Yasin Topaloğlu

Aydın Menderes Anlatıyor: Gölgede Bir Şey Kalmasın


Скачать книгу

Çankaya İlkokulu da o zaman çok meşhur olmuştu. Bu okulun, Allah rahmet eylesin, Rasim Akın adında bir başöğretmeni vardı. Bazı yaz akşamları annemle Ankara Tenis Kulübüne, 19 Mayıs Stadyumu civarına giderdik. Tenis oynayanlara bakar, orada yemek yerdik. Rasim Hoca da tenis kulübünün müdavimlerindendi. Orada beni gördükçe “Seni de ben okutacağım!” diye takılırdı. Ama beni Ayşe Abla Kolejine yazdırdılar.

      O dönemlerde evde bir mürebbiyeniz, bir dadınız, sizinle kişisel olarak ilgilenen biri var mıydı?

      O vakit Aydınlı -o da vefat edeli çok oldu- Pakize isminde hem ev işlerine bakan hem de benimle meşgul olan bir kızcağız vardı. Fakat o 1950 yılında evlendi. Ondan sonra özel olarak bana bakan biri olmadı.

      Hep anneniz mi ilgilendi sizinle?

      Annem ilgilendi. Ailede hepimiz onu çok sever, kendisine hürmet ederdik. Dedemin kalbi sağ taraftaydı. Evlenmezse daha sağlıklı yaşar demişler. Onun bakımını anneannemden ziyade annem üzerine almış. 1955’te vefat edene kadar hep bizimle beraberdi. O tabii benim dönemimde yaşlıydı, gözleri de görmemeye başlamıştı. Fakat iki ağabeyimin yetişmesinde onun da çok katkısı olmuştu. Bununla birlikte bizlerle yakından meşgul olan tabii ki annemdi. Bize ilk öğütleri veren, yöneten, yönlendiren o olmakla birlikte, iki ağabeyim de benimle çok yakından ilgilenirlerdi. Onlardan okula gitmeden evvel birçok şey öğrenmiştim. Bu şekilde beni Ayşe Abla Kolejine yazdırdılar. Fakat kararsızdım. Ağabeylerimin gittiği okula gitmemekten kaynaklanan bir kararsızlık duygusuydu bu. Bu duygu benim bir parçam olmuş gibiydi. Ayşe Abla Kolejini benimsemememin sebeplerinden birisi bu muydu, yoksa böyle bir duygu Çankaya İlkokuluna gidince mi ortaya çıktı, tam olarak kestiremiyorum. Ayşe Abla Kolejindeki talebeler daha çok o günün Ankara’sının varlıklı, orta sınıf veya üstü diyebileceğimiz ailelerinin çocuklarıydı. Fakat ben bu okuldan hiç memnun kalmadım, bir sıcaklık duymadım ve rahatsızlık geçirdim. Salgın çocuk hastalıklarından birine yakalandım, sonra iyileştim. Tekrar oraya götürdüler, okula devam ettim fakat tutturdum “Ben bu okula gitmeyeceğim!” diye. Hiç istemiyordum. Aklım, ne yapıp edip Çankaya İlkokuluna gitmekteydi.

      Ne kadar sürdü bu durum?

      Araya hastalık girdi, bir ay sürdü diyebiliriz. Süreyi tam bilmiyorum. Annem de babama demiş ki “Bu çocuk gitmeyeceğim diyor.” Babam da sabah demiş ki “Siz onu okula göndermeyin, ben kendim götüreyim.” Annem, “Oğlum…” dedi, “Seni yarın baban götürecek.”

      Endişelendiniz mi bunun üzerine?

      Hayır, hiç endişelenmedim.

      Babanızdan korkar mıydınız?

      Büyük bir saygımız, büyük bir sevgimiz vardı. Şimdi tabii bizim eve devlet işleri vesaire girmişti. Ev iki katlıydı, büyüktü. Ama babamın işlerinden dolayı sürekli kalabalık oluyordu. Mümkün olduğu kadar onun evde olduğu vakitler gürültü etmemek, misafirler varsa ona göre davranmak gerekiyordu. Tabii bunlara dikkat ediyorduk. Buna mukabil o da bizimle yeterince meşgul oluyordu.

      Oyun oynar mıydı sizinle?

      Hayır. Diğer ağabeylerimle yüzmüşler, balık tutmuşlar. Ama benim bir oyun oynama anım yok. Ertesi sabah ben bindim rahmetli babamın arabasına. Okulun önüne geldik. Atatürk Bulvarı’nın üzerinde araba durdu. Ben indim, hiç arkama bakmadan yürüyorum. Fakat bir his bana arabanın oradan ayrılmadığını ve babamın da benim girip girmediğime baktığını, takip ettiğini söylüyor. Ben bu hisse kapıldıkça adımlarım giderek ağırlaşıyor. Tam okula yaklaştığım vakit döndüm baktım. Evet, yanılmamışım, babam oradaydı. Bu sefer ben yüz seksen derecede döndüm. Okulun kapısını arkamda bıraktım, doğrudan doğruya arabaya geldim. Kapıyı açıp babamın yanına oturdum. Hâlâ bunu nasıl yaptığıma aklım ermez ama yaptım. O günkü arabalarda şoför bölmesi ile yolcu bölmesi arasında cam olurdu. Babam düğmeye basıp camı indirdi. “Beni Başvekalete bırakın, sonra da Aydın’ı eve bırakırsınız.” dedi. Bana “Oğlum niye gitmedin, burası okuldur…” gibi hiçbir şey demedi. Babamı Başvekalete bıraktılar. O vakit Başvekalet binası Ulus’tan Kızılay’a taşınmıştı. Babam orada indikten sonra muhtemelen hemen telefonla anneme de haber vermiştir. O sırada ben de eve döndüm. Olacak bu ya o gün ben ikinci bir hastalığa yakalandım, ateşim çıktı.

