Hasan Yılmaz

Abbasiler ve Abbasi Halifeleri


Скачать книгу

tekrar yerine konuldu. Hatta bu taşı yeniden Kâbe’ye koymak için Muti Lillah’ın 30 bin dinar haraç verdiği de rivayet edilir.

      İslam dünyasında dehşet saçan Karmatîlerin Bahreyn’deki hareketi 11. yüzyılın sonlarına kadar devam etti.

      Düşman Olarak Bizans’a Yönelindi

      Abbasiler Devri’nde devlet sınırları doğal sınırlarına ulaştığı için hedef olarak Bizans Devleti seçildi. Doğu ve batı yönünde ortaya çıkan sorunlara karşı, devletin sınırları kuzeybatı yönünde genişletilmeye çalışıldı. İhtilalden sonraki birkaç yıllık devre geçtikten sonra Anadolu’ya dönük küçük çaplı akınlara yeniden başlandı. Bizans Devleti’ne karşı en büyük sefer 782 yılında yapıldı. Abbasi Devleti içinde çıkan isyanları körüklemeye çalışan Bizans Devleti’ne ders vermek isteyen üçüncü Abbasi Halifesi Mehdi, oğlu Harun komutasındaki bir orduyu Bizans üzerine gönderdi. Üsküdar’a kadar giden Abbasi ordusu, Kraliçe İrene’yi yıllık vergi ödemek şartıyla barış yapmaya mecbur ederek geri döndü.

      Halife Harun Reşid döneminde ise Tarsus’tan başlayarak Malatya’ya kadar uzanan sınır hattı yeniden düzenlendi. Kaleler tamir ettirilerek güçlendirildi. Buralara Arap nüfus yerleştirilerek Bizans’a yönelik seferlerde üs hâline getirildi.

      Halife Memun halifeliğinin son zamanları olan 830-833 yılları arasında, Bizans’a karşı üç sefer düzenledi. Orta Anadolu’da bugünkü Bor’a 7 km. mesafede olan Kemerhisar kasabasının olduğu yerde bulunan Tyana şehrini ele geçirerek buraya Arapları yerleştirdi.

      Abbasi Devleti döneminde Bizans’a karşı düzenlenen seferlerin en büyüğü Halife Mutasım tarafından yapıldı. 838 yılında büyük bir ordu ile Anadolu’ya giren Mutasım, Ankara üzerinden yürüyüp bugünkü Afyon’un Emirdağ ilçesine 13 km. mesafede olan Amorium şehrini ele geçirdi. Yapılan bu seferden sonra Abbasi Devleti’nin Bizans topraklarına dönük seferleri, eski hızını kaybetti. Bu durumun en önemli nedeni, devletin 9. yüzyılın ortalarından itibaren merkezî gücünü kaybetmesi idi.

      Endülüs Emevileri’ne Karşı, Franklarla İş Birliği Yaptılar

      Endülüs Emevi Devleti’nin 756 yılında Bağdat’tan bağımsızlaşmasının ardından Abbasiler, Endülüs Emevileri’ne karşı ittifak arayışına girdiler. Halife Harun Reşid ile Frank Kralı Şarlman arasında 9. yüzyılın başlarında karşılıklı çıkarlara dayalı ittifak kuruldu. Kral Şarlman, Abbasi Devleti’ni, kendi düşmanı Bizans Devleti’ne karşı müttefik olarak düşünürken Harun Reşid de Frankları, Endülüs Emevileri’ne karşı müttefik olarak görüyordu. Ortak çıkarlara dayalı bu ilişkiler, karşılıklı gönderilen elçiler ve hediyelerle geliştirildi. Hatta Harun Reşid’in gönderdiği hediyeler arasında dikkat çekici bir saat olduğu da Batılı tarihçiler tarafından kaydedilmiştir.

      Öte yandan, Harzemşahlar’ın ortadan kaldırılmasından sonra Moğolların karşısında tek kuvvet olarak Abbasiler ve Anadolu Selçukluları kalmıştı. Moğollar Semerkant, Buhara, Taşkent, Harezm, Belh gibi şehirleri yerle bir ederek batıya doğru ilerlediler. Cengiz Han’dan sonra da Moğol istilası durmadı. Onun torunlarından Hülâgû, İran’da son mukavemetleri kırarak 1258 yılının Ocak ayında Bağdat önlerine gelerek şehri kuşattı. Barış girişimlerinden hiçbir olumlu sonuç alınamayınca son Abbasi Halifesi Mustasım, devlet erkânı ile birlikte teslim olmak mecburiyetinde kaldı. Hülâgû, teslim olanların hepsini idam ettirdi. 8. yüzyılın ikinci yarısından itibaren İslam dünyasının merkezi işlevini gören Bağdat talan edildi. Dünya tarihinde eşine az rastlanır katliamlara sahne olan şehirde, bütün medeni kurumlar yerle bir edildi. Vandalizmin sınırlarının tarif edilemediği bu katliamda, kütüphaneler yakılarak kitaplar Dicle Nehri’ne atıldı. Müslümanların ve insanlığın en önemli kültürel birikiminin yok edildiği bu tahribattan sonra, medeniyet başka coğrafyalarda yeşermek için fırsat aradı.

