tarihinde dindar kesimler de genelde sanki bu Türk ve Turanist şeye paralel hareket ettiler. Tabii devlet de onları öyle yetiştirdi. İnsanlarımız öyle eğitim gördüler. Devlette ve dindar kesimlerde dahi Kürtçe konuşmayı çok ayıplarlardı; biz bunları çok defalarca gördük yani. Dindar, Müslüman bir adamdır. Ama birisi Kürtçe konuştu mu dindarlığı biter.
Bu konuyla ilgili Hayrettin Karaman’la bir hatıram var; Senenin birinde Hayrettin Karaman bizim İhsan Süreyya Sırma ile Konya’ya geldiler. Bir panele katılacaklardı. Biz de gittik havaalanında onları karşıladık. Hayrettin Karaman’la İhsan Süreyya Sırma bize doğru geldiler. İhsan Süreyya Sırma benim sınıf arkadaşımdı. Talebeliğimizden beri onunla Kürtçe konuşuruz, birbirimize Kürtçe şiir okuruz. İhsan Süreyya’ya Kürtçe bir şiir okudum.
“Here şoku
Here şenge
Bı bıt kurbante canan”
gibi böyle şiirler okudum. Hayrettin Karaman, eliyle işaret edip “Ayıp ayıp, çok ayıp!” dedi. Ondan sonra da benimle konuşmadı. El dahi sıkışmadı. Bana arkasını döndü.
Hayrettin Karaman gibi bir adam bu düşüncede neşvünema bulmuş, diğer münevver Müslüman insanlar da bundan farklı değillerdi.
Ancak son zamanlarda bu biraz yıkıldı. Sonra biz ilkokul talebesiyken sınıfımızda Kürt ailelerin çocukları da bulunurdu. Onlar Türkçe bilmezlerdi. Öğretmen de onlarla tek tek meşgul olamazdı. Biz Türkçe bilen çocuklar onlara -Kürt çocuklara- Türkçe öğretirdik. Kürtçe konuşmak yasaktı. Fakat çocuk ağzından Kürtçe bir söz kaçırdı mı öğretmene söylerdik. Kaç kelime Kürtçe konuşmuşsa o kadar eline cetvelle vurarak cezalandırırdı. Yani düşünün, o çağda bile bu kadar ağır bir baskı vardı.
Sizin ortaokula gittiğiniz yıllarda Menderes iktidarı var. 17 yaşında genç bir adamsınız. O zamanki gençliğin Menderes iktidarına, CHP’ye bakışı nasıldı? En azından 17 yaşındaki bir delikanlının bu bakışı önemli. Yani Menderes gelince sizin o bölgelerde ne değişti? Önceden neydi, Menderes hükûmeti ile birlikte neler oldu?
Bir defa Menderes iktidarından önce, yani 50’li yıllarda Genelkurmay Başkanı Fevzi Çakmak’ın bütün illere gönderdiği bir genelgesi vardı. O genelgeyi bizim tarihçiler son zamanlarda ortaya çıkardılar. Genelgede Fevzi Çakmak, “Sekenesi Kürt olan köylere okul yapılması yasaktır.” diyordu.
Özalp’in 95 pare köyü var. O köyler içinde sadece Saray’da ilkokul vardı. Bizim çocukluğumuz da böyleydi. Okul yapmak yasaktı yani.
Vanlılar Üniversite İsteyince Ferid Melen Ne Verdi?
Şimdi burada bir çelişki var; yani öğretmen okula gelip Kürt ailenin çocuğunu Türkçe bilmiyor diye cezalandırıyor, devlet de bir taraftan Kürtlerin bulunduğu köye okul yapmayarak onların Türkçe öğrenmesini sağlamamış oluyor.
Biraz sonraki yıllara ait olmuş olacak ama konuyu aydınlatması bakımından önemlidir.
Bizim Ferid Melen diye bir milletvekilimiz vardı. Maliye Bakanlığı yaptı. Ferid Melen kendisini Saray’a nisbet eder, ben Saray doğumluyum der. Hâlbuki yalan, Saraylı değil Bursalıdır. Fakat babası bizim orada hudutta gümrükte muhafaza memurluğu yapmış, ondan dolayı Van’la bir ilgisini kuruyor ve Van’dan milletvekili seçildi birkaç devre.
Şimdi Van’da senenin birinde toplandılar. Ferid Melen partisinin durumunu anlatıyor. Halk da onu takip ediyor. Halil Alpay adındaki bir zat Ferid Melen’e “Efendim artık İstanbul, Ankara’nın dışında da vilayetlere üniversite yapılıyor. (O sıra Trabzon’da Karadeniz Teknik Üniversitesi kurulmuş.) Van’da da bir üniversite kurulsun. Bu yönde bir çalışma yürütseniz. Van’a da bir üniversite yapılsın.” diyor.
Ferid Melen ona kızarak “Ne münasebet, Van’da üniversite, Kür-dolara.” der.
