Yasin Topaloğlu

Aydın Menderes Anlatıyor: Gölgede Bir Şey Kalmasın


Скачать книгу

değişmemesi iktiza eder. Gerçek fiilen değiştiriliyorsa, o zaman, bir arkeoloğun yaptığı gibi elimize gerekli alet edevatı alıp tarihî olayların üzerindeki katmanları kaldırmamız gerekir. Mesela nasıl doğal olaylar, zelzeleler, depremler, seller, daha önceki medeniyetlerin üstünü örtmüş, onları kaybetmişse bu dönem için de aynısı yapılmak isteniyordu. Bizim de bu tarih dediğimiz hadisenin üzerini açmamız gerekiyor. Güya dünün gerçeğini bulma gayreti -zaman zaman buna yaramış olmasına rağmen- bazen de iktidarın bir baskı aracı olarak gerçekleri değiştirmiştir. Bunun için tarihe, resmî ideolojiye karşı ileri derecede mesafeli durmak icap eder. Ama ona karşı bu mesafeli duruşu da hiç değişmez bir ak ve kara hâline getirmemek gerekir. Yakın tarihte bir şey mi düşünüyorum, inanıyorum, bak bu bugünlüktür. Yarın bir başka kanaat, başka bir gerçek çıkar, daha iyi bir yorum çıkar veya sen kendin öyle bir noktaya gelirsin ki, bugünkünden farklı düşünebilir, inanabilirsin. Mümkün olduğu kadar adaletin terazisini elden kaçırmamaya gayret etmeliyiz. Bu inancım hâlâ devam ediyor. Tarih, bu ülkeyi idare etmiş pek çok insanı haksız yere bühtan altında tutmuş, zan altında bırakmıştır. Bu yanlıştır, bunu da içinde yaşadık, birebir yaşadık.

      Çok Partili Sürecin Sancıları ve 27 Mayıs Askerî Darbesi

      27 Mayıs gününü siz nerede ve nasıl karşıladınız? Nasıl tanıklık ettiniz 27 Mayıs’a?

      28-29 Nisan olayları önce İstanbul, sonra Ankara’da yaşandı. İstanbul’da bitti, devam edemedi, sonra Ankara’da devam etti. Ben o gün yatılı okuldayım, Robert Kolej’de.

      Kaçıncı sınıftaydınız?

      O zaman ben orta birdeydim. Orada mecburi iki sene hazırlık vardı. Şimdi konu geldiği için ve bağlantısı olduğu için bir iki kelime söyleyip hemen 28 Nisan’a döneceğim. Yaşlı bir tarih hocamız ile yine yaşlı bir coğrafya hocamız vardı. O dersleri de ben zaten çok severdim. Hatta iyi not alıyordum. Mesela onların söylediği birtakım sözler, aklımda kalmıştır. Pek zannetmiyorum başka bir talebe bu sözleri o vakit hafızasına almış olsun. Tarih öğretmenim okulda çok itibarlıydı. Tarih sınıfı ve coğrafya sınıfı ayrıydı. Onlar talebenin ayağına gelmezdi, tarih, coğrafya dersine oraya gidilirdi. Öyle bir yönleri vardı. Bir gün Hanibal’i anlatırken dedi ki: “Hanibal İtalya’da uzun kaldı. Asker, disiplinden çıktı. İtalya’nın eğlencesine kapıldı. Hanibal’i yenen bu oldu. Yoksa Hanibal çok büyük bir cihangir, yenilecek bir komutan değildi.” Ve hemen ilave etti: “Dünyada iki kesimi boş bırakmaya gelmez. Birisi talebe, birisi de askerdir.” Sene 1959 sonları; Türkiye’de bir hükûmet darbesi olur gibi bir ihtimal yok benim kafamda. Türkiye’de o zaman denirdi ki: “Mısır’da olur, Suriye’de olur, Irak’ta olur; millet olarak geri onlar, biz ileriyiz, Türkiye’de böyle şeyler olmaz.” 27 Mayıs 1960’a kadar, genel kanaat olarak söylüyorum, Türkiye’de askerî müdahale olmaması ilericiliğimizin bir delili iken 27 Mayıs Darbesi, kendisini, gericiliği önlemek ve ilericiliği tekrar ihya etmek olarak tanıttı, bu şekilde ortaya çıktı. Bu da böyle bir garipliktir. 28 Nisan günü, çok iyi hatırlıyorum, öğleden sonra ders bitmişti veya boştu. Şimdiki Boğaziçi Üniversitesi kampüsü, ortada futbol sahası vardı o zaman, tam oralardayım. Yatakhane olan binaya gideceğim. Benden büyük, uzun boylu bir çocuk geldi yanıma, Demokrat Parti milletvekili olan babası, rahmetli Bayar’ın yaverliğini yapmış, aynı zamanda da bir emekli kurmay albay çocuğu. “Ya Aydın işittin mi?” dedi, “Yine böyle öğrenci hareketleri falan olmuş.” Dedim ki: “Halk var mı, halk karışmış mı?” Cevap verdi: “Yok, öğrenci hareketleri.” Ben de “O zaman bir şey olmaz.” dedim. Sonra Ankara’da o arkadaşla komşu olduk, Ankara Kolejinde beraber olduk. Bana hatırlatırdı, “O gün öyle demiştin.” diye. Ben de derdim ki: “Millete güvenmek yanlış bir şey değildir. Herkesin, milletin dediğine biat edeceğini varsayarak yanlış bir şey düşünmüyoruz.” Ama böyle bir olay da işte Türkiye’nin başına geldi. Bu konu çok tartışılmıştır. Herhâlde içine girilir bu işin. 1950-60 arası yıllara şu açıdan bakılmıştır: “27 Mayıs önlenebilir miydi, önlenemez miydi?” O gün için en azından iki kişiden birisi Demokrat Partili idi. 26 Mayıs sabahı ve bir de ihtilalden sonra birçok CHP’li, Millet Partili de tiksinmiş bu durumdan. Hele idamlardan sonra büyük bir topluluk, bir camia oluşmuştu. Demokrat Partililerin kendi aralarında en fazla tartıştıkları konulardan birisi buydu. Benim o günkü düşüncem böyle, 28-29 Nisan olaylarını da böyle karşıladım.

