Yasin Topaloğlu

Aydın Menderes Anlatıyor: Gölgede Bir Şey Kalmasın


Скачать книгу

      ÖNSÖZ

      Kilis henüz küçük bir kasaba iken ve henüz bir şehir katili belediye başkanı ile tanışmamışken Arasa’da avlulu ve geniş bir evde oturuyorduk. 9 veya 10 yaşlarında olmalıyım. Eve geldiğimde annem ve rahmetli babaannemi büyük bir yeis ve matem içerisinde ağlarken bulmuştum. Sorduğumda “Menderes ölmüş!” dediler. Bir akrabamız veya yakınımız olmalı diye düşünmüş ve ben de üzülmüştüm.

      Menderes adını ilk o zaman duymuştum. Babamın MSP kurucularından olması nedeniyle politik konuşmaların çokça yer aldığı bir çocukluk geçirdim. Yıllar sonra Aydın Menderes'le tanıştığımda bu anekdotu hatırlamış ve Menderes ailesinin Türk milletinin bağrındaki yerini bir kere daha müşahade etmiştim.

      Aydın Menderes’le Büyük Değişim Partisini kurduğu doksanlı yılların ortalarında, Tunus Caddesi’ndeki ofisinde tanışmış ve ondan sonra zaman zaman görüşmeye devam etmiştim.

      Benim, Yeni Demokrasi Hareketi Başkanı Cem Boyner’e danışmanlık yaptığım süreçte Mehmet Bekaroğlu’nun öncülüğünde düzenlenen İslam Düşüncesi Sempozyumu vesilesiyle Aydın Menderes ve Cem Boyner’i Trabzon’da bir araya getirmiştik. Osman Bostan’ın da hazır bulunduğu bir sabah kahvaltısında Mehmet Bekaroğlu muhayyilesinin genişliğiyle iki liderin bir araya gelmesi hâlinde önümüzdeki yıllarda Türk siyasetinde Aydın Menderes’in cumhurbaşkanı, Cem Boyner’in de başbakan olacağını söylemişti. Cem Boyner bu öngörüden o kadar hoşlanmış olmalıydı ki Mehmet Bekaroğlu’ndan yazılı icazet istemiş ve Bekaroğlu peçeteye yazarak Cumhurbaşkanı Aydın Menderes’e ve Başbakan Cem Boyner’e mazbatalarını vermişti!

      Menderes, derin siyasi yaklaşımları ile Türkiye’nin geleceğine dönük olarak bir medeniyet perspektifi çizmiş ve felsefi altyapısıyla o gün orada neredeyse hepimizi anaforuna çekmişti.

      Aydın Menderes, 1999 yılında Fazilet Partisinden Kilis belediye başkanlığına aday adayı olduğumda da başkanlık divanı üyesi sıfatıyla olağanüstü çaba göstermişti; ama netice alamamıştık.

      Menderes’le zaman zaman görüşmeye devam etmiş ve geçirdiği meşum kazadan sonra bu temaslarımı sıklaştırmıştım. Yayıncılığa başladığım 2002 yılından bu yana bir nehir söyleşi fikri her zaman gündeme gelmiş ama hiç mümkün olamamıştı.

      2006 yılı sonları, bu projeyi hayata geçirmemize imkân verdi. Aydın Menderes’le yaklaşık olarak on defa Ümitköy’deki evinde bu nehir söyleşi için bir araya gelmiş ve çok mesafe almıştık. Sonraki süreçte Aydın Menderes’in yoğunluğu benim yoğunluğumla çakışınca proje akamete uğradı.

      Sonra her fâni gibi Aydın Menderes Rabb’ine döndü.

      Geçtiğimiz günlerde bilgisayarımdaki arşivimde Aydın Menderes klasörünü görünce Elips Kitap’ın redaktörlerinden birine metni düzenlemesi için verdim. Sonra şöyle bir göz attığımda Menderes’in söylediklerinin kaybolup gitmesine gönlüm razı olmadı.

      Gerçi bunda biraz da 24 Ankara temsilcisi Yaşar Taşkın Koç’un da katkısının olduğunu ifade etmeliyim.

      Koç, TRT’ye “Ali Adnan: Bir İnsan Serüveni” belgeselinin senaryosunu yazarken nehir söyleşi yaptığımdan haberdar olduğu için benden ham metinleri istemiş ve daha sonra bunları neden yayımlamadığımı sormuştu.

      Sahi neden yayımlamıyordum?

      Muhtemelen yarım kaldığı için…

      Daha önemlisi metni Aydın Bey görmemişti.

      Hem tanıklığım hem de Menderes’in söyledikleri kaybolacaktı.

      Redaksiyondan sonra metni yeniden okuyup, Hamdi Kılıç’a gönderdiğimde artık yayımlamaya neredeyse karar vermiştim.

      Hatta bu kitabın serüvenini yazma fikri de Hamdi Kılıç’a ait.

      Söyleşi esnasında Menderes’le ilgili elbette pek çok hususu öğrendim. Bir kısmını yazmam zaten beklenemez.

      Aydın Menderes babasına gıpta ile bakan, çilesine kısmen şahitlik eden ama babasının şahsında yakın tarihin bütün sırlarına neredeyse vâkıf biri idi.

