Zekeriya Akman

Osmanlı’da Devlet Tekke Münasebetleri - Meclis-i Meşâyih


Скачать книгу

type="note">50

      Osmanlı Devleti’nin son dönemlerine doğru tekkelerle ilgili yasal düzenleme sayılabilecek uygulamalar da yapılmıştır. Bunun ilk örneği Ağustos 1793 tarihli bir hükümdür. Şeyhlerin başvurusu neticesinde çıkan bir ferman doğrultusunda, bir meclis oluşturulmuştur. Şeyhlerden oluşan bu meclise, itikadı bozuk olan tarikat mensuplarının saraya bildirilmesi ile kendi başına tekke açanların engellenmesi görevi verilmiştir. Bu fermanla İstanbul’da tekke açıp zikir yapmak isteyen şeyhlerin bölgelerindeki takva sahibi ve itikad-ı düzgün meşâyihin izniyle bunu yapabilecekleri belirtilmiştir.51

      1812 yılında çıkartılmış olan bir ferman ile tekkeler hakkında önemli yeni düzenlemeler yapılmıştır. Bu fermanla, her tarikatın pirinin metfun bulunduğu tekke merkez tekke kabul edilmiştir. Merkez tekkelerdeki şeyhlere ise tarikatın diğer dergâhlarının sorumluluğu verilmiştir. Bu fermanla ayrıca ilk defa tekkelere atanacak şeyhler ile ilgili şeyhülislamın onayı şartı getirilmiştir. Böylece tekke şeyhinin kendisinden sonra bu göreve gelecek kişinin belirlenmesi ile ilgili yetkisi alınmış, merkez tekke postnişinine ve şeyhülislamlık makamına verilmiştir.52

      Tekkeler, Mayıs 1826 tarihinde Evkaf-ı Hümayun Nezaretinin kurulması ile mali özerkliklerini de yitirmişlerdir. II. Mahmut, vakıflar arasındaki irtibatsızlığı yok etmek ve çeşitli yolsuzlukları önlemek gayesiyle bütün vakıfların bir tek nezaret altında toplanmasının daha doğru olacağı kanaatine varmıştır. Bütün dinî binaların bakım ve onarımı, personelin aylıkları ve diğer dinî maksatlar için tesis edilen vakıfların bir çatı altında toplanmasını kararlaştırmıştır. Bunun sonucu olarak Evkâf-ı Hümayun Nezareti (12 Rebiülevvel 1242 / 14 Ekim 1826) kurulmuştur.53

      Tekke vakıfları daha önce bağımsız heyetler tarafından yönetilirken bu düzenlemeyle nezaretin kontrolüne alınmıştır.54

      II. Mahmut döneminde, 1836 yılında çıkartılan bir ferman ile tarikat mensuplarının uyması gereken kurallar belirlenmiştir. Bu fermana göre;

      1. Her tarikat mensubu, bağlı bulunduğu tarikata ait kıyafeti giymelidir. Şeyh ve derviş olmayanlar da kendi kendilerine tarikat ehline ait elbiseleri giymemelidir.

      2. Her derviş, şeyhinin imza ve mührünü ihtiva eden kimlik taşımalıdır.

      3. Ehliyetsiz dervişlere icazetname verilmemeli, icazetnamede birkaç şeyhin imza ve mührü bulunmalıdır.

      4. Şeyh tayin edilirken vakfiyede belirtilen tarikatla şeyh olacak zatın tarikatı aynı olmalıdır.

      5. Aynı şeyhe birden çok tekke şeyhliği verilmemelidir.

      6. Tekkeye ait sancak, kudüm, mazhar gibi eşya ve aletler tekke dışına çıkarılmamalıdır.

      7. Cehrî zikir icra eden tekkelerde, namaz kılmayıp evrat ve tevhit zikrine katılmadığı hâlde sadece devran zikrine katılmak isteyenler, devrana alınmamalıdır.

      8. İstanbul tekkelerinde, bu fermanın hükümlerine aykırı hareket eden olursa ve bu şahıslar şeyhin ikaz ve ihtarlarına aldırış etmezse emniyet kuvvetleri tarafından yakalanarak, “avam-ı nas” olanların Bab-ı Seraskerî’ye, tarikat ehli olanların da Şeyhülislamlık’a gönderilmeleri gerekmektedir.55

      II. Mahmut döneminde, klasik Osmanlı idare sisteminde ortaya çıkan sorunlar tespit edilmiş ve dönemin gereklerine göre yeniden düzenlenmiştir. Devletin modernleşme sürecindeki bu düzenlemeler ve gösterilmiş olan merkeziyetçi tavır, tarikatların denetimi konusunda da kendini göstermiştir. Yeniçeri Ocağının kaldırılması ve Bektaşilik tarikatının yasaklanması, Sünni ve geleneksel tarikat anlayışına muhalif görülen çevrelerin kontrol altına alınması, II. Mahmut’un şahsi ilgisi neticesinde gerçekleşmiştir.56

