Mikâil Bayram

Tarihin Kuyumcusu - Cüceler Nasıl Dev Olur, Devler Nasıl Cüce?


Скачать книгу

içerisinde yer alabiliyor. Dolayısıyla o gün hem Van’da, hem Van çevresinde sizin aşina olduğunuz çevrelerde Nursi ile Mehdilik, Mücedditlik boyutuyla ilişki kuran var mıydı? Yani bugün Fethullah Gülen’in üstlendiği misyonla bir ilişki kurabilir miyiz?

      Bunlar eskiden beri bu tezi öne sürüyorlardı. Said Nursi’nin 20. yüzyılın müceddidi olduğunu sık sık söylüyorlardı. Tabii mücedditlerin sayısı Türkiye’de çok fazla. Diyelim ki bu Arvasilerde, onlarda kendilerine göre 20. yüzyılın müceddidi Abdulhamid’dir. Onlar da II. Abdülhamid üzerinde duruyorlar. II. Abdülhamid’in müceddit olduğunu söylerlerdi.

      Nurcular bu tezi öne sürdükleri zaman Van’da kabul edilmiyordu. Özellikle Arvasiler Nurcuların bu tezlerini kabullenmiyorlardı ve bu yüzden de Said Nursi için “Nevresi” tabirini kullanıyorlardı. Nevresi “yeni yetme” demektir. Nursi yerine Nevresi diyorlardı.

      Tabii Nurcular arasında bu düşünce hâlen mevcuttur.

      Fethullah Gülen kendisini Said Nursi’nin temsilcisi olarak görmektedir. Nurcular da onu öyle görüyorlar. Risale-i Nur talebelerinin lideri konumunda görüyorlar ve Risale-i Nur’u belki en iyi yaşayan, anlatan kişi olarak onu görüyorlar.

      Üniversite yıllarında Ankara’da yurtta olduğumuz bir gün arkadaşlar bir eve gidileceğini, o evde Risale-i Nur okunacağını söylediler. Hatta İhsan Süreyya Sırma da vardı. Grup hâlinde gittik. Küçükesat’ta bir eve vardık. Ev gayet geniş bir ev. Bir binbaşının evi. O binbaşı da Nurcu. Binbaşıdan da Nurcu olmaz ya, işte öyle takdim ediyorlardı. Biz eve geldiğimiz zaman Aykut Edibali evdeydi. Aykut Edibali bizden önce eve gelmiş. Muhtemelen o evde misafirmiş. Yemiş içmişler ve bizi bekliyorlar. Gelenlerin büyük çoğunluğu Nurcu arkadaşlardı.

      Risale-i Nur okumak üzere birisi bir kitap açtı. Hukuk mezunu olan Edibali müdahale etti. Said Nursi’nin Kürt ve Risale-i Nurların zararlı olduğunu, Risale-i Nur okuyacağımıza “Kur’ân-ı Kerim” okumamız gerektiğini söyledi.

      Hasan Basri Çantay’ın mealini orta yere getirdi ve o meali okudu. Arkasından da Mehmet Akif’in “Safahat”ından bir bölüm okudu ve oraya gelenlerin Risale-i Nur okumalarını engelledi. Hem binbaşı hem Edibali birlikte Risale-i Nur okunmasını engellediler.

      Ben ilk defa o zaman anladım ki hem o binbaşı hem Edibali MİT’ten idi. İnsanları bir araya toplayıp Nurculuğun aleyhinde faaliyet göstermelerini sağlamaya çalışıyorlardı.

      Lise yıllarınızda Van’da Risale-i Nur talebelerinden, Arvasilerden, bir de Kâmil Efendi diye birinden bahsettiniz.

      Evet, müritlerinden.

      Van’ın İleri Gelenleri Kimlerdi?

      Van’da o yıllarda hem dindarlığıyla, hem Cumhuriyet Halk Partisi veya Demokrat Parti çevresinde ün salmış kimler vardı?

      Van’da ve çevresinde bazı medrese âlimleri vardı. Onların medreseleri de vardı. O medreselerde eğitim yaparlardı. Fakat onların medreselerinde etraflarında toplanan on kişiyi geçmezdi. 5- 6 müderrisleri vardı. O müderrisler ders verirlerdi. O müderrislerden birisi Zeynel Abidin Efendi’ydi. Özalp müftüsü de oldu.

      Özalp müftüsü olduğu dönemlerde yanına gider gelirdim. Onun da medresesi vardı. 5-6 kişiye ders verirdi. Tabii bunlar Arapça eğitim görüyorlardı. Bunun gibi Molla Ali Ozo diye, Erciş’te bir müderris vardı. Molla Ali Malazgirtliydi, fakat Van’da kalırdı. Molla Ali de talebe okutan bir adamdı. Molla Ali sonradan İstanbul’a gidip yayıncılık yaptı. İstanbul’da Beyazıt çarşısında kitapçı dükkânı vardı. Sürekli tercüme yapıyordu. Kendi kitaplarını kendisi yayımlıyordu.

      Molla Ali dediğiniz kişi Ali Arslan değil mi?

