yumuşak bir şekilde.
“Peki yeni arkadaşımız hakkında ne düşünüyorsun?” diye sordu Priscilla, Phil yanlarından ayrıldıktan sonra.
“Ondan hoşlandım. Bütün saçmalığına rağmen onda sevilesi bir taraf var. Kendisinin de dediği gibi göründüğünün yarısı kadar bile şapşal olduğuna inanmıyorum. Candan, öpülesi bir bebek ve gerçekten bir gün büyür mü bundan emin değilim.”
“Ben de ondan hoşlandım.” dedi Priscilla kararlı bir şekilde. “Ruby Gillis gibi erkekler hakkında çok konuşuyor. Ama Ruby’nin bu türden konuşmalarını duymak beni öfkelendirip tiksindirdiği hâlde iyi huylu Phil beni sadece güldürüyor. Neden böyle acaba?”
“Arada bir fark var.” dedi Anne düşünceli bir hâlde. “Bence bu farkın sebebi Ruby’nin erkekleri çok iyi tanıyor olması. Aşk meşk işlerine oynuyor. Ayrıca çok fazla sevgilisi olduğunu söylerken bunu karşısındakinin yüzüne vurmak için yapıyor. Diğerlerinin o kadar çok sevgilisi olmadığını söylemek ister gibi. Phil ise sevgililerinden kankalarından bahseder gibi bahsediyor. Erkekleri iyi dostlar olarak görüyor. Peşinde bu kadar çok dolanmalarından hoşlanmasının sebebi popüler olmayı ve popüler olduğunun düşünülmesini sevmesi. Alex ve Alonzo bile, artık bu iki ismi birbirinden ayrı düşünmeyi başaramayacağım, onunla hayat boyu oyun oynamak isteyen iki oyun arkadaşı ona göre. Onunla tanıştığımıza ve Eski St. John’a geldiğimize sevindim. Galiba bu öğleden sonra Kingsport topraklarına ufacık bir ruh kökü ektim. Umarım yani. Ekinimin yerini değiştirmekten nefret ederim çünkü.”
BÖLÜM 5
EVDEN MEKTUPLAR
Anne ve Priscilla takip eden üç hafta boyunca uzak bir diyardaki yabancılar gibi hissettiler. Sonra aniden her şey, Redmond, hocalar, sınıflar, öğrenciler, dersler ve sosyal faaliyetler netleşmeye başladı. Hayat birbirinden bağımsız parçalardan oluşmak yerine yeniden bütüncül bir hâl aldı. İlk sınıf öğrencileri birbiriyle alakasız fertlerin toplamı olmak yerine kendilerini bir sınıfın içinde buldular. Bu sınıfın bir ruhu, gürültüsü, ilgileri, nefreti ve hırsları vardı. Her yıl düzenlenen bölüm koşusunda ikinci sınıflara karşı galibiyet elde ederek tüm sınıfların saygısını kazandılar ve öz güvenleri arttı. Üç yıl boyunca “koşuyu” ikinci sınıflar kazansa da bu senenin galibiyeti Gilbert Blythe’ın stratejik liderliği sayesinde elde edildi. Mücadeleyi yöneten Gilbert’ın geliştirdiği yeni taktikler ikinci sınıfların moralini bozdu ve birinci sınıfları zafere taşıdı. Bu becerisinin ödülü olarak Gilbert birinci sınıfların başkanı seçildi. Çok kişi tarafından arzu edilen bu görev hem prestijliydi hem de sorumluluk gerektiriyordu, en azından birinci sınıfa giden biri için. Gilbert ayrıca birinci sınıflara nadiren bir şans veren “Lambalar” (Lamba Teta Alfa kardeşlik grubunun Redmondcası) grubuna da davet edildi. Bu örgüte girmek için katlanması gereken ilk eziyet, kadın bonesi takıp çiçeklerle süslü basma kumaştan bir mutfak önlüğü giydikten sonra Kingsport’un işlek caddelerinde bir gün boyunca yürümekti. Bu işi neşeyle yaptı. Karşılaştığı tanıdık hanımları bonesini zarifçe çıkarak selamladı. Lambalar’a davet edilmeyen Charlie Sloane, Gilbert’ın bunu nasıl yapabildiğini anlayamadığını söyledi. Kendisini bu şekilde asla küçük düşüremeyeceğini de vurguladı.
“Charlie Sloane’un basma önlük giyip kadın bonesi taktığını düşünsene.” diye kıkırdadı Priscilla. “Yaşlı büyükannesi Sloane’a benzerdi aynen. Gilbert ise kadın kıyafetleri içinde bile hâlâ bir erkeğe benziyor.”