      Siz 28-29 Nisan olaylarını, organize hareketler olarak görüyorsunuz. Çünkü “Millet yoksa o hareket tabii bir hareket değildir.” diyorsunuz.

      Evet değildir. Zaten Halk Partisi buna alet edilmiştir. Tabii o gün veya ertesi gün, Cuma günü ben okuldan çıkacağım zaten; rahmetli annem aradı, “Ben geliyorum, bir yere kıpırdama. Okula gelip kendi elimle seni alacağım.” dedi. 28 Nisan veya 29 Nisan günü annem bu şekilde telefon etti bana.

      Bu tabii bir telefon muydu?

      Yok, değildi. “Ben geliyorum aman bir yerlere çıkma!” demişti.

      Ne hissettiniz, dünyanızda neye karşılık geldi bu?

      Annemin düşkünlüğü, hassasiyeti, merakı yeni bir olay değildi. İçimde bir şey cız etmedi, hiç böyle bir ihtimal kondurmuyordum. Şimdi bir hafta önce 29 Nisan, 28 Nisan hatta 23-24 Nisan olabilir. Onun bir gün öncesi İzmit’te temel atılacak, kurdelesi kesilecek yerler var, babam, “Aydın da gelsin.” demiş. Bir kere kendisini 1957’de, Fatih’te konuşurken dinlemiştim ama onun haberi yoktu. Bu, kendisinin arzusuyla katıldığım tek yurt içi seyahati oldu, İzmit’teydik. Büyük bir sevgi vardı. 1959’da Ankara’da, uçak kazası sırasında annemin yanındaydım. Ankara Garı’ndan TBMM binasına o günkü şartlarda açık araba, Menderes’in arabası gidemedi. O trenin girişini hatırlıyorum gara, yerlerde koyunlar vardı kurban edilmek üzere, millet getirmişti.

      Ne yapmıştı da babanız, bu kadar muktedir olduğu dönemde kitleleri harmanlayabildi? Hâlâ Anadolu’nun her yerinde Menderes denilince insanların yürekleri niye kalkar, niye mahzunlaşır insanlar? Neyi başardı da babanız, hiçbir siyasi liderin ulaşamadığı yüzde 52 oy oranını elde etti? Niye bugün siyaseti devam ettirenler de siyasete başlayanlar da Menderes’in ulaştığı siyasi seviyeye erişmek isterler?

      Menderes 1950’de başbakan olduğu vakit ilklerin adamı hâline gelmiştir. Önce milletin diliyle Adnan Menderes’i anlatmaya çalışayım. Sonra kendi düşünce ve yorumlarımı da gerekirse ekleriz. Son derece iyi niyetli ve alçak gönüllü bir insandı. Bu, ona öğretilmemiştir; Menderes kendi kendini yetiştirmiş bir insandır. Kendi kendini yetiştirmiş bir insanda mürit ve mürşit birleşebilir mi? Onda birleşmiş, herkes bir yerde kendi kendisinin eseridir ama ben burada özellikle onun devlet adamlığına, siyaset anlayışına dikkat çekmek istiyorum. Aydın’a gittiğinde her tabakadan insanlar, köylüler gelir, onun yanında otururdu. O günkü şartlarda arazilerimiz çok daha genişti. Derlerdi ki: “Hepimizi tanırdı, hepimizin elini sıkar, yanımıza gelip oturur, yemek yeniyorsa mutlaka tadına bakar, ‘Güzel olmuş.’ der, güler; hiç adam ayırmaz, iyiliğinin sonu, hududu yok, topraklarının büyük bir kısmını bize dağıttı.”

      Hibe anlamında mı dağıttı?

      Çok cüzi bir karşılıkla dağıttı. Şimdi “Roman” diyoruz, “esmer vatandaşlar” diyoruz. Onlar da bizim oralara gelir ve Anadolu’da kamış denen ürünler -kargı denir bizim bölgede- toplanır, kurutulur, ayrıca bunlardan kola asılan bir çeşit sepet yapılır ve içine pamuk toplanırdı. Kimi gelir karnını doyurur, zaten karşıdaki küçük bir binada, 1952 yılına kadar gelen geçene yemek verilirdi. Aşçı kadın orada yemek yapacak hem çalışanlar hem de aç olanlar orada yemek yiyecek, öyle bir düzen. Derlerdi