Люси Мод Монтгомери

Adanın Kızı Anne


Скачать книгу

çok güzel fiziksel özelliğim yok, Cannibal Adalarının kralıyla evlensem bile… Sana burnumu kıvırmayacağıma söz veriyorum Diana.”

      Bir başka neşeli kahkaha sonrasında kızlar ayrıldılar. Diana Bostan Yamacı’na döndü. Anne ise postaneye gitti. Burada kendisini bekleyen bir mektup buldu. Gilbert Blythe, Parlak Sular Gölü’nde kendisine yetiştiğinde, mektubun getirdiği heyecandan dolayı cıvıl cıvıldı.

      “Priscilla Grant de Redmond’a gidecekmiş!” diye haykırdı. “Muhteşem değil mi? Ben de gitmesini ümit ediyordum ancak babasının izin vermeyeceğini düşünüyordum. Ama izin almış ve birlikte kalacağız. Priscilla gibi bir can dostu yanımdayken bayraklar taşıyan koca bir ordu ile -ya da Redmond’ın mızraklı profesör alayı ile- mücadele edebilirim.”

      “Bence Kingsport’u seveceğiz.” dedi Gilbert. “Güzel bir kent olduğunu söylüyorlar ve dünyanın en güzel doğa parkı varmış orada. Manzarasının müthiş olduğunu duydum.”

      “Buradan daha güzel midir ya da daha güzel olması mümkün müdür merak ediyorum.” diye mırıldandı Anne etrafına sevgi dolu mest olmuş gözlerle bakarak. Bu gözler için kendi “evi” dünyanın en sevimli yeriydi. Yabancı yıldızların altındaki diyarlar ne kadar güzel olsalar da.

      Alaca karanlığın sihrini içlerine çeker halde yaslanmışlardı eski göletin köprüsüne. Elaine’in Camelot’a su üzerinde yaptığı yolculuğu sırasında2 batan kayıktan tırmandığı noktadalardı. Gün batımının hoş ve mosmor boyası gökyüzünün batı kısmını hâlâ lekelese de ay yükseliyordu. Gölün suları işte bu ay ışığında gümüşten bir hayal misali uzanmaktaydı. Hatıralar bu iki genç üzerine tatlı ve ince bir büyü ördü.

      “Çok sessizsin Anne.” dedi Gilbert en nihayetinde.

      “Bu muhteşem güzelliğin bozulmuş bir sessizlik misali kaybolmasından korktuğum için konuşmaya ya da hareket etmeye cesaret edemiyorum.” dedi Anne tek nefeste.

      Gilbert elini köprünün tırabzanını tutan beyaz ve narin elin üzerine koydu. Ela gözleri derinleşerek karardı, hâlâ çocuksu olan hareketsiz dudakları yüreğini titreten bir hayal ve ümidi dile getirmek için kıpırdadı. Fakat Anne derhâl elini geri çekti ve arkasını döndü. Alaca karanlığın büyüsü onun için bozulmuştu.

      “Eve gitmem lazım!” diye haykırdı fazlasıyla dikkatsiz bir ses tonuyla. “Marilla’nın başı ağrıyordu bugün. İkizler şimdiye kadar çoktan korkunç yaramazlıklar yapmışlardır. Bu kadar uzun süre kalmamalıydım.”

      Green Gables yoluna girinceye dek durmadan anlamsızca gevezelik etti genç kız. Zavallı Gilbert araya bir söz sıkıştırma fırsatı yakalayamamıştı bile. Ayrıldıklarında Anne kendini fazlasıyla rahatlamış hissetti. Echo Lodge bahçesinde yaşadığı o kısa aydınlanma3 anından beri Gilbert’a karşı taze ve gizli bir çekingenliği vardı. O eski, mükemmel okul arkadaşlığını ihlal eden yabancı bir şey baş göstermişti. Arkadaşlıklarına zarar verebilme tehlikesi taşıyan bir şeydi bu.

      “Daha önce Gilbert’ın gittiğini gördüğüme hiç bu kadar sevinmemiştim.” diye düşündü yarı gücenik yarı hüzünlü bir hâlde eve doğru tek başına yürürken. “Bu saçmalığa devam ederse arkadaşlığımız bozulacak. Ama bozulmamalı, buna müsaade etmeyeceğim. Acaba neden erkekler aklı başında davranamıyorlar!”

