Люси Мод Монтгомери

Adanın Kızı Anne


Скачать книгу

değişmelerinin tuhaf olduğunu söylüyor. Ben halalara bayılırım, büyük halalardan ise nefret ederim. Eğer sizin için sorun olmayacaksa lütfen bana sık sık güzel olduğumu söyleyin. Güzel olduğuma inanabildiğim zamanlarda çok daha rahat hissediyorum kendimi. Siz de aynı şekilde karşılık vermemi isterseniz bunu gönül rahatlığıyla yapabilirim.”

      “Teşekkürler.” diye güldü Anne. “Ama Priscilla ve benim dış görünüşümüz hakkındaki kanaatlerimiz o kadar kesin ki dışarıdan güvence arama ihtiyacı hissetmiyoruz. Yani zahmet etmene gerek yok.”

      “Benimle alay ediyorsun. Rahatsız edici derecede kibirli olduğumu düşündüğünüzü biliyorum. Ama bu doğru değil. İçimde zerre kadar kibir yok. Eğer hak ediyorlarsa diğer kızlara iltifat etmekten zerre gocunmam. Sizinle tanıştığıma çok memnun oldum. Buraya cumartesi günü geldim ve o gün bugündür yuva özleminden neredeyse öleceğim. Korkunç bir duygu değil mi? Bolingbroke’ta önemli bir kişiyken Kingsport’ta hiç kimseyim. Ruhumun karardığı zamanları hissettiğim oldu. Siz nerede kalıyorsunuz?”

      “St. John Caddesi, no: 38.”

      “İyi iyi… Ben de Wallace Caddesi’nin hemen köşesindeyim. Kaldığım pansiyonu sevmiyorum ama. Çok kasvetli ve yalnız. Odam da kötü bir arka avluya bakıyor. Dünyanın en çirkin yeri. Kedilere gelince, Kingsport’un bütün kedilerinin orada toplanamayacağı aşikâr fakat en azından yarısının orada olma mecburiyetleri var gibi geliyor. Şömine önü halısının üzerinde güzel, dostane ateş karşısında uyuklayan kedileri çok severim. Ama arka avlunun gece kedileri tamamen farklı bir tür. Burada bulunduğum ilk gece sabaha kadar ağladım. Kediler de aynı şekilde ağladı. Sabah burnumun ne hâlde olduğunu görmeliydiniz. Evden ayrılmamayı nasıl da istedim!”

      “Madem bu kadar kararsız bir insansın Redmond’a gelmeye nasıl karar verdin, anlamış değilim.” dedi keyifli Priscilla.

      “Tanrı iyiliğini versin hayatım. Ben karar vermedim. Buraya gelmemi babam istedi. Kalbinde bu vardı ama sebebini bilmiyorum. Lisans derecesi almak için öğrenim görmem çok saçma geliyor değil mi? Ama mesele bunu yapabilecek olmam değil elbette. Yığınla beynim var benim.”

      “Ah!” dedi Priscilla belli belirsiz.

      “Evet. Ama asıl sorun beynini kullanmakta. Lisans derecesi sahibi insanlar da bilgili, ağırbaşlı ciddi yaratıklar. Öyle olmak zorundalar. Hayır, ben Redmond’a gelmek istemedim. Babamı sevindirmek için yaptım bunu. Kendisi tam bir ördek. Ayrıca evde olsaydım evlenmek zorunda kalacaktım. Annemin istediği buydu. Hem de kesinlikle istiyordu bunu. Annemde kararlılık bol miktarda var. Ama şimdilik evlenme fikrinden nefret ediyorum. Evlenip barklanmadan önce bol bol eğlenmek istiyorum. Lisans derecesi almam evlenip barklanmam kadar absürt bir fikir, öyle değil mi? Daha on sekiz yaşındayım. Evlenmektense Redmond’a gelmeyi tercih ederim diye düşündüm. Ayrıca kiminle evleneceğime nasıl karar vereceğim ki?”

      “Çok mu talibin var?” diye güldü Anne.

      “Sürüsüne bereket. Erkekler benden çok hoşlanıyorlar. Gerçekten. Ancak dikkate değer sadece iki kişi vardı. Geri kalanı çok genç ve çok fakirdi. Zengin bir adamla evlenmem lazım benim. Anlarsınız ya.”

      “Neden peki?”

      “Beni fakir bir adamın karısı olarak hayal edemezsin tatlım, edebilir misin? İşe yarar tek bir şey yapamam çünkü ben aşırı müsrif biriyim. Kocamın yığınla parası olmalı. Böylece aday sayısını ikiye indirdim. Ama iki kişi arasında karar vermek iki yüz kişi arasında karar vermekten daha kolay bir iş değil benim için. Hangisiyle evlenirsem evleneyim diğeri ile evlenmediğim için hayatımın sonuna kadar pişmanlık duyacağımı çok iyi biliyordum.”

      “Peki, ikisinden birini sevmiyor muydun?” diye sordu Anne ufak bir tereddütle. Hayatın büyük gizemi ve dönüşümü hakkında bir yabancı ile konuşmak onun için kolay değildi.

