna’yı anlattı. Mevlâna’nın hem şairlik özelliklerini hem sanat dehasını çok güzel anlattı. Derslerin birinde Muhammed İkbal’den bahsetti. Muhammed İkbal’i o zamana kadar tanıyamamıştım. Necati Lugal Hoca Muhammed İkbal’i “20. yüzyılın Mevlâna’sı” diye tarif ederdi.

      Şiir sanatında Mevlâna’yla atbaşı gittiğini anlatırdı. Meğer Muhammed İkbal ile Avrupa’dan tanışıyorlarmış. Necati Hoca 10-15 sene Almanya’da hocalık yapmış. O sıralarda Muhammed İkbal’i tanımış ve Muhammed İkbal’i çok önemle anlattı. Her dersinde bir şairi anlatıyordu. O şairin şiirlerini, sanat özelliklerini bize tanıtıyordu.

      Bir defasında beni Maaarif Kütüphanesine gönderdi. Millî Kütüphaneden önce Cebeci’de Maarif Kütüphanesi vardı. Oradan Âşık Paşa’nın “Garipname”sinin mukaddimesini kopya edip getirmemi istedi. Hoca demek onun üzerinde çalışıyormuş ki…

      Âşık Paşa Selçuklu dönemi tarihçisi?

      Bu Âşık Paşa şair. Tarihçi olan Âşık Paşa da onun torunun torunudur. Öyle bir bağlantıları var. Bana bir adamın adını da verdi, “Ona söyle senin önüne getirir.” dedi. Ben de gittim göçmen bir adammış bu, o adamla görüştüm “Garipname”yi önüme koydu adam. Ben “Garipname”nin mukaddimesini kopya ettim.

      Osmanlıca?

      Osmanlıca ilk Türkçe eserlerdendir. Orada ilk defa bir el yazması eseri görmüş oldum. O zamana kadar el yazması eser nedir bilmezdim. İlk defa Necati Lugal Hoca beni oraya yönlendirmek suretiyle bir el yazması eser önüme gelmiş oldu.

      Конец ознакомительного фрагмента.

      Текст предоставлен ООО «Литрес».

      Прочитайте эту книгу целиком, купив полную легальную версию на Литрес.

      Безопасно оплатить книгу можно банковской картой Visa, MasterCard, Maestro, со счета мобильного телефона,