soracağım.” dedi Davy ciddi bir şekilde.
“Davy! Eğer bunu yaparsan!” diye haykıran Anne hatasını anlamıştı.
“Ama bana daha şimdi söyledin sor diye.” diye itiraz etti Davy üzülerek.
“Senin yatağa gitme zamanın gelmiş.” diyerek hükmünü verdi Anne beladan sıyrılmak için.
Davy yatağa gittikten sonra Anne, Victoria Adası’na gitti5 ve burada tek başına oturdu. Ay ışığının ince eğrilmiş kasveti ile perdelenen adacığın etrafında derenin ve rüzgârın düeti kahkahalar atarak geziniyordu. Bu derenin çisil çisil sularının etrafında bir zamanlar çok hayal kurmuştu. Karşılıksız aşk kurbanı gençleri, kötü niyetli komşuların zehir gibi sözlerini ve bütün genç kızlık sorunlarını unutuverdi. Kayıp Atlantis ve Elysium’un uzandığı “büyülü ıssızlık diyarlarının” masalsı denizlerinin uzak kıyılarına doğru yelken açtı hayal gücünde. Kalbin Arzusu topraklarına doğru yol alırken kılavuzu gece yıldızıydı. Bu hayallerde gerçekte olduğundan daha zengindi çünkü gördükleri gelip geçiyordu. Ancak görülmeyen şeyler bakiydi.
BÖLÜM 2
SONBAHAR ÇELENKLERİ
Anne’in deyimiyle çok sayıda “son şeyler” ile dolu bir sonraki hafta çabucak geçti. Hoş ya da nahoş bol miktarda veda ziyareti ya da kabulü gerçekleştirildi. Bu buluşmaların olumlu ya da olumsuz olma durumunu görüşülen kişilerin Anne’in ümitlerine içten bir anlayışla yaklaşmaları ya da genç kızın koleje gittiği için böbürlendiğini düşündüklerinden “haddini bildirmeyi” bir görev saymaları belirliyordu.
A.K.G.T (Avonlea Köy Geliştirme Topluluğu) Anne ve Gilbert’ın şerefine Josie Pye’ın evinde bir akşam veda partisi düzenledi. Bu mekânı seçmelerinin sebeplerinden biri Bay Pye’ın evinin geniş ve müsait olmasıydı. Diğer sebep ise eğer davet için kendi evlerini teklif eden Pye kızlarının istekleri reddedilirse bu duruma dâhil olmayacaklarına dair duyulan kuvvetli şüpheydi. Oldukça keyifli vakit geçirildi. Bunun sebebi ise Pye kızlarının alışkanlıklarına ters düşerek zarif davranmaları ve davetin ahengini bozmamalarıydı. Josie, her zamankinin aksine cana yakındı, o kadar ki Anne’e şu sözleri söyleme lütfunda bulundu.
“Yeni elbisen sana çok yakışmış Anne. Gerçekten, neredeyse içinde güzel görünüyorsun.”
“Ne kadar da nazikçe söyledin öyle.” diye cevap verdi Anne kıpır kıpır gözleriyle. On dört yaşındayken Anne’i inciten sözler artık eğlence malzemesiydi. Josie, o şeytani gözlerinin arkasından Anne’in kendisiyle alay ettiğinden şüphelendi. Fakat merdivenlerden aşağı indikleri sırada Gertie’ye Anne Shirley’in koleje gittiği için hiç olmadığı kadar çok havalara girdiğini fısıldamakla yetindi.
Bütün “eski ekip” oradaydı. Gençliğin verdiği gamsızlıktan olsa gerek neşe ve canlılıkla doluydular. Sadık Fred’in gölgelediği gül renginde ve gamzeli Diana Barry, düzenli, aklı başında ve sade Jane Andrews, krem rengi ipek elbisesi içinde en güzel hâline bürünen saçlarını kırmızı sardunyalarla süslemiş Ruby Gillis, yakalaması zor Anne’e mümkün olduğunca yakın durmaya çalışan Gilbert Blythe ve Charlie Sloane, babası Oliver Kimball’ın evin yakınına adım atmasına izin vermediği için solgun ve hüzünlü duran Carrie Sloane, yuvarlak ve nahoş suratı hiç olmadığı kadar yuvarlak ve somurtkan olan Moody Spurgeon MacPherson ile bütün gece bir köşede oturup kendisiyle konuşan herkese kıkırdayan, çilli ve geniş suratındaki bir keyif sırıtmasıyla Anne’i seyreden Billy Andrews vardı.
