Люси Мод Монтгомери

Adanın Kızı Anne


Скачать книгу

yapıyorlar.” dedi Phil. “Benim de sana göstermek istediğim mükemmel küçük bir yer var Anne. Bir milyoner tarafından yapılmamış. Parktan çıkar çıkmaz gördüğün ilk yer. Spofford Bulvarı hâlâ bir köy yoluyken yetişmiş. İnşa edilmemiş, yetişmiş! Bulvardaki evler umurumda değil. Çok yeniler. Ama bu bahsettiğim yer âdeta rüya gibi ve adı… En iyisi görünceye kadar bekle.”

      Parkın dışındaki çamlarla püskül misali çevrelenmiş tepeden çıkarken bu yeri gördüler. Tam da zirvenin üzerinde, Spofford Bulvarı’nın düz bir yola doğru tükendiği yerde, iki tarafındaki çamların koruyucu kollarını alçak çatısının üzerine uzattığı beyaz ve küçük bir ev vardı. Kırmızı ve altın renginde asmaların arasındaki yeşil panjurlardan pencereler dışarı bakıyordu. Evin önünde alçak taş duvarlarla çevrili küçük bir bahçe vardı. hâlâ ekim ayında olsalar da bahçe eski usul, mistik çiçekler ve fundalarla süslüydü. Mayıs çiçekleri, kara pelinler, melisalar, mine çiçekleri, petunyalar, çuha çiçekleri ve kasımpatılarla doluydu bahçe. Zikzak örülmüş ufak bir kiremit duvar uzanıyordu bahçe kapısından verandaya kadar. Evin tamamı uzaklardaki bir köy evinden taşınmış gibiydi sanki. Yine de bu evde, en yakın komşusu olan tütün kralının kocaman bir bahçe ile çevrili sarayını kaba saba ve basit gösteren bir detay vardı. Phil’in de dediği gibi bu fark, yapılmış olmakla yetişmiş olmak arasındaki farktı.

      “Hayatımda gördüğüm en tatlı yer.” dedi Anne keyifle. “Bana o eski, tatlı, tuhaf sızılarımdan birini yaşatıyor. Bayan Lavendar’ın taş evinden bile daha tatlı ve tuhaf.”

      “Özellikle ismine dikkat etmenizi istiyorum.” dedi Phil. “Dış kapının üzerindeki kemere beyaz harflerle ne yazıldığına bakın. ‘Patty’nin Yeri’… Dehşet bir şey değil mi? Hem de Pinehursts, Elmwolds ve Cedarcroftsların bulunduğu bir bulvarda ‘Patty’nin Yeri’ olmak! Bayıldım!”

      “Patty’nin kim olduğunu biliyor musun peki?” diye sordu Priscilla.

      “Patty Spofford’un bu evin sahibi olan yaşlı kadın olduğunu öğrendim. Burada yeğeni ile yüzyıldır yaşıyor neredeyse. Yani muhtemelen o kadar da değildir Anne. Abartı şiirsel düşlerin bir parçası. Anladığım kadarıyla zengin ahali bu evi birçok kez satın almaya kalkmış. İnanır mısınız evin karşılığı ufak bir servet ediyormuş ama ‘Patty’ hiçbir şekilde satmaya yanaşmamış. Evin arkasında ise avlu yerine elma bahçesi var. Biraz geçtiğimizde görürsünüz. Spofford Bulvarı’nda gerçek bir elma bahçesi!”

      “Bu gece Patty’nin Evi’nin hayalini kuracağım.” dedi Anne. Nedense buraya ait olduğumu hissediyorum. Acaba evin içini görme şansımız olur mu?”

      “Pek olası değil.” dedi Priscilla.

      Anne gizemli bir tebessüm etti.

      “Evet, olası değil. Ama ben bunun olacağına inanıyorum. İçimdeki tuhaf, sinsi bir his, buna önsezi de diyebilirsiniz, Patty’nin Evi ile tanışacağımızı söylüyor.”

      BÖLÜM 7

      YENİDEN EVDE

      Redmond’daki ilk haftalar uzun gibi gelse de dönemin geri kalan kısmı rüzgârın kanatları misali uçup gitti. Öğrenciler daha ne olduğunu anlayamadan kendilerini Noel sınavlarının kıskacında buluverdiler ve bu zorlu durumdan iyi kötü zaferle ayrıldılar. Birinci sınıflar liderliği şerefi Anne, Gilbert ve Philippa arasında gidip geliyordu. Priscilla ise oldukça başarılıydı. Charlie Sloane ise ucu ucuna geçmeyi başardı. Tabii kendinden emin bir şekilde her şeyde liderliğe oynar gibi davranmayı ihmal etmedi.

      “Yarın bu zamanlar Green Gables’ta olacağıma inanamıyorum.” dedi Anne seyahatinden bir önceki gece. “Ama olacağım ve sen Phil, Alec ve Alonzo ile birlikte Bolingbroke’ta olacaksın.”