      Evet. Sonra birileri ona yol gösterdi. İlmi kuvvetli bir adam oldu.

      “İslam İnançları” diye bir kitabı var büyük boy.

      Evet. Tercümeler yapıp yayımlıyordu. Sonra onun gibi bir de Molla Abdurrahman vardı. Molla Abdurrahman daha çok İran edebiyatıyla ilgilenir ve Farsça okuturdu. Belki bizim Özalp ve Saray çevresinde en kuvvetli âlim Abdülkadir Yekkoş efendiydi. Bizim hocamızdı Tebriz’den gelen Molla Tahir hocanın da hocası oydu.

      Yekkoş Abdülkadir Efendi gerçekten çok kuvvetli bir âlimdi. Urmiye’de eğitim görmüş. Aslen Yüksekovalıdır fakat gençliğinde İran’ın Urmiye şehrine gitmiş ve orada eğitim görmüş. Önce Saray müftüsüydü. Saray köy olduktan sonra Özalp müftüsü oldu. Sadece bir ya da iki kişiye ders verirdi. Özellikle de edebiyat konularında çok mahir bir adam olduğu için aruz ilmini okuyanlar, İran edebiyatını okumak isteyenler Yekkoş’un yanına gelirlerdi.

      Bizim yörede birçok müftü Saray’a, Özalp’e gelip Yekkoş Efendi’den şiir ve edebiyat öğrenirlerdi. Mesela, Başkale müftüsü uzun süre o zattan eğitim aldı. Böyle bir özelliği vardı.

      Van’da belki en çok sevdiğim, muhabbet ettiğim adam Molla Ali idi. Norşin Camisi’nin imamıydı, Said Nursi’nin köylüsüydü. Said Nursi ile akrabalığı olduğu da söylenirdi. Molla Ali çok otantik bir adamdı. Son derece rahat konuşurdu. Hiçbir hizbe bağlantısı yoktu. Senenin birinde Van’da kendisiyle görüştüğüm zaman benden Mevlâna’yı anlatmamı istedi. “Mesnevi”yi anlatmamı istedi. Ben de kendisine biraz Mevlâna’dan, “Mesnevi”den bir şeyler anlattım. Bu arada Mesnevi’deki “Eşek-Kabak” hikâyesini anlattım. O zamana kadar “Mesnevi”yi okumamış. O hikâyeyi anlattıktan sonra çok tuhafına gitti.

      Erbakan’ın yeğeni Van’da teğmendi. Terhis olacağı zaman arkadaşlarla havaalanına yolcu etmeye gittik. Molla Ali de yanımızda. Orada arkadaşı konuşturdular; kiminle kalıyorsun, kimsin şudur budur. “Babam öldü ben annemle birlikte kalıyorum.” dedi. Öyle deyince Molla Ali hemen devreye girdi, “Kurban benim de karı öldü senin ananı ver bana ben alayım.”

      Böyle rahat bir adamdı. Fakat müthiş bozuldu çocuk. Sonra birileri yanaştılar yanına, “Bu molladır, bunların hâlleri böyledir. Sansürlü konuşmayı bilmezler.” dediler.

      Medreseleri Abartıyor muyuz?

      Sırası gelmişken medrese nedir? Sizin anlatımınızdan anlaşıldığı kadarıyla biraz Arapça, biraz “Kur’ân-ı Kerim” bilen birisi bir evin bir odasını medrese yapıyor, köylerden de 3-5 kişiye ders veriyor. Öğrenci belli saatlerde geliyor veya uygun yer varsa orada da yatıp kalkıyor. Orada üç dört sene kalıyor. Sonra eğitim bitince hadi git deniyor.

      Molla olup çıkıyor.

      Bilinen durum bu. Aman aman çok iyi bir eğitim değil. İkinci bir husus Türkiye’de Anadolu’da olduğu gibi orada bir hafız yetiştirme geleneği yok. Dini öğretiyor; fakat sistematik, İslam’ı bütünleyici, kuşatıcı bir İslam öğretisi de yok.

      Şimdi bazı medreseler yasaklanmıştı. Yasak olduğu için zaman zaman jandarmalar medreselere baskın düzenliyorlardı. Adamları yakalayıp hapse atıyorlardı. Sonradan bir kanunla “Kur’ân Kurslarının” açılmasına izin verildi.

      İmam hatiplerin açılmasının akabinde “Kur’ân Kurslarının” da açılmasına izin verildi. Sonra bizim o yörelerde de bazı medreseler “Kur’ân Kursu” açıyoruz gibilerinden müsaade alıyorlardı.

      Hoca efendiler buralarda üç beş kişiyi eğitiyorlardı. Fakat yörede bazı medreseler çok kuvvetliydi. Kuvvetli olan medreselerden birisi Bitlis’in Norşin medresesi idi. En kuvvetli hoca efendiler orada, sonra da Tillo’da olurdu.

      Devlet-Millet İlişkisi Nasıldı?

      Hocam, siz ortaokula başladığınızda diğer öğrencilerden 3-4 yaş büyüktünüz. Öğretmenleriniz