Anne bu daveti önceden haber almaştı. Ancak topluluğun kurucuları olan şahsına ve Gilbert’a iltifatlarla dolu bir “hitabet” gerçekleştirileceğinden ve “saygı nişanesi” olarak hediyeler verileceğinden habersizdi. Anne’e Shakespeare oyunlarından oluşan bir kitap, Gilbert’a ise bir dolma kalem hediye edilmişti. Moody Spurgeon’ın ciddi ve resmî ses tonuyla belirtilen güzel şeyler onu öylesine şaşırtmış ve sevindirmişti ki gri renkli iri gözlerindeki ışıltı, gözyaşlarıyla boğulmuştu. A.K.G.T (Avonlea Köy Geliştirme Topluluğu) için canla başla çalışmıştı ve topluluk üyelerinin çabalarını samimiyetle takdir etmesi kalbini yumuşacık yapmıştı. Üstelik herkes çok kibar dost canlısı ve neşeliydi. Pye kızlarının bile güzel tarafları vardı. Anne o an için bütün dünyayı seviyordu.
O akşamdan müthiş keyif aldı. Ancak gecenin sonunda bütün keyfi kaçtı. Ay ışığının aydınlattığı verandada yemek yedikleri sırada Gilbert bir kez daha romantik şeyler söyleme hatasını yaptı. Anne de onu cezalandırmak için Charlie Sloane’a eve kendisiyle birlikte yürüme lütfunu bahşetti. Ne var ki kısa süre sonra öğrendiği üzere intikam en çok bu duyguyla kavrulanlara zarar veriyordu. Gilbert, Ruby Gillis ile birlikte havalı bir şekilde yürümeye başladı. Hareketsiz, ayazlı sonbahar havasında aylak aylak yürüdükleri sırada ettikleri neşeli sohbetleri ve kahkahalarını duyabiliyordu. Aralıksız konuşan ve yanlışlıkla da olsa dinlenmeye değer tek bir söz sarf etmeyen Charlie Sloane ölümüne sıkıcıyken onlar belli ki çok iyi vakit geçiriyorlardı. Anne arada bir ilgisizce “evet” ya da “hayır” şeklinde cevaplar veriyor, o gece Ruby’nin ne kadar güzel göründüğünü, Charlie’nin gözlerinin ay ışığında -gün ışığından bile daha kötü bir şekilde- ne kadar pörtlek olduğunu düşünüyordu. Bir de her nasılsa dünyanın akşamın ilk saatlerinde olduğu kadar güzel bir yer olmadığına inanmaya başlamıştı.
“Sadece yoruldum, bütün derdim bu.” dedi müteşekkir hâlde kendisini odasında yapayalnız bulduğu sırada. Buna da gerçekten inanıyordu üstelik. Ancak bir sonraki akşam Gilbert’ın sert ve aceleci adımlarla Lanetli Koru’dan aşağı doğru hızlıca yürüyüp eski kütük köprüden geçtiğini gördüğü sırada gizli ve bilinmeyen bir nehirden fışkırmışa benzer ufak bir neşe hissetti içinde. Demek ki Gilbert bu son akşamı Ruby Gillis ile geçirmeyecekti!
“Yorgun görünüyorsun Anne.” dedi.
“Yorgunum, daha da kötüsü canım sıkkın. Yorgunum çünkü bütün gün bavulumu topladım ve dikiş diktim. Canım sıkkın çünkü bana veda etmek üzere buraya tam altı kadın geldi ve altısı da hayatın rengini söküp geriye, kasım sabahı griliği, kasveti ve neşesizliği bırakacak bir şeyler söylemeyi başardı.”
“Cadaloz kocakarılar!” şeklinde nazik bir yorum yaptı Gilbert.
“Hayır, öyle değillerdi.” dedi Anne ciddiyetle. “Sorun da burada. Eğer cadaloz kocakarılar olsalardı onlara aldırmazdım. Ama hepsi de kibar, ince, anaç, benim sevdiğim ve beni seven insanlardı. İşte bu sebepten söyledikleri ya da ima ettikleri şeyler üzerime ağırlık olarak çöktü. Redmond’a giderek lisans derecesi almaya çalışmamın delilik olduğunu düşündüklerini anladım. O zamandan beri de acaba öyle mi diye düşünür oldum. Bayan Peter Sloane derin bir iç çekerek okulu bitirmeye dayanacağım ümidinde olduğunu söyledi. Ben de kendimi bir anda üçüncü yılın sonunda gergin bir tükenmişliğin ümitsiz kurbanı olarak gördüm. Bayan Eben Wright, Redmond’da dört yılın çok pahalıya mal olacağını söyledi. Ben de Marilla’nın parasını ve kendi paramı böyle bir çılgınlık için çarçur etmenin affedilemez bir hata olduğunu düşündüm. Bayan Jasper Bell, kolejin beni şımartmamasını diledi. Ben de Redmond’daki dördüncü yılımın sonunda çekilmez bir yaratık olduğumu iliklerime kadar hissettim. Çokbilmiş, Avonlea’deki herkese ve her şeye yukarıdan bakan biri olmak… Bayan Elisha Wright’ın bildiği kadarıyla Redmond kızları, özellikle de Kingsportlular ‘aşırı süslü ve havalılarmış’ ve onların arasında muhtemelen yabancılık çekermişim. Ben de kendimi hakir görülen, kılıksız, aşağılanan bir köylü kızı olarak, Redmond’ın klasik