      Anne’in, Gilbert’ın elinin sıcak dokunuşunu o ilk anki kadar belirgin bir şekilde hâlâ hissetmesinde pek de “aklı başında” bir taraf olmadığına dair rahatsız edici bir endişesi vardı. Daha az aklı başında olanı ise bu hissin tatsız olmaktan katbekat uzak olmasıydı. Üç gece önce bir White Sands partisindeki dans sırasında otururlarken Charlie Sloane’ın gerçekleştirdiği benzer bir teşebbüste hissettiklerinden çok farklıydı. Bu tatsız hatıra Anne’in ürpermesine sebep oldu. Ne var ki sekiz yaşında bir erkek çocuğunun koltuk üzerinde üzücü bir şekilde ağladığı Green Gables’ın yalın ve hissiz mutfağına adım attığı sırada kara sevdalı delikanlılarla ilgili bütün sorunlar aklından uçuverdi.

      “Ne oldu Davy?” diye sordu Anne çocuğu kollarına alarak. “Marilla ile Dora neredeler?”

      “Marilla, Dora’yı yatırıyor.” dedi Davy hıçkırarak. “Ben de ağlıyorum çünkü Dora mahzen merdivenlerinden tepe taklak düştü ve burnundaki deri soyuldu…”

      “Bunun için ağlama canım. Tabii ki onun için üzülüyorsun ama ağlamanın faydası yok. Yarına iyi olur. Ağlamanın kimseye faydası yok Davycik ve…”

      “Dora mahzen merdiveninden düştüğü için ağlamıyorum.” diyen Davy, Anne’in iyi niyetli vaazını, miktarı artan bir burukla yarıda kesti. “Ağlamamın sebebi düştüğünü görmemiş olmam. Eğlenceleri hep kaçırıyorum gibi geliyor.”

      “Ah Davy!” diyerek yükselmeye başlayan kötücül kahkahasını yuttu Anne. “Zavallı minik Dora’nın merdivenlerden düşüp canının acıdığını görmeye eğlence mi diyorsun sen?”

      “Canı çok da acımadı.” dedi Davy karşı çıkarak. “Tabii ki ölse çok üzülürdüm Anne. Ama Keithler öyle kolay kolay ölmezler. Galiba Blewettler’e benziyorlar. Herb Blewett geçen hafta samanlığın üst bölümünden düşüp korkunç vahşilikte bir atın olduğu ahır kapısının altından yuvarlanıp hayvanın ayaklarının dibine girmiş. Bu kazayı sadece üç kırıkla atlatmış. Bayan Lynde bazı insanların satırla bile öldürülemeyeceğini söylüyor. Bayan Lynde yarın buraya mı geliyor Anne?”

      “Evet, Davy. Umarım ona hep iyi ve nazik davranırsın.”

      “İyi ve nazik davranırım. Peki, beni gece yatıracak mı?”

      “Belki yatırır. Neden sordun?”

      “Çünkü…” dedi Davy kararlılıkla “Eğer beni o yatırırsa seninleyken yaptığımız gibi dua etmem onun önünde.”

      “Neden ki?”

      “Çünkü yabancıların önünde Tanrı ile konuşmanın hoş olmadığını düşünüyorum Anne. Eğer isterse Dora o varken dua edebilir;

      ama ben etmeyeceğim. Onun gitmesini bekleyip öyle edeceğim dualarımı. Olmaz mı Anne?”

      “Olur, tabii eğer dua etmeyi unutmazsan Davycik.”

      “Unutmam unutmam, emin olabilirsin. Dua etmenin çok eğlenceli olduğunu düşünüyorum. Ama yalnız dua etmek seninle dua etmek kadar eğlenceli olmayacaktır. Keşke gitmesen Anne! Neden gitmek istediğini ve bizi ne için bırakacağını anlayamıyorum.”

      “Tam olarak gitmek istemiyorum Davy, ama gitmem gerektiğini hissediyorum.”

      “Eğer gitmek istemiyorsan gitmene gerek yok. Sen büyüksün. Ben büyüdüğümde yapmak istemediğim hiçbir şeyi yapmayacağım.”

      “Hayatın boyunca yapmak istemediğin şeyleri yaparken bulacaksın kendini Davy.”

      “Hayır!” dedi Davy keskin bir şekilde. “Hadi yakala beni! Şu anda yapmak istemediğim şeyleri yapmak zorundayım çünkü yapmazsam Marilla ve sen beni yatağa yollarsınız. Ama büyüdüğümde buna yapamazsınız. Ayrıca bana bir şeyleri yapmamamı söyleyecek kimse de olmayacak. O zaman ne güzel olur işte! Şey, Milty Boulter, annesinin senin koleje erkek kafeslemek için gittiğini söylediğini anlattı bana. Öyle mi Anne? Bilmek istiyorum.”

      Anne bir an için öfkeyle yandı. Sonra Bayan Boulter’ın düşünceleri ve sözlerindeki yabanilik ve görgüsüzlüğün kendisine zarar veremeyeceğini hatırlayıp kahkaha attı.

      “Hayır