      II. Mahmut döneminde yapılmış olan düzenlemeler çerçevesinde şeyh ve dervişlere mahsus kıyafetlerin başkaları tarafından giyilmemesi istenmiştir. Şeyh ve dervişlerin de dergâh ve zaviyeler dışında, çarşı pazarda kendilerine has olan kıyafetler ile dolaşmamaları istenmiştir. Ayrıca şeyhler tarafından dervişlere mühürlü tezkereler verilmesini içeren bu düzenleme ile tekkelerin güvenlik kontrolü sağlanmaya çalışılmıştır.57

      II. Mahmut döneminde, 1812 yılında bir fermanla yapılan düzenlemeleri “Siyasi merkezin tarikatlar ve tekkeler alanındaki yeni karar ve yönelişlerinin ilk ciddi işaretleri olarak kabul edilebilir. Tekkeleri idari olarak Şeyhülislamlık’a mali olarak Evkaf-ı Hümayuna bağlı hâle getirmek, İstanbul ve taşradaki aynı tarikata mensup dergâhların şeyhlerinin tayin edilmesi dâhil olmak üzere birçok işlemler için merkez asitane uygulamasına başlatmak” şeklinde değerlendirmek mümkündür.58

      II. Mahmut döneminde, Yeniçeri Ocağının kapanmasından sonra Bektaşilik tarikatı hemen yasaklanmıştır. Bu tarikatın yasaklanması sürecinde padişah ve dönemin yöneticileri konu ile ilgili toplantılar yapmışlardır. Sultan II. Mahmut’un kafes arkasından nezaret ettiği istişare toplantısında, Şeyhülislam Tahir Efendi’nin şu sözleriyle açıldı:

      “Hz. Ali (r.a.), taraf-ı hazret-i risaletpenâhîden ‘efdal-i a’mâli’ sual eylediklerinde fahr-i âlem efendimiz (sav) hazretleri en faziletli amelin zikir ve tevhit olduğunu beyan etmiş, Hz. Ali’ye kelime-i tevhidi telkin ve talim buyurmuştu. Bu cihetle zikr-i cehrî, delâil-i Kur’aniyeden başka, kavl ve fi’l-i Nebevi ile sabittir. Turuk-u cehriyenin cümlesi Hz Ali’ye mensup olan turuku nazeninden şubelere ayrılmış olmakla, turuk-u aliyyenin cümlesi hakk, Hacı Bektaş-ı Veli ve sâir pîrân-ı izâm ve e’izze-i kirâm (k.s.) hepsi ehlullah olup onlara kat’a bir diyeceğimiz yoktur.

      Şeriatta mekruh olan, tarikatta haram menzilesinde olduğu hâlde, bazı cahiller Bektaşîlik namı ile heva-yı nefsine uyarak, farzları eda değil belki, Allah korusun ibadetleri hafife alma, haramları helal yapmak gibi fısk-ı fücur davranışlarda bulundukları mütevatir derecesinde yaygınlaşmıştır. Meşâyih-i turuk-ı aliyye’den olan sizler bu hususta malumat ve mesmuatınız nasıldır? Bu söylenenler hakkında ne dersiniz?” diye sual sorduğunda Turuk-ı aliyye meşâyıhının bazıları bu soruya “Ol taife ile ülfetimiz olmadığından hâllerini hakikati üzere bilmeyiz.” diyerek susmayı tercih etmiş, bazıları ise; “Vakıa Üsküdar tarafında o misillü münkerat tevatür işidilmektedür.” deyü fezahatlarını haber verdikten sonra bir kısım ulema tarafından da bazı Bektaşilerin, oruç yemek, namazı terk etmek gibi kötülüklerden başka, “sebb-i şeyhayn” ettikleri, tevatür derecesinde vaki ve malum olduğundan bahsedilmiştir.

      Yapılan müzakere ve mütalaalar neticesinde, II. Mahmut, Şeyhülislam Tahir Efendi’nin verdiği fetvaya müsteniden, Rebiyülevvel 1242/1826 Eylül tarihli bir fermanla Bektaşi tekkelerini kapattı59

      Bektaşi tarikatı ve mensupları yeniçeriliğin kapatılmasından hoşnut olmamışlardır. Bu dönemde Bektaşilik tekkeleri ile ilgili şu karar alınmıştır:

      1. Bektaşi dervişlerinin dışında Bektaşi olarak tanınan sempatizanlar sürgün edilmiştir.

      2. Tekkelerdeki baba ve dervişler Hadım, Birgi ve Kayseri gibi ulemanın hâkim olduğu bölgelere gönderilmiştir.

      3. Altmış yıl önce ve daha eski tekkelerin dışındaki bütün Bektaşi tekkeleri yıktırıldı. Bunun için çeşitli yerlere bir dersiam ve bir memur gönderildi.

      4. Diğer tekkelere, ehlisünnet