Hanım mağrur bir tavırla onu reddetmek üzereydi. Misyonerliklere ya da dikiş dikme topluluklarına karşı olduğundan değil ama. O topluluktaki herkesin dikiş malzemeleri temin etmek için haftada on sent ödemesi gerektiğini biliyordu. Zavallı Yaşlı Hanım buna güç yetiremezdi. Ancak ani bir düşünce ile dudaklarının ucuna kadar gelen reddetme ifadesini dizginledi.
“Bu topluluğa bazı genç kızlar da katılıyordur zannedersem.” dedi ustalıkla.
“Ah, evet hepsi geliyor.” dedi rahibin karısı. “Janet Moore ve Bayan Gray en hevesli üyelerimizden. Bayan Gray’in cumartesi öğleden sonralarını ayırması çok hoş. Çünkü bu gün öğrencilerden boş kaldığı tek gün. Kendisi çok iyi huylu.”
“Topluluğunuza katılacağım.” dedi Yaşlı Hanım derhâl. Bunu yapmaya kararlıydı. Gerekli ödemeyi yapabilmek için günde sadece iki öğün yemek yemek zorunda kalacak olsa da.
Bir sonraki pazar günü, James Martin’in evindeki Dikiş Topluluğu’na katıldı ve onlar için çok güzel şeyler dikti. O kadar ustaydı ki düşünmesine bile gerek yoktu. Bu da olumlu bir şeydi çünkü zihni karşı köşesinde Janet Moore ile birlikte oturan Sylvia ile meşguldü. Zarif elleriyle küçük bir çocuk için kalın bir gömlek dikiyordu kızcağız. Sylvia’yı, Yaşlı Lloyd Hanım’la tanıştırmak kimsenin aklına gelmedi ve o bu durumdan memnundu. Güzelce dikmeye devam edip karşıdaki kızların sohbetini pürdikkat dinledi. Sylvia’nın doğum gününün 20 Ağustos’ta olduğunu öğrendi. O andan itibaren Sylvia’ya bir doğum günü hediyesi verebilmenin ateşiyle kavruldu. Bu düşünce gecenin büyük bir kısmında uyanık kalmasına sebep oldu. Üzücü bir şekilde ulaştığı sonuç, detaylıca düşünse de bunun söz konusu olmadığıydı. Yaşlı Lloyd Hanım bundan dolayı gülünç bir şekilde endişelendi. Bu fikir bir sonraki dikiş gününe kadar musallat oldu ona.
Bu kez Bayan Moore’un evinde buluşuldu. Bayan Moore, Yaşlı Lloyd Hanım’a karşı özellikle nazikti. Hasırdan yapılma sallanan sandalyeyi salona taşımakta ısrarcı oldu. Yaşlı Hanım genç kızlarla oturma odasında oturmayı tercih etse de bu nazik teklifi kabul etti ve ödülünü aldı. Sandalye salon kapısının hemen arkasındaydı. Janet Moore ile Sylvia Gray bir ara holdeki merdivenlere oturdu. Akçaağaçlardan esen soğuk bir rüzgâr ön kapıdan içeri giriyordu.
En sevdikleri şairlerden bahsediyorlardı. Janet, Byron ve Scott’u seviyordu. Sylvia ise Tennyson ve Browning’e meyilliydi.
“Biliyor musun?” dedi Sylvia yumuşak bir şekilde. “Benim babam bir şairdi. Bir zamanlar ufak bir şiir kitabı yayınlandı ve ben bu kitabı hiç göremedim Janet. Ne kadar da görmek isterdim hâlbuki! O üniversitedeyken basılmış. Arkadaşlarına vermek üzere az ve özel bir baskı yapılmış. Bir daha da hiç basılmadı şiirleri. Babamın şiir kitabına sahip olmayı o kadar isterdim ki… Onun yazılarından hiçbir şey yok elimde. Eğer ki olsaydı ona ait bir şeye sahip olmuş gibi olurdum. Kalbine, ruhuna, iç dünyasına sahip olmuş olurdum. Benim için bir isimden daha fazla bir şey olurdu.”
“Babanın elinde yok muymuş hiç? Annende yok muydu ya da?” diye sordu Janet.
“Annemde yoktu. O ben doğduğumda ölmüş biliyorsun. Ama teyzem, annemin kitapları arasında babamın şiirleri olmadığını söyledi. Annem şiir sevmezmiş. Teyzem de şiir sevmediğini söylüyor. Annem öldükten sonra babam Avrupa’ya gitti ve ertesi sene orada öldü. Oradaki eşyalarından hiçbirini bize yollamadılar. Gitmeden önce kitaplarının çoğunu satmış ve en sevdiği birkaç kitabı benim için saklasın diye teyzeme vermiş. Ama bunlar arasında kendi kitapları yoktu. Onun şiir kitabının bir baskısını bulabileceğimi zannetmiyorum ama bulabilsem çok mutlu olurdum.”
