alifeleri
HALİFELİK
İslam dini, insanlığa gönderildiği dönemde kabile ve boylar hâlinde, dağınık bir şekilde yaşayan bir topluluğu devlet çatısı altında toplamış yegâne dindir. O devletin adı İslam Devleti, o devletin ilk başkanı Hz. Muhammed olmuştur. Arap Yarımadası’nda kurulmasından dolayı, bulunduğu coğrafyanın tarihsel, kültürel ve politik tecrübeleri de devletin kurumlarının, kurallarının oluşmasında etkili olmuştur.
Halife, Hz. Muhammed’in vefatından sonra Müslümanların dinî liderliğini yapmış kişilere verilen isimdir.
Halifelik sistemi sekiz dönemde incelenmektedir. Birinci dönem, dört halife devridir. Diğer dönemler ise çeşitli devletlerin bünyesindeki halifelikleri kapsamaktadır.
İhtilaflı olmakla birlikte toplam 132 halife görev almıştır. İlk halife 632’de görevi üstlenen Hz. Ebu Bekir, son halife ise 1924’te görevine son verilen II. Abdülmecit’tir
İslam tarihinde 661-750 yılları arasında 89 yıl hüküm süren Emeviler döneminde toplam on dört halife görev yapmıştır.
Kimi tarihçiler tarafından kabul edilmemekle birlikte Abbasi ihtilalinden kaçan Emeviler Endülüs’te hilafet iddiasını sürdürmüştür. Endülüs Emevi Devleti’nde 16 halife görev yapmıştır.
750-1258 yılları arasında toplam 508 yıl hüküm süren Abbasiler döneminde ise toplam otuz yedi halife görev yapmıştır.
İslam inancının Şia ekolüne mensup Fâtımî halifeleri ise 910-1171 yılları arasında görev yapmışlardır. Abbasiler ile çağdaş olan ve 161 yıl hüküm süren Fâtımîler devrinde on dört halife görev yapmıştır.
Abbasilerin yıkılmasından sonra, 1259-1517 yılları arasında Mısır’da egemenliği üstlenen Memlûkler döneminde on sekiz halife görev yapmıştır. 258 yıl hüküm süren Memlûkler döneminde halifelik makamı Abbasi soyundan gelenlerde kalmıştır.
Yavuz Sultan Selim’in Ridaniye seferinden sonra halifelik Araplardan Türklere geçmiş ve 1517-1924 yılları arasında Osmanlı Devleti’nde otuz halife görev yapmıştır.
HULEFA-İ RAŞİDİN VE HZ. HASAN DÖNEMİ
EMEVİLER DÖNEMİ
ENDÜLÜS EMEVİLERİ DÖNEMİ
ABBASİLER DÖNEMİ
FÂTIMÎLER DÖNEMİ
MEMLÛKLER DÖNEMİ
OSMANLILAR DÖNEMİ
HULEFA-İ RAŞİDİN VE HZ. HASAN DÖNEMİ
HZ. EBU BEKİR (632-634)
574 yılında Mekke’de dünyaya geldi. Anne ve babasının mensup olduğu Teym Kabilesi’nin soyu Mürre b. Kâ’b’da Hz. Peygamber’in soyu ile birleşir. Kaynaklarda “güzel, soylu, eski, azad edilmiş” anlamlarına gelen Atîk lakabıyla anılır. Atîk lakabıyla anılmasının nedeni de Hz. Peygamber’in, “Sen Allah’ın cehennemden azat ettiği kimsesin.” şeklindeki iltifatıdır.
Müslüman olmadan önceki esas adı Abdü’l Kâ’be’dir. İslam’ı kabul ettikten sonra, Hz. Muhammed onun adını Abdullah olarak değiştirmiştir. Arapçada “deve yavrusu” anlamına gelen Bekir adını verdiği bir çocuğu olmadığı hâlde kendisine Ebu Bekir künyesinin niçin verildiği konusunda yeterli bilgi yoktur.
Servetini Allah yolunda harcayıp eski elbiseler giydiği için “Zü’lhilâl”, çok şefkatli ve merhametli olduğu için “Evvâh” lakaplarıyla da anılmıştır. Ancak onun en meşhur lakabı Sıddîk’tir.
Hz. Peygamber’in vefatından sonra onun devlet yönetimi görevini üstlendiği için de “Halifetü Resulullah” unvanıyla anılmıştır.
