Onun da giyebileceği bir elbisesi yok.” dedi Kambur Jack. “Çok gösterişli insanlar ve herkes gidecek. Bayan Spencer bana anlattı. Teyzesinin doktor faturasını ödediğinden Bayan Gray’in elbise almaya gücü yetmiyormuş. Belli etmese de bundan dolayı çok üzgünmüş. Bayan Spencer dün gece yatağa girdikten sonra ağladığını söyledi.”
Yaşlı Hanım aniden evine döndü. Korkunç bir şeydi bu. Sylvia o partiye gitmeliydi evet gitmeliydi! Ama nasıl olacak bu iş? Annesinin ipek elbiseleri ile ilgili vahşi düşünceler geçti aklından. Ancak hiçbiri olmazdı, elbiseleri düzeltecek zaman olsa bile olmazdı. Yaşlı Hanım yok olan zenginliğinden dolayı hiç böyle pişman olmamıştı.
“Evde sadece iki dolarım var.” dedi. “Onunla da yumurtacı bir sonraki gün gelinceye dek idare etmem lazım. Evde satabileceğim bir şey var mı? Herhangi bir şey? Evet, evet üzüm sürahisi!”
O zamana kadar Yaşlı Hanım üzüm sürahisini satmayı aklından bile geçirmemişti. Üzüm sürahisi iki yüz yıllıktı ve var olduğundan beri hep Lloyd ailesindeydi. Sürahi büyük, geniş gövdeliydi ve pembe yaldızlı üzümlerle süslenmişti. Bir tarafına da bir şiir işlenmişti. Yaşlı Hanım’ın büyük büyükannesine düğün hediyesi olarak verilmişti sürahi. Kendisini bildi bileli oturma odasındaki büfenin en üst rafında dururdu ve kullanılamayacak kadar değerliydi.
İki yıl kadar önce eski porselenleri toplayan bir kadın Spencervale’i keşfe çıkmış, üzüm sürahisinin lafını duymuştu. Sonra da cesurca Lloyd evine gelip onu almayı teklif etmişti. Bu kadın, Yaşlı Hanım tarafından asla unutamayacağı bir şekilde ağırlanmıştı. Ancak akıllı bir kadın olduğundan kartını bırakmıştı. Olur da Bayan Lloyd fikrini değiştirirse sürahiyi satın almaya hazırdı. Aile yadigârı eserlerle ilgili hobileri olan insanlar böylesi terslemelere aldırmamalılardı. Hem üzüm sürahisini gerçekten istiyordu.
Yaşlı Hanım kartı parçalara ayırmış olsa da adı ve adresi hatırlıyordu. Büfeye gitti ve kıymetli sürahiyi aldı.
“Ondan ayrılacağımı hiç düşünmezdim.” dedi efkârla. “Ama Sylvia elbisesini almalı ve başka yolu yok. Ne de olsa ben öldükten sonra sürahiye sahip olacak kimse yok. Yabancıların eline geçer o zaman. Şimdi geçse de olur. Yarın sabah gideceğim. Parti cuma gecesi olduğundan kaybedecek vakit yok. On yıldır şehre inmedim. Şehre gitmek, sürahiyi kaybedecek olmaktan daha çok korkutuyor beni. Ama Sylvia için bunu yapmalıyım.”
Spencervale’de, Yaşlı Lloyd Hanım’ın şehre inişi ve dikkatle taşıdığı kutu konuşuldu ertesi gün. Nereye gittiğini merak ettiler. Yaşlı Hanım’ın parasını yatağının altındaki siyah kutuda saklamaktan korkmaya başladığını düşündüler. Çünkü Carmody’de iki hırsızlık olayı olmuştu. Parasını bankaya götüreceğini düşündüler.
Yaşlı Hanım, porselen koleksiyoncusunun adresini aradı. Ölmüş ya da gitmiş olmasından çok korkuyordu. Ancak koleksiyoncu oradaydı ve hayattaydı. Üstelik üzüm sürahisine sahip olmak için hâlâ istekliydi. Yaşlı Hanım çiğnenmiş gururunun getirdiği acıyla solmuştu. Sürahiyi satıp oradan ayrıldı. Sürahiyi sattığı anda büyük büyükannesinin mezarında ters döndüğünü düşündü. Ailesinin geleneklerine ihanet etmiş gibi hissetti.
Ancak en ufak bir tereddüde kapılmadan büyük bir mağazaya girdi. Basit fikirli, yaşlı insanlara, dünyadaki tehlikeli gezintilerinde rehberlik eden o özel ilahi güç yanındaydı. Sevimli bir tezgâhtar ne istediğini anladı ve istediği her şeyi tedarik etti. Yaşlı Hanım ince muslinden bir elbise ile ona uygun eldivenler ve ayakkabılar seçti. Hepsinin derhâl hızlı nakliye ile Spencervale’de William Spencer’ın evinde kalan Bayan Sylvia Gray’e yollanmasını istedi.