      “Onları görmek için can atıyorum.” diye itiraf etti Phil kemirdiği çikolataya ara verince. “Onlar çok hoş çocuklar biliyor musun? Dansların, gezintilerin eğlencelerin sonu gelmiyor. Tatillerde benimle birlikte gelmediğin için seni asla affetmeyeceğim Kraliçe Anne.”

      “Senin için ‘asla’ sadece üç gün sürer Phil. Bana sorman çok tatlıydı ve bir gün seninle Bolingbroke’a gitmek isterim. Ama bu yıl olmaz. Eve gitmek zorundayım. Bunu ne kadar istediğimi bilemezsin.”

      “Çok da iyi zaman geçirmeyeceksin.” dedi Phil küçümsercesine. “Bir iki el işi ekibi olacaktır diye tahmin ediyorum. Bütün ihtiyar dedikoducular hem yüzüne karşı hem de arkandan konuşacaklar. Yalnızlıktan öleceksin yavrum.”

      “Avonlea’de mi?” dedi fazlasıyla eğlenen Anne.

      “Eğer benimle gelseydin muhteşem vakit geçirirdin. Bolingbroke saçlarına, tarzına, her şeyine deli olurdu Kraliçe Anne. Sen çok farklısın. Tam bir başarı olurdun ve ben senin yansıyan ışığında aydınlanırdım. ‘Gül olmasam bile güle yakın olurdum.’ Gelsen ya işte Anne!”

      “Sosyal zafer tasvirlerin oldukça etkileyici Phil. Ama ben bu tasviri dengeleyecek başka bir tasvir yapacağım. Her ne kadar şimdilerde rengi solmuş olsa da bir zamanlar yeşil olan eski bir çiftlik evinin olduğu bir kırsala gidiyorum. Yapraksız elma bahçelerinin arasında duruyor. Aşağısında bir dere, ötelerde ise aralık köknarlarının olduğu bir koru var. Yağmurun ve rüzgârın parmaklarının çaldığı arpın sesini duyabiliyorum. Yakınlarında şu sıralar grileşmiş ve kuluçkaya yatmış bir gölet var. Evin içinde yaşlıca iki hanım var. Biri ince uzun, diğeri şişman ve kısa. Bir çift de ikiz var. Bunlardan biri model olacak çocuk, diğer ise Bayan Lynde’in tabiriyle ‘aşırı haylaz’. Verandanın üzerinde üst katta, eski hayallerin duvarında asıldığı, pansiyon döşeği sonrasında lüksün zirvesi olacak kocaman, şişman, görkemli bir tüy yatak barındıran bir oda var. Benim tasvirim nasıl Phil?”

      “Pek sıkıcı gibi.” dedi Phil yüzünü ekşiterek.

      “Ama asıl farklılığı atladım.” dedi Anne yumuşakça. “Orada sevgi olacak Phil. Sadık, hassas sevgi. Dünyanın başka bir yerinde asla bulamayacağım türden bir sevgi. Beni orada sevgi bekliyor ve bu da benim tasvirimi bir şahesere dönüştüren şey, renkler pek parlak olmasa da.”

      Phil sessizce ayağa kalkıp elindeki çikolata kutusunu bir kenara koydu ve Anne’e sarıldı.

      “Anne, keşke ben de senin gibi olsaydım!” dedi ciddi bir şekilde.

      Diana bir sonraki gece Anne’i, Carmody istasyonunda karşıladı. Yüzeyine yıldızlar ekilmiş sessiz gökyüzünün altında eve döndüler. Onlar yaklaşırken Green Gables’ta bir festival havası esiyordu. Evin bütün pencerelerinde ışık vardı ve bu ışıkların parlaklığı karanlığı ateş kızılı tomurcuklar misali delerek geçiyor, Lanetli Koru’nun siyahlığına doğru salınıyordu. Bahçede yakılan ateşin etrafında dans eden iki küçük silüet vardı ve bunlardan biri, at arabası kavakların altından döndüğü sırada, esrarengiz bir çığlık attı.

      “Davy bunu Kızılderililerin savaş çığlığı olarak atıyor.” dedi Diana. “Bay Harrison’ın işçi çocuğundan öğrenmiş. Sen geleceksin diye pratik yapıp duruyordu. Bayan Lynde sinirlerini yıprattığını söylüyor. Sinsi sinsi arkasından yaklaşıp çığlığı basıyor. Senin için şenlik ateşi yakmak istedi özellikle. İki hafta boyunca çalı çırpı topladı. Ateşi yakmadan önce gaz yağı dökebilmek için de Marilla’nın başının etini yedi. Kokudan anladığım kadarıyla Marilla gaz yağına razı gelmiş. Bayan Lynde, Davy’nin fırsat bulursa hem kendisini hem de etrafındaki herkesi havaya uçuracağını söyledi.”

      O sırada Anne at arabasından inmişti ve Davy coşkuyla bacaklarına sarıldı. Bu arada Dora da eline