asla ipek elbiseler giymezdi.
Her zaman uysal ve uyumlu bir fani olan Ludovic orada, Arnold Sherman’ın süslü konuşmasını sessizce dinlerken kendisini bir cani gibi hissetti.
“Nasıl da dik dik baktığını görmeliydin.” dedi Theodora ertesi günü keyifli Anne’e. “Bu yaptığım fenaydı ama gene de memnun oldum. Uzaklaşır ve somurtmaya başlar diye korktum. Ancak burada olduğu ve somurttuğu müddetçe endişelenmiyorum. Ama kendisini yeterince kötü hissediyor zavallı ve vicdan azabından kendimi yiyorum. Dün gece Bay Sherman’dan daha uzun süre kalmaya kalktı ama başaramadı. Gitmek için acele ederken nasıl üzüldü bilemezsin. Evet, gerçekten acele etti.”
Ertesi pazar Arnold Sherman, Theodora ile birlikte kiliseye gitti ve yan yana oturdular. Onlar geldiğinde Ludovic Speed aniden ayağa kalkıp oturdu. Görüş alanındaki herkes görmüştü onu. O gece Grafton Nehri civarındaki insanlar bu dramatik olay hakkında hevesle konuştular.
“Rahip vaaz verirken aniden ayağa fırladı, sanki biri ayağını çekmiş gibi.” dedi o sırada kilisede olan kuzeni Lorella Speed, olayı görmeyen kız kardeşine. “Yüzü kâğıt gibi bembeyaz kesildi. Gözleri âdeta yerlerinden fırlayacak gibi bakıyordu. Hiç bu kadar gerilmemiştim hayatımda. Neredeyse uçmaya başlayacağını düşündüm. Nihayet iç çekip tekrar oturdu. Theodora Dix onu gördü mü görmedi mi bilmiyorum. Soğukkanlı ve umursamaz görünüyordu.
Theodora, Ludovic’i görmemişti. Ancak soğukkanlı ve umursamaz görüntüsü gerçeği yansıtmıyordu. Gergin hissediyordu. Arnold Sherman’ın kendisiyle beraber kiliseye gelmesine mâni olamamıştı. Durum fazla ileri gidiyormuş gibi geliyordu ona. Grafton’da insanlar nişanlanmaya yakın olmadıkları müddetçe birlikte kiliseye gidip yan yana oturmazlardı. “Ya bu hâl Ludovic’i uyandırmak yerine uyuşuk bir çaresizliğe iterse?” diye düşündü. Ayin boyunca perişan hâlde oturdu ve vaazdan tek bir kelime duymadı.
Ne var ki Ludovic’in muazzam performansı henüz sona ermemişti. Speedleri bir işe başlatmak zor olabilirdi; ancak bir kez başladılar mı hızlarının önü alınamazdı. Theodora ve Bay Sherman dışarı çıktığında Ludovic merdivenlerde bekliyordu. Sert bir duruşu vardı. Başı geride omuzları dimdikti. Rakibine attığı bakışta açık bir meydan okuma vardı, Theodora’nın koluna dokunuşunda ise ustalık.
“Sizi eve götürebilir miyim Bayan Dix?” dedi kelimelerle. Ancak ses tonu, “İstesen de istemesen de seni eve götüreceğim.” diyordu.
Theodora, Arnold Sherman’a baktıktan sonra Ludovic’in koluna girdi. Yeşilliklerin arasından, çitlere bağlanmış atların dahi paylaşır gibi göründüğü bir sessizlikle geçtiler. Ludovic için bu, ömre bedel bir zaferdi. Ertesi gün Anne, ta Avonlea’den yürüyerek geldi haberleri duymak için. Theodora gülümsedi.
“Evet, nihayet halloldu Anne. Dün gece eve gelirken Ludovic basitçe evlenme teklif etti. Pazar günü derhâl evleneceğiz. Ludovic bir hafta bile uzatmak istemiyor.”
“Yani Ludovic Speed nihayet acele ettirildi.” dedi Bay Sherman, Anne onu Echo Lodge’da ziyaret edip haber verdiğinde. “Sen tabii ki de mutlusun. Benim zavallı gururum günah keçisi oldu bu arada. Grafton’da Theodora Dix’i isteyip elde edemeyen Bostonlu olarak anacaklar beni.”
“Ama bu doğru olmaz, biliyorsunuz.” dedi Anne teskin edercesine.
Arnold Sherman, Theodora’nın olgun güzelliğini ve münasebetleri süresince fark ettiği yumuşak huyluluğunu düşündü.
“Bundan emin değilim.” dedi iç çekerek.