Yaşlı Hanım eve gittiğinde kitaplarının olduğu çekmeceyi açıp sandal ağacından yapılma bir kutu çıkardı. Pelür kâğıdına sarılı ufak, ince bir kitap vardı kutunun içinde. Yaşlı Hanım’ın sahip olduğu en değerli varlığıydı. Kitabın ön sayfasında şöyle yazıyordu: “Margaret’a, yazardan sevgilerle.”
Sarı sayfaları titreyen parmaklarıyla çevirdi. Gözleri dolmuştu. Yıllar boyunca yürekten ezberlediği o şiirleri okudu. Bu kitabı Sylvia’ya doğum günü hediyesi olarak vermek istiyordu. Eğer ki hediyelerin değeri onları vererek yapılan fedakârlıkla ölçülüyor olsaydı bu verilebilecek en değerli hediyelerden biri olurdu. Bu küçük kitabın içinde ölümsüz bir aşk vardı. Eski kahkahalar, eski gözyaşları, bir gül gibi yıllar önce açan eski güzellik vardı. Sırrını açık edecek ön sayfayı yırttı ve Sylvia’nın doğum gününden bir gece önce, karanlığın korumasında, ara yollardan ve arazilerden âdeta alçak bir iş yaparmışçasına geçip postanenin de olduğu ufak Spencervale dükkânına gitti. Kapıdaki aralıktan ufak paketi attı ve sonra evine döndü. Tuhaf bir kayıp ve yalnızlık hissi yaşıyordu. Âdeta kendisi ve gençliği arasındaki son bağı vermiş gibiydi. Ancak bundan pişmanlık duymuyordu. Sylvia mutlu olacaktı ve bu Yaşlı Hanım’ın kalbine hükmeden bir tutkuydu.
Ertesi gece Sylvia’nın odasındaki ışık geç saatlere kadar yandı ve Yaşlı Hanım bunu zafer kazanmışçasına izledi. Çünkü bunun anlamını biliyordu. Sylvia babasının şiirlerini okuyordu. O da kendi karanlığında, mısraları mırıldanarak okudu şiirleri. Kitabın ruhuna, Leslie’nin el yazısıyla kendisi için yazdığı o sayfaya hâlâ sahip olduğu için kitabı vermenin pek de anlamı yoktu ne de olsa. Artık kimsenin kendisine seslenmek için kullanmadığı o isme hitaben yazılmıştı o sayfa.
Ertesi hafta, Dikiş Topluluğu’nda, Yaşlı Hanım büyük koltukta otururken Sylvia Gray de yanına oturdu. Yaşlı Hanım’ın elleri az bir miktar titredi. Trinidad’daki yanık tenli işçiye Noel hediyesi olarak verilen o mendilin bir tarafı, diğer üç taraftaki kadar düzgün işlenmemiş oldu böylece.
Sylvia topluluktan, Bayan Marshall’ın yıldız çiçeklerinden bahsetti. Yaşlı Hanım âdeta cennette gibiydi. Yine de keyfini belli etmemeye çalıştı. Hatta her zamankinden daha ciddi ve resmîydi. Sylvia’ya Spencervale’i sevip sevmediğini sordu. Sylvia:
“Çok seviyorum. Buradaki herkes bana çok iyi davranıyor. Ayrıca…” Sylvia burada Yaşlı Hanım dışında kimsenin duymayacağı şekilde sesini alçalttı. “Benim için en güzel, en muhteşem şeyleri yapan bir iyilik perisi annem var.”
İçgüdüleri gelişmiş bir kız olan Sylvia, bunları söylerken Yaşlı Lloyd Hanım’a bakmadı. Ancak baksaydı da bir şey göremezdi. Bir Lloyd olmak kolay değildi öyle.
“Ne kadar da ilginç.” dedi umursamaz bir şekilde.
“Değil mi? Ben ona çok minnettarım ve beni ne kadar mutlu ettiğini bilsin isterdim. Bütün yaz boyu güzel çiçekler ve yemişler buldum yolumun üzerinde. Bana parti elbisemi onun yolladığından eminim. Ancak bana en güzel hediyeyi geçen hafta doğum günümde verdi. Babamın şiir kitabını yani. Kitap elime geçtiğinde nasıl mutlu olduğumu anlatamam. İyilik perisi annemle tanışıp ona teşekkür etmek isterdim.”
“Nasıl da ilginç bir gizem değil mi? Peki kim olduğunu biliyor musunuz?”
Yaşlı Hanım bu tehlikeli soruyu başarıyla sordu. Eğer ki Sylvia’nın, Leslie Gray ile aralarındaki eski aşkı bilmediğinden emin olmasaydı bu kadar başarılı olamazdı. Mevcut durumda Sylvia’nın şüpheleneceği son insan olduğundan fazlasıyla emindi.
Sylvia kısa bir an için tereddüt etti ve şöyle dedi: “Kim olduğunu öğrenmek için uğraşmadım. Çünkü bilmemi istediğini zannetmiyorum. Öncelikle çiçekler ve elbise gizemini çözmeye çalıştım. Ama kitap elime geçtiğinden beri bütün bunları yapan kişinin iyilik perisi annem olduğuna emin oldum. Onun gizli olma isteğine saygı duyuyorum. Her zaman da saygı duyacağım. Belki bir gün kendisi açıklar. En azından