      Küçükken zayıf bir bünyeye mi sahiptiniz?

      Evet, ilkokulu bitirene kadar bademciklerim habire şişerdi. Pek kilolu değildim. Tabii eve dönünce babam ne olduğunu sormuş anneme. Annem de eve gelip rahatsızlandığımı söylemiş. “Okula da gitmemiş, bilmem ne yapacağız? Çankaya’yı istiyor.” demiş. Babam da “Ne var bunda? O da oraya gitsin. Öbürleri gitti de bir eksikliğini mi gördük? Varsın o da oraya gitsin, gönderin.” demiş. Sabah ben kalktım. Hiçbir şey bilmiyorum, sonra müjdeli haberi aldım. Çankaya İlkokuluna gideyim diye başöğretmeni aramış annem. Durumu anlatınca öğretmen memnun olmuş. “Yalnız şu anda kayıt almaya alırız da intibakta zorluk olur. Bu sene ben eve gelir giderim onu birinci sınıfa iyi bir şekilde hazırlarız. Gelecek sene başında okulda da bir imtihan yaparız. Birinci sınıf bilgilerine sahip olduğuna kanaat edilirse -ki zaten beni o yetişecekti- ikinci sınıftan itibaren okula devam eder.” demiş.

      Çankaya İlkokulunda başvekilin oğluna iltimas yok mu? Sınava mı tabi tutuldunuz?

      Yok, hayır, iltimas kesinlikle yok. Ben Çankaya İlkokulu için o kış evde hazırlandım. Zaten o öğretmen iki ağabeyime de zaman zaman özel ders verirmiş. Çankaya İlkokulunun şöyle de bir özelliği var: O bölgedeki devlet büyüklerinin çocuklarının birçoğu, mesela İsmet Paşa’nın çocukları orada okumuşlar. Hatta Özlem Hanım’ın büyük ağabeyimle belki aynı sınıfta veya bir alt ya da üst sınıfta olduğunu da söyleyebilirim. Çankaya İlkokulunda o civardan gelen talebelerin yanı sıra başka muhitlerden gelenler de vardı. O vakit Ankara’da Mimar Kemal ve Namık Kemal ilkokullarını bir çizgi olarak düşünürsek Kızılay’da, oradan ta Dikmen’e kadar başka hiç okul yoktu. Lastik çizmeli birçok arkadaş vardı. Dikmen’in köylerinden bile gelenler olurdu. Onun için Çankaya İlkokulu, Ayşe Abla’ya göre prestijliydi ama daha ziyade düşük gelirli halk çocuklarının bulunduğu bir okuldu. Ayşe Abla kaymak kesimin okuluysa Çankaya halk okulu idi. Benim gibi başbakan oğlu, o civarda oturan varlıklı ailelerin veya önemli bürokratların çocukları da vardı ama bunların oranı yüzde onu bulmazdı. Yüzde doksanı gecekondulardan, uzak köylerden, civardan gelen çocuklardı. Ben kendimi ömrüm boyunca hep o kesimden insanlarla bir aradayken daha rahat hissettim, mutluluk duydum. Arkadaşlarımla ilişkilerim aşağı yukarı bir ömür boyu böyle olmuştur. Böyle bir eşitlik düşüncemizin olduğunu bu okul değişikliklerinden itibaren anladık. Belki de Ayşe Abla Koleji yerine Çankaya İlkokulunu tercih etmemin nedeni, ömür boyu aralarında olduğum, yanlarında rahat ettiğim kişilerle beraber olma isteğiydi. Tabii bu düşünce ilerledikçe bu işin içerisine siyasi bir yön de girdi.

      1952 yılında ilkokula başladım, 1953’te Çankaya İlkokuluna geçtim. Daha Demokrat Partinin ilk yıllarıydı. Ortada fazla çatışma olan yıllar değildi. Bu kesimlerin arasına girdikçe Demokrat Partiliye rastlama oranı çoğalıyordu. Ben bunun sıkıntısını ilkokulu bitirdikten sonra, 1957’de İstanbul’da Robert Koleje gidince yaşadım. Oraya gidişim de ilginçtir. Oraya babamın hatırı için gittim. İlkokula babama rağmen gitmemiştim ama 1957’de tam tersini yaptım. Orada bunun sıkıntısını çektim.

      Siz 1946’da milletvekili çocuğu olarak dünyaya geliyorsunuz. 1950’de babanız başbakan ama siz elitlerin okulu yerine Dikmen’in köylerinden gelen çocukların okuduğu bir okulu tercih ediyorsunuz…

      Mesela bakanlar yakınımızdı. Onların çocukları ile bir araya gelmek de beni fazla mesut etmezdi.