      “Aman Tanrı’m, hayır! Ben kimseyi sevemem. İçimde yok. Ayrıca sevmek de istemem. Âşık olmak insanı tam bir köle yapıyor bence. Hem bir erkeğe seni incitmesi için müthiş bir güç vermiş oluyorsun. Bundan korkardım. Hayır, hayır. Alec ve Alonzo çok iyi çocuklar. İkisinden de o kadar hoşlanıyorum ki hangisinden daha çok hoşlandığımı gerçekten bilmiyorum. Sorun da bu zaten. Alec daha yakışıklı. Ben tabii ki de yakışıklı olmayan bir erkekle evlenemem. Üstelik huyu suyu da iyi. Hem de çok hoş kıvırcık siyah saçları var. Kendisi çok mükemmel. Ben de kusur bulamayacağım mükemmel bir koca isteyeceğimi zannetmiyorum.”

      “Peki o zaman neden Alonzo ile evlenmedin?” diye sordu Priscilla ciddiyetle.

      “İsmi Alonzo olan biri ile evlenme fikri!” dedi Phil hüzünle. “Buna dayanabileceğimi zannetmiyorum. Ama klasik bir burnu vardı ve ailede güvenilebilecek bir burun olması rahatlatıcı bir şey. Ben kendi burnuma güvenemiyorum. Şu ana kadar Gordon kalıbına uygunluk gösterdi. Ama yaşım ilerledikçe Byrne özelliklerine meyleder diye korkuyorum. Her gün hâlâ Gordon olduğundan emin olmak için inceliyorum burnumu. Annem bir Byrne ve Byrneliğin en üst seviyesinde bir Byrne burnuna sahip. Bekleyin ve görün. Ben güzel burunlara bayılırım. Senin burnun feci güzel Anne Shirley. Alonzo’nun burnu dengeyi kendi lehine çevirmişti. Fakat Alonzo! Hayır, karar veremedim. Şapkaları seçerken yaptığımı yapabilseydim, ikisini de yan yana koyup gözlerimi kapatıp şapka iğnesini fırlatabilseydim. Çok kolay olurdu.”

      “Sen buraya geldiğinde Alec ve Alonzo neler hissediyordu peki?” diye sordu Priscilla.

      “Hâlâ ümidi vardı ikisinin de. Ben kararımı verinceye dek beklemeleri gerektiğini söyledim. Beklemeye de seve seve razılar. İkisi de bana tapıyor, anlarsınız ya. Bu arada iyi vakit geçirmeye kararlıyım. Redmond’da yığınla talibim olacağına eminim. Eğer talibim olmazsa mutlu olamam, anlarsınız ya. Peki, siz de birinci sınıfların çirkin olduğunu düşünüyor musunuz? İçlerinde sadece bir tanesi gerçekten yakışıklıydı. Siz gelmeden önce gitti. Kankasının ona ‘Gilbert’ dediğini duydum. Arkadaşının ta buraya kadar çıkık gözleri vardı. Peki şimdi gidiyor musunuz kızlar? Daha gitmeyin olur mu?”

      “Bence gitmemiz gerekiyor.” dedi Anne oldukça soğuk bir şekilde. “Geç oldu ve yapacak işlerim var.”

      “İkiniz de beni görmeye gelirsiniz, değil mi?” diye sordu Philippa ayağa kalkıp iki kolunu da kızlara dolayarak. “Sizi ziyaret etmeme de izin verin. Ben sizinle kanka olmak istiyorum. İkinizden de çok hoşlandım. Saçmalıklarımla midenizi bulandırmadım, değil mi?”

      “Hiç alakası yok.” diye kahkaha atan Anne, Phil’in dokunuşuna samimiyetle karşılık verdi.

      “Çünkü dışarıdan göründüğümün yarısı kadar bile şapşal değilim. Philippa Gordon’u Tanrı’nın yarattığı şekilde tüm kusurlarıyla kabul etmeniz gerekiyor sadece. Ayrıca onu seveceğinizden de eminim. Bu mezarlık tatlı bir yer değil mi? Ben buraya gömülmek isterdim. Baksanıza kızlar, şu demir korkuluklarla çevrili olan mezarı daha önce görmemiştim. Taşın üzerinde Shannon ve Chesapeake mücadelesinde vefat eden bir denizci olduğu yazıyor. Bir düşünsenize!”

      Korkuluğun yanında duran Anne, yıpranmış mezar taşına bakınca kalbi ani bir heyecanla küt küt atmaya başladı. Uzun gölgelerle dolu, ağaçlarla kaplanmış eski mezarlık gözünün önünden kayboldu. Bunun yerine yüzyıl öncesinin Kingsport limanını gördü. İngiliz kırmızı sancağı dalgalanan koca bir fırkateyn sislerin arasından yavaş yavaş çıktı. Arkasında ise hareketsiz kahraman bir figür yıldızlı bayrağını kuşanmıştı. Güvertede cesur Lawrence uzanıyordu. Zamanın parmakları sayfalarını geriye çevirdi ve Shannon, ganimeti Chesapeake ile birlikte körfeze doğru muzaffer bir şekilde yol almaya başladı.

      “Geri dön Anne Shirley, geri dön.”