      Moğol Vahşetine Baybars Son Verdi

      Moğol vandalizmini durduran ise 1260 yılında Ayn-ı Calut’ta yapılan savaşta Moğol ordusunu yenen Memlûklü komutanı Baybars oldu. Baybars aynı yıl Memlûklü Sultanı Kutuz’u öldürerek kendisi tahta geçti. Sultan Baybars, Moğolların Bağdat’ta söndürdüğü ışığı, iki yıl sonra Kahire’de yeniden yaktı. Abbasiler’den Halife Zahir’in oğlu Ahmed’i, tahta geçtikten sonra Şam’dan Kahire’ye getiren Baybars, 9 Haziran 1261’de düzenlenen görkemli bir törenle onu halife ilan etti. Böylece Abbasi halifeliği üç yıl aradan sonra yeniden ihya edildi.

      Halife olduktan sonra “El Mustansır” lakabını alan Ahmed, Sultan Baybars ile birlikte Bağdat’ı kurtarmak için aynı yıl Şam’a gitti. Fakat Baybars’ın Kahire’ye dönmek zorunda kalması üzerine, Moğol valisinin kuvvetleri karşısında zayıf kaldı ve yapılan savaşta öldürüldü. Baybars, bu olaydan kısa süre sonra yine Abbasi ailesinden Ahmed adlı başka birini “El Hâkim” lakabıyla halife ilan etti. Baybars, bu hareketiyle siyasi iktidarı için manevi bir destek kazanmış oldu.

      Kahire’de Tören Halifeleri Dönemi Başladı

      El Hâkim’den sonra Abbasi Ailesi’nden halifelik yapan kişiler, onun soyundan geldiler. Yetkileri olmayan bu halifelerin isimleri sikke ve hutbelerde Memlûklü sultanlarının isimleriyle birlikte anıldı. Halifeler sadece dinî maksatlarla vakfedilmiş mal ve mülkleri idare, yeni bir hükümdar tahta geçtiği zaman belli merasimleri icra ediyorlardı.

      Kahire döneminden sonra halifeler, bazı Müslüman hükümdarlara hükümdarlık beratı gönderiyorlardı. İdari yetkileri olmadığı için siyasete karışamıyorlardı. Karışmak isteyenlere fırsat verilmiyordu. Nitekim 1412 yılında Sultan Nasır’ın ölümü üzerine Halife Âdil, kendisini sultan ilan etti, ancak sultanlığı üç gün sürdü. Sultan Müeyyed Şah tarafından makamından indirilerek öldürüldü.

      Halifeler görevlerinde kalabilmek için sultanlar ile iyi geçinmek zorundaydılar. Sultanlarla iyi geçinmeyen halifeler görevlerinden alınıyor ve yerlerine yenisi atanıyordu. Yavuz Sultan Selim’in Mısır’ı fethedip halifelik mührünü elinden aldığı son Abbasi halifesi Mütevekkil de böyle bir durumdaydı.

      Halife Allah’ın Vekili Yapıldı

      Emeviler ile başlayan müstekbirleşme eğilimi, Abbasi halifelerinde de devam etti. Veliahtlık sistemi devam ettirilirken halifenin yetkilerinin kaynağı da ilahi bir temele dayanıyordu. Abbasi halifeleri, “Halifetullah” ve “Zillullah fi’l Arz” unvanlarını taşıyordu.

      Emeviler Dönemi’nde müstekbirleşmeye başlayan halifelik kurumu, Abbasiler Dönemi’nde halktan iyice uzaklaştı. Halife sözde dinin bütün hükümlerine uymakla mükellef iken uygulama tam aksi yöndeydi.

      Abbasi Devleti, merkeziyetçi bir karaktere sahipti. Eyaletler vali ve emîr tarafından idare edilirdi. Valiler, genel vali ve özel vali olmak üzere ikiye ayrılırdı. Valilerin otoritesi, kişisel yetenek ve başarıları, halifenin güçlü veya zayıf oluşu ve nihayet kendilerinin başşehire uzak veya yakın olmalarıyla doğrudan ilintiliydi.

      Valiler, vezirlerin tavsiyeleriyle tayin edildiği için, vezirler görevden alınınca genellikle valiler de görevden alınırlardı. Valiler; orduları hazırlamak, stratejik yerlerde iskân edip her türlü ihtiyaçlarını sağlamak ve savaşa hazır bulundurmak, hukuki meselelerle, zekât ve vergi toplanmasıyla, ayrıca cihat ve ganimetlerin taksimiyle ilgilenmek, bidat ve hurafelerle mücadele etmek, cezaların infazını sağlamak, cuma namazlarında imamlık yapmak, hac işlerini düzenlemekle görevliydi.

      Abbasiler Dönemi’nde, parlamenter sistemdeki başbakana benzer bir şekilde vezirlik kurumu tesis edildi. Vezir, halifenin vekili ve idari teşkilatın başı idi. Halifeden sonra