      Kendisi izah edilemeyen bir kaza geçiren, babası asılan, ağabeylerinden Mutlu’yu bir trafik kazasında, Yüksel’i aydınlatılamayan intihar süsü verilmiş bir suikastla kaybeden biri olmasına rağmen iddialarından vazgeçmeyen bir yerde duruyordu.

      Türkiye’de müesses nizamın Menderes ailesine kin gütmediğini söylemek ihtiyatsız bir iyimserlik olur. Kitabın içerisinde var. Ben Kennedy ailesinin ABD’de başına gelenlerle, kendi ailesinin başına gelenleri sordum.

      Kennedy ailesi, içinden başkan seçmeyi başarmış tek Katolik aile.

      Menderes ailesi de milleti siyasete katarak müesses nizamı zedeleyen bir yerde durmaktadır. Adnan Menderes’e yapılan muamele iki oğlun biri ölümle neticelenen trafik kazasını ve bir oğlunun intiharını elbette şüpheli kılıyor.

      Darbeler ve faili meçhul cinayet ve olaylarla sabıkası tartışılamayacak olan müesses nizam, bu konuda hiçbir şüphe ve tartışmadan vareste tutulamaz.

      Daha evvel alicenaplığına ve haza beyefendiliğine şehadet ettiğim Aydın Menderes bu söyleşi esnasında düşmanlarından söz ederken bile nezaketi elden bırakmıyor ve yaşadığı trajediyle kader inancı tam bir mümin edasıyla, sükûnet limanına yol alıyordu.

      Aydın Menderes bazı görüşmelerini beni yabancı bulmadığını ifade ile yatak odasında yapıyordu. Onunla her karşılaştığımda yaşadığı acıyı, kederi, sıkıntıyı, ızdırabı, çaresizliği fark ediyor ve her defasında yüzündeki, kadere inancın ve teslimiyetin huzuruna şaşırarak, gıpta ediyordum.

      Menderes her hayırlı evlat gibi babasına gıpta ediyordu.

      Bu söyleşinin sürdüğü günlerde “Hatırla Sevgili” dizisi vesilesiyle babasının kadınlarla ilişkisi gündeme geliyordu kamuoyunda.

      Ben söyleşi dışında isim vererek babasının sevgilisi olduğu söylenen Ayhan Aydan’ı sordum.

      Siz ve anneniz nasıl karşılıyordu?

      Cevabı bana çok enteresan gelmişti: “Babam her ne yapmışsa helali hoş olsun…”

      Bu kitabın yayımlanmasına emeği geçen aziz dostum ve tanışmakla şerefyab olduğum kardeşim Hamdi Kılıç'a medyunu şükranım.

      Söyleşiye oğlum Ali Burak da şahitlik yaptı. Onun gönül dünyasından da sorular sordum. Baba oğulluğumuzu biraz da o sohbetler esnasında yeniden keşfettik. Katkılarını teşekkürle anmalıyım.

      İyi ki varsınız Hamdi Kılıç kardeşim ve oğlum Ali Burak…

Yasin Topaloğlu

      Aydın Menderes’in Çocukluk, Gençlik Dönemi, Çok Partili Rejime Geçiş Süreci ve Demokrat Parti İktidarı

      Sayın Menderes, siz 1946 yılında doğdunuz. 1946 yılı Türkiye’de siyasi hayatımızda 46 ruhu diye tanımlanan bir süreç. Siz bugün çocukluğunuza dair en eski anıları, en eski hadiseleri gözden geçirirseniz ne gibi anekdotlar aktarabilirsiniz? Çocukluk serüveniniz nasıl başladı, nasıl ilerledi?

      Bu çok güzel bir soru. İnsan, eski zamanlara, gençliğine, çocukluğunun hatırlayabildiği ilk evrelerine doğru zaman zaman bir yolculuk yapıyor o anıları hatırlamaya çalışıyor. Vaktini, kendi hayatı dâhilindeki bir yolculuğa ayırabiliyor. 1946 yılının Mayıs ayında doğdum. 14 Mayıs 1950’de de seçim, daha doğrusu Türkiye’de ilk defa iktidarın kansız, kavgasız, hilesiz bir şekilde el değiştirdiği ilk hür seçim yapıldı. Bu seçimin ardından Demokrat Parti iktidara geldi, babam da başvekil oldu. Benim 14 Mayıs 1950 öncesine ait ufak tefek hatıralarım olmakla birlikte, zihnimdeki asıl hatıralar önemli ölçüde -tabii âdeta siyasetin içine doğmuş olduğum için- siyasetle ve ülkenin siyasi olayları ile ilgili. İlk anılarım aşağı yukarı 1949 senesine, üç yaşında olduğum yıla kadar gidebiliyor. Onun da şöyle bir özelliği var: Evliliklerinden itibaren annem, babam ve tabii dünyaya gelmişlerse ağabeylerimi, her sene meclis tatile girince önce İstanbul’a, fuar zamanına doğru da İzmir’e gitmişlerdir. Bu durum 1950’ye kadar devam etmiştir. 1949 yılında ilk kez beni de götürdüler. O vakit teyzem ve eniştemlerde kaldığımı hatırlıyorum. Annem ve babam birlikteydiler,