Hz. Ebu Bekir de çağdaşlarıyla benzer bir hayat sürecinden geçmiştir. Mekke’nin doğası gereği gençliğinde elbise ve kumaş ticaretiyle uğraştı. İslam inancını benimsediğinde 40 bin dirhem kadar sermayesi bulunduğu, ticaret kervanlarıyla Suriye ve Yemen’e yolculuk yaptığı bilinmektedir. Hz. Muhammed’in, yirmi beş yaşındayken katıldığı Suriye kervanında o da bulunmuştur.
İlk evliliğini Kuteyle binti Abdüluzzâ adlı bir hanımla yaptı. Bu evlilikten oğlu Abdullah ile kızı Esma doğdu. Hz. Muhammed, tebliğ görevini üstlendiğinde ona ilk inananlardan biri Hz. Ebu Bekir oldu. Karısı Kuteyle İslamiyeti kabul etmeyince onu boşayıp Ümmü Rûmân ile evlendi. Ümmü Rûmân’dan Abdurrahman ile Ayşe dünyaya geldi. Ümmü Rûmân vefat edince Esma binti Umeys ile evlendi ve bu hanımından Muhammed adını verdiği bir oğlu oldu. Vefatından birkaç ay sonra da diğer hanımı Habibe binti Harice’den Ümmü Gülsüm adlı kızı dünyaya geldi.
Hz. Muhammed’in en yakın arkadaşı idi. İslam’ın Mekke’de yayılmasında Hz. Ebu Bekir’in, Kureyş’in ileri gelenlerinden biri olmasının etkisi büyük olmuştur. Mekke’deki birçok kişi, onun sayesinde Müslüman olmuştur. Bu kişiler arasında, cennet ile müjdelenen on kişiden Hz. Osman, Sa’d b. Ebu Vakkas, Talha b. Ubeydullah, Zübeyr b. Avvâm, Abdurrahman b. Avf ve Ebu Ubeyde b. Cerrah ile Osman b. Maz’ûn, Abdullah b. Mes’ud, Ebu Seleme el-Mahzümî, Halid b. Said b. Âs, Ubeyde b. Hâris, Habbâb b. Eret, Erkam b. Ebü’l-Erkam, Bilal-i Habeşi, Suheyb-i Rûmî gibi İslam tarihinin önemli isimleri vardır.
Mekke’de Müslüman olan köleleri, zayıf ve güçsüz kimseleri, yapılan ağır eziyetlerden büyük paralar ödeyerek kurtaran kişilerden biri de Hz. Ebu Bekir idi. İşkencelerden kurtardığı sahabiler arasında ezanı ilk okuyan Bilal-i Habeşi de vardır.
Onun servetini bu şekilde harcamasından rahatsız olan babası Ebu Kuhâfe, güçsüz ve zayıf köleler yerine güçlü kuvvetli kimseleri satın almasını tavsiye ettiği zaman babasına, satın aldığı kölelerden faydalanmayı düşünmediğini, bu hareketiyle Allah’ın rızasını kazanmayı umduğunu söylemiştir.
Araplar arasında soyculuk çok yaygın olduğu için aynı soydan olmak dostluk kurulmasını kolaylaştırırdı. Hz. Muhammed, Mekke’de insanları İslam’a davet ederken yanında çoklukla Hz. Ebu Bekir olurdu. Hz. Ebu Bekir soy ilmini iyi bildiği için Hz. Muhammed’in çeşitli kabile üyeleriyle kolayca dostluk kurmasına yardımda bulunurdu. Sözlü tarih denilebilecek neseb ve soy bilgisi, yani ensab, o dönemde bireyin toplum içindeki tüm hak ve yükümlülüklerini tesis ediyordu. Arapların o dönemde neseb konusunda diğer milletlerden çok ileri oldukları söylenir. Doğal olarak her kabilenin üyelerinin neseblerini takip eden bir nessabı bulunmakta ve kimi zaman önemli neseb kayıtları, kabilenin anlaşmalarının ve kayda değer olaylarının (ahbar) tutulduğu divana da yazılmaktaydı.
İslam’ın beşinci yılında, Kureyşliler’in Müslümanlara işkenceyi iyice arttırdıkları bir dönemde dayısının oğlu Hâris b. Halid ile Habeşistan’a gitmek üzere Mekke’den ayrıldı. Yolda karşılaştığı arkadaşı İbnü’d-Düğunne, Kureyş ileri gelenleri ile görüşerek, inancını kimseyle paylaşmaması şartıyla Mekke’de kalmasını sağladı. Ancak Ebu Bekir bu duruma daha fazla dayanamadı ve Kureyşliler’le yaptığı anlaşmayı bozdu. Bunun üzerine İbnü’d-Düğunne artık kendisini himaye etmeyeceğini