Anne ve Priscilla, Redmond’ın sosyal yaşamının tam ortasında buluverdiler kendilerini. Bu durumun böylesine hızlı gerçekleşmesinin en önemli sebebi ise Philippa Gordon’dı. Philippa, zengin ve tanınmış bir adamın kızıydı. Eski ve köklü bir Nova Scotia ailesinin mensubuydu. Bütün bunlara bir de güzelliği ve etkileyiciliği -onunla tanışan herkesin kabul ettiği bir etkileyicilikti bu- eklenince Redmond’daki bütün grupların, kulüplerin ve sınıfların kapıları derhâl açıldı. Onun gittiği her yere Anne ve Priscilla da gidiyordu. Phil, Anne ve Priscilla’ya “tapıyordu” özellikle de Anne’e. Her türden züppeliğe uzak içi dışı bir, sadık bir kızcağızdı. “Beni seven arkadaşlarımı da sever.” şeklinde bilinç dışı bir mottosu var gibi görünüyordu. Gittikçe genişleyen çevresine bu iki kızı pek de çabalamadan dâhil etti. İki Avonlea kızı Redmond’ı kendileri için kolaylaştıran ve güzelleştiren sosyal ilişkiler ağını kurmuşlardı. Bu hâl Philippa’nın kefilliğine sahip olmayan ve üniversitenin ilk yılında her şeyin dışında kalmaya mahkûm diğer ilk sınıf tazelerinin kıskançlığına ve şaşkınlığına sebep olmuştu.
Hayata daha ciddi yaklaşan Anne ve Priscilla için Phil, o ilk tanışmalarındaki eğlenceli ve sevilesi bebek olarak kalmıştı hep. Yine de kendi ifadesiyle “yığınla beyni” vardı. Ne zaman ve nerede ders çalışma fırsatı yakalıyor olduğu tamamen bir muammaydı. Çünkü her zaman eğlence peşinde gibiydi ve evde olduğu zamanlarda ortalık misafirden geçilmiyordu. Bir kalbin isteyeceği kadar çok taliplisi vardı. Ne de olsa birinci sınıfların onda dokuzu ve diğer sınıfların önemli bir kısmı onun gülüşü için birbirlerine rakip olmuşlardı. Bu da onu safça mutlu ediyordu ve her bir zaferini bahtsız taliplerinin kulaklarını sızlatacak yorumlar eşliğinde Anne ve Priscilla’ya keyifle aktarıyordu.
“Alec ve Alonzo’ya ciddi bir rakip çıkmamış gibi görünüyor.” diyerek Phil’e takıldı Anne.
“Bir tane bile yok.” dedi Philippa. “Her hafta ikisine de mektup yazıyorum ve buradaki genç taliplerimden bahsediyorum. Bunun onları eğlendirdiğine eminim. Elbette en çok hoşlandığım kişiyi elde edemiyorum. Gilbert Blythe varlığımın farkında bile değil, tabii okşamak istediği tatlı bir yavru kediymişim gibi bana baktığı zamanlar hariç. Elbette bunun sebebini çok iyi biliyorum. Sana garezim var Kraliçe Anne. Senden gerçekten nefret etmeliyim ama ben seni deli gibi seviyorum ve seni her gün görmezsem perişan oluyorum. Daha önce tanıdığım tüm kızlardan farklısın. Bazen bana öyle bir bakıyorsun ki kendimi önemsiz hissediyorum. Her zaman olduğum o hoppa yaratık gibi hissediyorum ve daha iyi, daha akıllı, daha güçlü olma arzusu taşıyorum içimde. Sonra sağlam kararlar alıyorum. Ama karşıma çıkan ilk yakışıklı beyefendicikle beraber hepsi kafamdan çıkıp gidiyor. Üniversite hayatı muhteşem değil mi? İlk gün nefret ettiğimi düşünmek çok komik. Ama eğer nefret etmeseydim belki de seninle asla tanışamazdım. Anne lütfen bana azıcık da olsa beni sevdiğini söyle bir kez daha. Bunu duymaya can atıyorum.”
“Seni kocamancık seviyorum ve senin çok sevgili, tatlı, şirin, kadifemsi, pençesiz küçük bir yavru kedi olduğunu düşünüyorum.” diye kahkaha attı Anne. “Ama ders çalışacak vakti ne zaman bulduğunu anlayamıyorum.”
Phil çalışacak zaman buluyor olmalıydı çünkü sınıfının bütün derslerinin hakkını verdi. Karma eğitim öğrencilerinden nefret eden ve Redmond’a kabul edilmelerine şiddetle karşı çıkan huysuz ihtiyar matematik profesörü bile onu devirmeyi başaramadı. Anne Shirley’in kendisini fazlasıyla geride bıraktığı İngilizce hariç bütün derslerde birinci sınıfların en başarılısıydı. Anne ise Gilbert’la birlikte Avonlea’de iki yıl boyunca yaptıkları çalışmalar sayesinde ilk yıl derslerini çok kolay buldu. Bu da ona fazlasıyla keyfini çıkardığı sosyal yaşamı için bolca vakit sağladı. Ne var ki Avonlea’yi ve oradaki dostlarını bir an bile unutmadı. Haftanın en güzel anları evden aldığı mektuplardı. İlk mektuplarını alıncaya dek Kingsport’u seveceğine ya da burada kendini evinde hissedebileceğine dair ümidi yoktu. Mektuplar gelmeden önce Avonlea binlerce kilometre uzakta gibi geliyordu. Bu mektuplar uzakları yakın etmekle kalmıyor, eski ve yeni yaşamını sıkı sıkıya birbirine bağlıyordu. Öyle ki geçmişi ve