mu utangaç?” diye ısrar etti Anne. Mademki Theodora’nın keyfi yerindeydi o zaman bu tuhaf durumun sebebini öğrenebilirdi.
Theodora, el işini bıraktı ve yaz âleminin yeşil bayırlarına düşünceli düşünceli baktı.
“Hayır, sebebinin bu olduğunu sanmam. Ludovic utangaç değil. Bu onun huyu, Speed huyu. Bütün Speedler korkunç derecede hesap yaparlar. Bir şeyi yapmaya karar vermeden önce senelerce düşünürler. Bazen o kadar çok düşünürler ki o şeyi yapmazlar bile. Mesela Yaşlı Alder Speed… Kardeşini görmek için İngiltere’ye gitmekten bahsederdi hep. Ama hiç gitmedi. Hâlbuki gitmemek için sebebi yoktu. Tembel değiller ama acele etmeyi sevmezler.”
“Ve Ludovic, Speedizm illetinden fazlasıyla mustarip.” dedi Anne.
“Kesinlikle. Hayatında hiç acele etmedi. Tam altı yıldır evini boyatmayı düşünüyor. Arada bir bu konu hakkında konuşur benimle. Rengi bile seçti ama öylece kaldı. Beni sever ve zamanı gelince teklif edecektir. Asıl soru şu, zamanı gelecek mi?”
“Neden onu acele ettirmiyorsun?” diye sordu Anne sabırsızlanarak.
Theodora bir kahkaha daha atarak el işine döndü.
“Eğer ki Ludovic’i acele ettirmek mümkünse bu işi yapacak olan ben değilim. Ben çok utangacım. Benim yaşımda ve hâlimde bir kadının bunu söylemesi saçma ama bu doğru. Tabii ki bir Speed’i evlenmeye ikna etmenin yolunun bu olduğunu da biliyorum. Örneğin, kuzenlerimden biri Ludovic’in erkek kardeşiyle evli. Kız ona teklif etti diyemem ama teklif etmeye çok da uzakta kalmadı hani. Ben böyle bir şey yapamam. Bunu bir kez denedim. Kuruyup gitmeye başladığımı anlayınca Ludovic’e çıtlattım. Ama boğazımda kaldı. Şimdi de aldırmıyorum. Eğer ki Dix’ten Speed’e dönmem için inisiyatif kullanmam gerekiyorsa hayatımın sonuna kadar Dix olarak kalacağım. Biliyor musun, Ludovic yaşlanmaya başladığımızı anlamıyor? Hâlâ deli dolu gençler olduğumuzu düşünüyor ve daha çok zamanımız olduğunu sanıyor. Bu Speedlerin yanılgısı işte, ölünceye dek yaşadıklarının farkına varmıyorlar.
“Sen Ludovic’i seviyorsun değil mi?” diye sordu Anne. Theodora’nın tutarsızlıklarında burukluk sezmişti.
“Evet.” dedi Theodora samimiyetle. Bu aleni gerçekten dolayı utanmadı bile. “Onu dünyalar kadar seviyorum. Ve onun da kesinlikle bakıma ihtiyacı var. İhmal edilmiş, yıpranmış bir durumda. Bunu sen de görebilirsin. Evinde baktığı yaşlı teyzesi aynı şekilde Ludovic’e bakmıyor. Üstelik yaşlanıyor ve bir adamın azıcık da olsa üzerine titrenmesi gerekir. Ben burada yalnızım, Ludovic orada yalnız ve bu saçma görünüyor, değil mi? Grafton’da alay konusu olduğumuza eminim. Tanrı biliyor ben bile gülüyorum buna. Hatta bazen düşünüyorum ki Ludovic’i kıskandırmak mümkün olsaydı teşvik edilebilirdi. Ancak ben flört edemem ve flört edebileceğim kimse yok. Buralarda herkes beni Ludovic’in malı olarak görüyor ve kimse bu işe bulaşmayı aklından bile geçirmez.”
“Theodora!” diye haykırdı Anne. “Benim bir planım var!”
“Ne yapacaksın?” diye sordu Theodora.
Anne planını anlatınca Theodora ilk başta gülüp itiraz etti. Ancak en sonunda Anne’in coşkusuna şüpheci bir şekilde teslim oldu.
“O zaman dene bakalım.” dedi boyun eğerek. “Eğer ki Ludovic sinirlenir ve beni terk ederse bu benim için daha kötü olur. Ancak risk olmadan kazanç da olmaz. Ve bir başarı şansı olduğunu zannediyorum. Bir de itiraf etmeliyim ki onun oyalanmasından yoruldum.”
Anne, planının verdiği keyifle Echo Lodge’a döndü. Arnold Sherman’ı bulup planını anlattı. Arnold güldü. Kendisi yaşlı bir duldu ve Stephen Irving’in yakın arkadaşıydı. Yazın bir kısmını arkadaşı Irving ile geçirmek için Prens Edward Adası’na gelmişti. Yaşlılara özgü bir yakışıklılığı vardı. İçinde bir parça muziplik kalmıştı ve bu sayede Anne’in planına seve seve dâhil oldu. Ludovic Speed’i acele ettirme düşüncesi onu keyiflendirmişti. Theodora Dix’in de kendi rolünü oynayacağını biliyordu. Sonuç ne olursa olsun bu komedi sıkıcı olmayacaktı.