Sonra parayı, yani sürahinin bütün ederini, tren yolculuğu için bir buçuk dolar ayırdıktan sonra, ödeyip yüce ve umursamaz bir tavırla oradan ayrıldı. Mağazanın koridorundan dimdik bir şekilde yürürken şık, iri yapılı zengin bir adamla karşılaştı. Göz göze geldiklerinde adamın yumuşak yüzü kızardı, şapkasını kaldırdı ve kafası karışmış bir hâlde baş selamı verdi. Yaşlı Hanım ise adam orada değilmiş gibi bakmaya devam etti. Onu tanımamış gibi oradan geçti. Adam kadının arkasından bir adım atıp sonra döndü. Yüzündeki nahoş gülümsemeyle omuz silkti.
Oradan dışarı çıkarken tiksinti ve nefretle dolan kalbinin nasıl kavrulduğunu kimse bilemezdi. Andrew Cameron ile karşılaşacağını bilseydi Sylvia’nın hatırı için bile şehre inmezdi. Onu sadece görmüş olmak bile mühürlediği bir acıyı yeniden depreştirdi. Ancak Sylvia’yı düşünmek acısını engelledi ve zafer kazanmış gibi gülümsedi. Bu nahoş karşılaşmadan doğru bir şekilde kurtulduğunu düşündü. Hiçbir şekilde gücünü kaybetmemiş, kızarmamış ve aklına mukayyet olmuştu.
“Yaptığı şaşılacak şey değil.” dedi Yaşlı Hanım kinle. Adamın, dünyaya gösterdiği o boyun eğmezliği, kendisinin karşısında kaybetmiş olması Yaşlı Hanım’ı mutlu etmişti. Onun kuzeniydi ve Yaşlı Lloyd Hanım’ın hayatta nefret ettiği tek insandı. Ruhundaki en derin duygularla nefret ediyor ve iğreniyordu ondan. Yaşlı Hanım onun varlığını dikkate almaktansa ölmeyi tercih edeceğini düşündü.
O sırada Andrew Cameron’ı kararlılıkla kafasından çıkardı. Onu ve Sylvia’yı aynı anda düşünmek kutsal bir şeye saygısızlık etmek gibiydi. O gece yorgun başını yastığa koyduğunda o kadar mutluydu ki üzüm sürahisinin durduğu boş rafı düşünmek sadece anlık bir acıya sebep oldu.
“Sevdiklerimiz için fedakârlık yapmamız güzel.” diye düşündü Yaşlı Hanım.
İstek beslendiği şeyle büyür. Yaşlı Hanım mutlu olduğunu düşünüyordu; ancak cuma akşamı geldiğinde Sylvia’yı parti elbisesi ile göremeyeceği kadar şiddetli bir ateşe yakalandı. Onu elbise içinde hayal etmek yeterli değildi. Hiçbir şey onu görmenin yerini tutamazdı.
Yaşlı Hanım kararlılıkla, “Onu göreceğim.” dedi Sylvia’nın odasından çıkıp köknarların arasında parlayan ışığa bakarken. Koyu renkli bir şala bürünüp sıvıştı. Dereye ve oradan da orman yoluna kadar sessizce yürüdü. Sisli bir geceydi. Ay ışığı gökyüzünü aydınlatıyordu. Yoncaların aromasını taşıyan bir rüzgâr yoldan aşağı kendisini karşılamak üzere esiyordu.
“Keşke senin kokunu, ruhunu alıp onun hayatına dökebilseydim.” dedi rüzgâra yüksek sesle.
Sylvia Gray odasında, partiye gitmek üzere hazır vaziyette bekliyordu. Karşısında Bayan Spencer, Amelia Spencer ve küçük Spencer kızları vardı. Yarım daire şeklinde etrafını çevrelemiş hayranlıkla seyrediyorlardı onu. Ancak bir izleyici daha vardı. Dışarıda, leylak çalısının yanında Yaşlı Lloyd Hanım vardı. Sylvia’yı zarif elbisesinin içinde net bir şekilde görebiliyordu. O gün kayın ağacına bıraktığı açık pembe güller saçlarındaydı. Ancak güller yanakları kadar pembe değillerdi ve gözleri yıldızlar gibi parlıyordu. Amelia Spencer, Sylvia’nın saçındaki güllerden birini düzelttiğinde Yaşlı Hanım onu deli gibi kıskandı.
“Bu elbise sana özel yapılsaydı bu kadar güzel durmazdı.” dedi Bayan Spencer hayranlıkla.
“Ne kadar da güzel değil mi Amelia? Bu elbiseyi kim göndermiş olabilir?”
“Ah, o iyilik perisinin Bayan Moore olduğuna eminim.” dedi Sylvia. “Bunu onun dışında yapacak kimse yok. Bu yaptığı çok ince bir davranış. Janet ile birlikte partiye gitmeyi çok istediğimi biliyordu. Keşke teyzeciğim beni görebilseydi.” Sylvia bütün neşesine rağmen iç çekti. “Onun dışında beni önemseyen kimse yok.”
Ama Sylvia ne kadar da yanılıyordu! Bir başka kişi vardı. Hem de ona çok değer veren