Aynen bu tabiri kullandı. “Kürdolara üniversite yapılır mı?” dedi. Kürt çocukları gelip burada okuyacaklar.“Olur mu öyle şey?” diye azarladı. Onun oğlu Mithat Melen geçen dönem MHP milletvekiliydi.
Münevverlerin mentalitesi böyleydi.
Biz ortaokulu bitirdik, benimle beraber mezun olan arkadaşların hepsi Van’a gidip liseye kayıt oldular. Babam liseye gitmemi istemiyor. Babam, “Askerlik çağın gelmek üzere git askerliğini yap, askerden dönünce de ben emekli olacağım, sen de benim yerime tahsildar ol.” dedi.
Babamın en büyük ideali onun yerine tahsildar olmamdı. Babam bunu düşünüyor. Diyorum işte arkadaşlarımın hepsi gittiler liseye kaydoldular. Ben de gideyim diyorum. Babam rıza göstermiyor. En sonunda birileri sanıyorum babama demiş, o da rıza gösterdi. Fakat sanat mektebine gitmemi istedi. Van’da da lise seviyesinde iki okul var. Bir sanat mektebi bir de lise var, düz lise. Van’a gittim arkadaşlarımla görüştüm. Baktım arkadaşlarımın hepsi düz liseye gitmişler, ben de gittim düz liseye kaydımı yaptırdım. Babam iki-üç ay sonra öğrendi düz liseye gittiğimi.
Tabii bir de yurt lazım. Van’da da hiç yurt yoktu. Başkale’den, Adilcevaz’dan, Ahlat’tan, Patnos’tan, Erciş’ten, Muradiye’den gelen talebeler hep evlerde kalırlardı. Ben bu çocuklarla birlikte evde kalamazdım, çünkü param yoktu. Ben de mecburen camide kalıyordum. Van’ın en büyük camisi Büyük Cami’dir. Yatsı namazından sonra cemaat dağılınca camiye gidiyordum. Üst kattaki seccadelerden, halılardan kendime yatak yapıp yatıyordum. Sabahleyin de erkenden uyanırdım. O seccadeleri yerine koyardım, aşağı iner abdestimi alır, sabah namazını cemaatle birlikte kılardım.
İmamın, müezzinin haberi yok bu durumdan.
Bir Siirtli müezzin vardı. Bir ara onun haberi oldu. Fakat ben kendisine kalacak yerim olmadığı için camide kaldığımı söyledim. Tabii bu dediğim okulun ilk açıldığı aylarda oldu. Daha sonraki dönemlerde arkadaşların yanlarına gidiyordum. Bir dönem Adilcevazlıların arasına girdim, Adilcevazlıların yanında kaldım. Bir dönem de bir defasında camide çok ağır bir şekilde hastalanmışım, üşütmüşüm. Öyle üşütmüşüm ki hiç hâlim yok. Tir tir titriyorum. Ne yapayım, ne edeyim, kahvesine gittiğim bir otel vardı. Erciş Oteli. Erciş Oteli’ne gittim. Dedim bana bir yatak verin. Adam da baktı bana, durumumun kötü olduğunu fark etti. Beni üst kata çıkarttı. Bana bir yatak verdi, ben o üst katta (teras katıydı) yatağa girdim ısınamıyorum bir türlü. Fakat o çocuk da (genç çocuk, otele bakan çocuk) ara ara geliyor bana bakıyor benim durumumun kötü olduğunun farkına varmış. Biz arkadaşlarla onların otelinin bahçesine gelirdik. O gitmiş bizim arkadaşları bulmuş. “Yahu sizin arkadaşınız ölüyor!” demiş. İki arkadaş çıktılar geldiler otele benim durumumu gördüler. Onlar gittiler bir eczacıyı alıp getirdiler. Eczacı anlaşılıyor ki bana penisilin vurdu. Onun yaptığı iğnelerle ben kendime geldim. Ve ondan sonra da o hastalığımdan dolayı yedi gün rapor aldım. O yedi gün rapor süresinde köye gittim. Köyde iyileşmeye çalıştım. Fakat döndükten sonra o arkadaşlardan Aziz Açışlı diye bir arkadaşıma Demokrat Parti binasında oda vermişler; o da fakir ailenin bir çocuğuydu. Gelince “Sen yatak getir, benim odam geniştir. Sen de benim yanımda kal.” dedi. Dediğini yaptım, yatağımı sırtladığım gibi Demokrat Parti binasına getirdim. O seneyi Aziz Açışlı’yla birlikte Demokrat Parti binasında geçirdik.
Hem Aziz Açışlı hem de benim matematik derslerimiz çok kuvvetliydi. Geometri, cebir, fizik derslerimiz çok iyi olurdu. DP’li bazı kişilerin çocukları gelirdi, onlara ders verirdik. Oranın kirasını da o şekilde ödemiş olurduk. Ayrıca cebir dersi zayıf olan arkadaşlarımız vardı. Onlara da ders verirdik. Onlardan da para aldığımız olurdu. Tabii derslerimizin kuvvetli olması hasebiyle lisede de hocalarımız bizi himaye ederlerdi.