Bir sonraki perşembe günü kilise ayininden sonra oyun başladı. İnsanlar kiliseden çıktığında ay ışığı parladığından herkes her şeyi net bir şekilde gördü. Arnold Sherman kapının yakınındaki merdiven basamağında duruyordu. Ludovic Speed ise yıllardır yaptığı gibi avlunun köşesindeki bir çite yaslanmıştı. Çocuklar çitin o kısmındaki boyayı aşındırdığını söylüyorlardı. Ludovic kilise kapısına dayanmak için bir sebep göremiyordu. Theodora her zamanki gibi çıkacak ve köşede kendisiyle buluşacaktı.
Fakat Ludovic’in beklediği gibi olmadı. Theodora merdivenlerden inmeye başladı. Verandadaki ışık, heybetli silüetini karanlıkta ortaya çıkardı. Arnold Sherman ona evine kadar eşlik etmeyi teklif etti. Theodora sakince koluna girdi. Afallamış Ludovic’in yanından bu hâlde geçtiler. Ludovic gözlerine inanamıyormuş gibi arkalarından çaresizce bakakaldı.
Bir müddet gevşekçe durdu bulunduğu yerde. Sonra vefasız sevgilisi ile onun yeni hayranının ardından yürümeye başladı. Çocuklar ve sorumsuz genç adamlar arkasında biriktiler. Bir çeşit eğlence beklentisindeydiler. Ludovic, Theodora ve Arnold Sherman’a yetişinceye dek hızlı hızlı yürüdü. Sonra süklüm püklüm yürümeye başladı arkalarından.
Her ne kadar Arnold Sherman eğlenceli olmak için özellikle çabalasa da Theodora eve dönüş yolculuğundan hiç keyif almadı. Ayaklarını sürüme sesini duyduğu Ludovic için üzülüyordu. Çok zalim davranmış olmaktan korksa da artık olan olmuştu. Bütün bunların Ludovic’in iyiliği için olduğunu düşündü ve kendisini toparlayıp Arnold’la dünyadaki tek adam oymuş gibi konuştu. Terk edilmiş zavallı Ludovic aciz bir şekilde arkalarından yürüyor ve Theodora’yı dinliyordu. Eğer Theodora, Ludovic’in dudaklarına uzattığı zehir kadehinin ne kadar acı olduğunu bilseydi, faydası ne olursa olsun o kadehi uzatacak kadar iradeli olamazdı.
Arnold ile Theodora evin kapısında kadar geldiklerinde Ludovic durmak zorunda kaldı. Theodora omuzlarının üzerinden baktığında Ludovic’in yolda durduğunu gördü. O perişan hâli bütün gece aklını kurcaladı. Eğer ki Anne ertesi gün gelip de destek vermeseydi erkenden gelen merhametiyle her şeyi mahvetmiş olurdu.
Bu arada Ludovic, arkasında duran fazlasıyla keyifli küçük erkek çocuklarının yorumlarına ve kıkırdamalarına aldırmadan yolun ortasında durmaya devam etti. Ta ki Theodora ile rakibi köknar ağaçlarının altında, eve giden yolda gözden kayboluncaya dek. Sonra eve döndü. Ancak her zamanki gibi rahat ve aylak adımlarla değil de huzursuzluğunu ilan eden kaygılı ve uzun adımlarla.
Hayretler içinde kalmıştı. Eğer ki aniden dünyanın sonu gelmiş olsaydı ya da Grafton Nehri’nin tembel kıvrımları ters dönüp tepeden yukarı aksaydı bu kadar şaşırmazdı. On beş yıl boyunca Theodora ile birlikte yürürdü ayin sonrası. Ancak şimdi bu yaşlı yabancı, Birleşik Devletler’in kendisine sağladığı görkemle Theodora ile birlikte burnunun dibinden geçmişti soğukkanlılıkla. Daha da kötüsü, hatta en kötüsü, Theodora onunla gitmeye razı olmuştu ve belli ki arkadaşlığından hoşlanıyordu. Ludovic, rahat ruhunda haklı öfkesinin telaşını hissetti.
Yolun sonuna geldiğinde kapıda durup evine baktı. Evi, huş ağaçlarının hilal gibi çevrelemesiyle yoldan ayrılıyordu. İklimin eve verdiği zarar ay ışığında bile net bir şekilde görülebiliyordu. Arnold Sherman’ın Boston’daki “saray yavrusundan” bahsedildiğini hatırladı ve güneşten yanmış parmaklarıyla çenesini endişeyle sıvazladı. Sonra yumruklarını sıkıp dış kapıya vurdu.
“Theodora benimle on beş sene arkadaşlık ettikten sonra beni bu şekilde terk edemez.” dedi. “Benim de diyeceklerim var.