Bölüm 2
Yaşlı Hanım Lloyd
Spencervale dedikoducuları Yaşlı Lloyd Hanım’ın zengin, kötü ve kibirli olduğunu iddia ederlerdi. Bir dedikodunun genellikle üçte biri doğruysa üçte ikisi yanlıştır. Yaşlı Lloyd Hanım zengin ya da kötü değildi. İşin aslı acınası bir fakirliği vardı. O kadar fakirdi ki bahçesini kazıp odunlarını kesen Kambur Jack Spencer kendisiyle kıyaslandığında zengin sayılırdı. En azından günde üç öğün yemeği eksik olmazdı Kambur Jack’in. Yaşlı Lloyd Hanım ise bazen günde bir öğünden fazla yemek yiyemezdi. Ama kendisi çok gururluydu. O kadar gururluydu ki ölmek, gençliğinde bazılarına kraliçelik ettiği Spencervale ahalisinin aşırı fakirliğini ya da yaşadığı zorlukları bilmesinden daha kolay gelirdi ona.
Cimri, tuhaf, kiliseye bile gitmeyen, rahibe bile cemaatteki en düşük ödemeyi yapan acayip bir münzevi olduğunu düşünmeleri daha çok işine gelirdi.
“Servet içinde yüzüyor!” derlerdi öfkeyle “Yani, bu cimriliğini ailesinden almadığı kesin! Onlar gerçekten cömert ve komşuluğa değer veren insanlardı. Yaşlı Doktor Lloyd’dan daha ince bir beyefendi gelmemiştir dünyaya. Her zaman herkese karşı nazikti. Bir iyilik yaptığında iyilik yapanın kendisi değil de iyilik yaptığı kişi olduğunu hissettirirdi. Peki peki, Yaşlı Lloyd Hanım parasını isterse kendisine saklasın. Eğer bizim dostluğumuzu istemiyorsa bize katlanmak zorunda değil, o kadar. Bütün bu parasına ve gururuna rağmen pek mutlu değil galiba.”
Maalesef ki Yaşlı Hanım’ın pek mutlu olmadığı doğruydu. Yalnızlıktan tükenmiş, manevi anlamda boşlukta, maddi anlamda tavuklarınızın gerektiği az miktar para olmasa aç kalacak noktadaysanız mutlu olmak kolay değildir. Kendisi, bir zamanlar Lloyd Hanesi diye bilinen yerde yaşardı. Burası alçak saçakları ile büyük şömineleri olan kare pencereli eski bir evdi. Etrafı sık çam ağaçları ile çevriliydi. İşte burada tek başına yaşardı. Haftalarca Kambur Jack dışında kimseyi görmediği olurdu. Ne yaptığı ve zamanını nasıl geçirdiği Spencervale ahalisinin çözemediği bir bilmeceydi. Spencervale çocukları, ondan ölümüne korkarlardı. Bazı çocuklar, Spencer Yolu ekibi, onun cadı olduğunu düşünürlerdi. Ormanda yemiş ya da çam sakızı aradıkları zaman olur da yakacak çalı çırpı toplayan Yaşlı Hanım’ın silüetini uzaktan görürlerse kaçışırlardı. Mary Moore onun bir cadı olmadığından emin olan tek kişiydi.
“Cadılar her zaman çirkin olurlar.” dedi kesin bir şekilde. “Yaşlı Lloyd Hanım çirkin değil. Kendisi gerçekten güzel. Bembeyaz yumuşak saçları, iri siyah gözleri ve küçük beyaz bir yüzü var. O yol çocukları ne dediklerini bilmiyorlar. Annem onların cahil bir kalabalık olduğunu söylüyor.”
“Peki ama kiliseye gitmemesine sürekli kendi kendine konuşup mırıldanmasına ne demeli? Ayrıca devamlı çalı çırpı topluyor.” dedi Jimmy Kimball cesurca.
Yaşlı Hanım kendi kendine konuşurdu çünkü arkadaşlığı ve sohbeti severdi. İşin aslı yaklaşık yirmi sene boyunca kendiniz dışında kimseyle konuşmazsanız monotonluk baş gösterebilir. Az biraz arkadaşlık etmek için gururu dışında her şeyi feda etmeye hazır olduğu anlar vardı. Böyle zamanlarda kendisinden her şeyi aldığı için kadere gücenir ve acı çekerdi. Sevecek hiçbir şeyi yoktu ve bu, herhangi birinin yaşayacağı en zor şeylerden biriydi.
En zoru da bahardı. Bir zamanlar Yaşlı Hanım, -şimdiki hâlinde değil de güzel, inatçı ve şen şakrak Margaret Lloyd olduğu zamanlarda- baharı severdi. Şimdi ise bahardan nefret ediyordu çünkü bahar canını yakıyordu. Hele de bu bahar, özellikle de mayıs zamanı, canını daha önce hiç acıtmadığı kadar acıtmıştı. Bunun acısına dayanamaz gibi hissediyordu. Her şey canını yakıyordu. Köknarların yeşil uçları, evin aşağısındaki kayın ağaçlarının kovuklarındaki büyülü sis, Kambur Jack’in kazdığı bahçeden yükselen kırmızı toprağın taze kokusu acı çektiriyordu ona. Ay ışığının aydınlattığı bir gecede kalp ağrısından bütün gece ağladı. Ruhunun açlığı bedeninin açlığını unutturmuştu ona. Üstelik o hafta neredeyse hep aç kalmıştı. Bahçesinde çalışan Kambur Jack’e ödeme yapabilmek için peksimet