olur.
İyilik, dalga dalga yayılan bir duygudur. Şirket-çalışan ilişkisi de dalga dalga yayılan duygulardan müstağni değildir. Eğer çalışanlarınıza merhamet göstermezseniz onlardan verim alamazsınız. Türkiye’de çalışan nüfusun yaşlanması, beraberinde vefasızlığı da getiriyor. Devlet, emekliliği ve sosyal hakları bir şarta, bir belgeye bağladığı için orada işlerin nasıl döneceği memurun veya kamu işçisinin bildiği bir şey. Son yıllarda özel sektörde sendikalaşma neredeyse bittiği, artan işgücüne rağmen sendikalı çalışan sayısı azaldığı için şirketle çalışanı arasındaki ahlaki ve vefaya dayalı ilişki önem kazanmıştır.
Özel sektörde de çalışan insan kaynağı yaşlanmaya başladığında çalışanla ilgili iki türlü soru/sorun karşımıza çıkıyor;
1- Kıdem tazminatı. Oranı her yıl artmaktadır. Şirketlerin ömrü uzadıkça şirket üzerindeki kıdem tazminatı yükü artıyor.
2- Verimlilik azalması. Çalışanın yaşı ilerledikçe verimi düşüyor. Varsayalım 25 yaşında bir kişiyi işe aldınız. 15 yıl sizinle çalıştı. 40 yaşına geldiğinde cevvaliyeti, verimliliği minimize oldu. Geçen her yıl verimliliği biraz daha azalır. Tecrübesi var ama enerjisi yok. Zamanla tahammülü azalıyor. Yaptığı iş onun için giderek daha sıkıcı hâle gelmeye başlıyor.
Bir şirkette 15, 20 yıl çalışmak, tek başına çok kayda değer bir iştir. Bizde birçok şirketin ömrü 15, 20 yıl olmadığı için bir kişinin bir şirkette 15, 20 yıl çalışması fevkalade önemlidir. Bu, şirketin müessese hâline geldiğinin de göstergesidir.
Düşen enerjinin yanında, yıllar geçtikçe çalışanın ücreti de artıyor. Her yıl mütemadiyen zam yapıldığı için çalışanın ücreti belli bir istikrara kavuşuyor. Bu arada, çalışma süresi uzadıkça çalışanın iş yerinden alacağı kıdem tazminatı da iyice birikiyor. Enerjisi düşük, kıdem tazminatı yüksek, 2000 lira maaşı olan bir çalışanın yerine 1500 lira maaş ile daha yüksek enerjili, kıdem tazminatı olmayan bir çalışan bulabilirsiniz.
Bana göre, kapitalizmin en büyük iki icadından biri, kadının istihdam alanına sokulmasıdır. Kadın çalışan işgücünü yarı yarıya düşürür. Kapitalizmin ikinci büyük icadı ise asgari ücrettir.
Eskiden insanlar kölelerine, hizmetkârlarına eşit davranırlardı. Onlarla aynı evde yaşarlardı. Köle, en kötü ihtimalle evin efendisinin eskilerini giyer, yediği yemekten yer, aynı yerde barınırdı. Dahası kölenin hastalık gibi başına gelebilecek her türlü sorundan efendisi sorumluydu.
Şimdi kapitalizm bir insanı sabah 9’dan akşam 6.30’a kadar asgari ücretle çalıştırıyor. O insandan en verimli, en enerjik anlarını istiyor. Ondan sonra evine git dinlen, sabah da aynı zindelikle yine gel diyor. Hastalığına, barınmasına, beslenmesine karışmıyor. Tabii buna ilişkin sigorta müessesesi vs. oluşturmuş. Sağlık için hastaneler, güvenlik için karakollar kurmuş.
Kapitalizm hem çevreyi kirletir hem de çevrecilere yardım eder. Kapitalizm seni moda ve sair enstrümanlarla borçlandırır, borcunu ödemediğin takdirde seni her türlü felakete maruz bırakır. Kapitalizm insanı müteyakkız yaşamaya zorlar. Ama mütemadiyen müteyakkız yaşanmaz. İnsan sürekli önüne bakarak yürüdüğünde bir çukura düşmese bile bir direğe çarpar. Bu, sürdürülebilir bir hayat biçimi değildir.
Kadınların çalışmasına karşı değilim. Sadece kapitalizmin kadının işgücünü istihdam piyasasında istismar ettiğini anlatmaya çalışıyorum. Keza asgari ücrette de bu böyle. “Sen bunu al, ölmeyecek kadar yaşa, bana hizmete devam et.” diyor kapitalizm. Tabii bu noktada asgari ücretin dünyanın her yerinde aynı olmadığını söylemek gerekiyor. Ülkelerin gayrisafi millî hasılasına göre asgari ücretin miktarı değişiyor. Türkiye’de asgari ücret 300 avro kadar, Almanya’da 2000 avro. Hâliyle iki ülkenin asgari ücretle çalışanlarının refah düzeyleri de birbirinden çok farklı. Gelir düzeyi yüksek ülkelerde, asgari ücret alan bir kişi ömür boyu hiç kimseye muhtaç olmadan yaşayabilir. Konforlu bir evde oturabilir. Senede bir veya iki kere tatile çıkabilir. İyi bir arabaya sahip olabilir. Türkiye’de asgari ücretli birinin Doğan, Şahin veya Kartal gibi bir arabası da olmaz. Zaten mesele sadece arabanın satın alınması da değildir; arabanın bakım ve masrafı ayrı bir maddi külfettir.
Normal şartlarda, merhametsiz, kaba, vefasız bir işveren, bir kişiyi 5 yıldan fazla istihdam etmez. Altıncı yılda bir bahane bulup hem kıdem tazminatı düşükken hem de genç nüfustan istifade etmek için onu işten çıkartır. Ama bu takdirde hem kurumsallaşamaz hem de ahlaki bir davranışta bulunmamış olur.
İnsanlar şirketlerini yönetirken merhamet, vefa gibi duygularını göz ardı ederlerse “Merhamet etmeyene merhamet edilmez!” düsturu, gün gelir önlerine çıkar. O sebeple, şirketin çalışanlarına karşı, özellikle şoför, kapıcı, aşçı, hizmetli, sekreter gibi insan kaynaklarına, diğer insan kaynaklarından daha fazla değer verip onlara vefa göstermek gerekir.
Şirketler, nefes alan, hayat mücadelesi veren canlı organizmalar gibidir. Şirketi yaşatmak ile bebek büyütmek aynıdır. 1 yaşında, 2 yaşında, 3 yaşında, 5 yaşında, 10 yaşında, rüştünü ispat edeceği yaşta, erbain yaşında gibi… Bunlar Türkiye gibi sermaye kültürünün yeni yeni neşvünema bulduğu, gelişmeye başladığı bir ülkede önemlidir.
Bir şirketin 20 yıl, 40 yıl yaşaması son derece önemlidir. Bu nasıl mümkün olur? Şirketi tek başına sermaye ayakta tutmaz. Şirketlere kıymetiharbiye kazandıran insanlardır. İnsanlara -en alt katmandakinden en üst katmandakine kadar- kıymetli, vazgeçilmez olduklarını hissettirmek lazımdır. İnsanlar hor görüldükleri, tahkir ve istiskal edildikleri müesseselerde çalışmak istemezler.
Конец ознакомительного фрагмента.
Текст предоставлен ООО «Литрес».
Прочитайте эту книгу целиком, купив полную легальную версию на Литрес.
Безопасно оплатить книгу можно банковской картой Visa, MasterCard, Maestro, со счета мобильного телефона, с платежного терминала, в салоне МТС или Связной, через PayPal, WebMoney, Яндекс.Деньги, QIWI Кошелек, бонусными картами или другим удобным Вам способом.