itle>
İmparatorluk bakiyesi bir coğrafyada nasıl bir devlet şekli kurarsanız kurun temel istinat noktanız yine devralmış olduğunuz mirasın koyu tesiri altındadır.
Orta Asya steplerinden kopup gelen Türkler başta Anadolu coğrafyası olmak üzere üç kıtada muhtelif isimler ve hanedanlıklar olarak devlet olmayı başardı.
Osmanlı Devleti’nin temelinin atıldığı Söğüt ve çevresi bu anlamda stratejik bir yerdir. Bu yerin seçimi salt Konya Selçuklularının uç beyliği şeklinde açıklanamaz.
Bu tercih aynı zamanda Osmanlı zihninin mücadelesinin ipuçlarını da vermektedir. Osmanlı’nın kavgası Batı’yla, yani Avrupa ile olacaktır. Kuruluşundan bir asır geçmeden Edirne’nin başkent ilan edilmesi ve yüz yıla yakın bu rolünü icra etmesi Avrupa’yla olan çatışmanın yoğunlaşarak devam etmesi en müşahhas bir şekilde ortaya koymaktadır.
Yüzyıllar süren bir çatışmanın her iki tarafa da karşılıklı tesirler yapacağı aşikârdır.
Belki de bu Osmanlı’nın aynı zamanda Batılı bir devlet olarak tarifine imkân da verebilir. Uzun yıllar ordusunu Bâtini-Bektaşi Yeniçerilik üzerine inşa eden Osmanlı, İstanbul’un fethiyle birlikte daha da Avrupai bir görünüm alır.
Sıtmaya tutulmuş bir şekilde Osmanlı 1699 yılından itibaren kendi olmaktan çıkacak her telkine, her şekle, her anlayışa teslim olur.
Eğitimden üretime, savaş sanatlarından toplumsal yapıya özgün hiçbir söylem geliştiremez.
Cumhuriyet’in ilk yıllarında gerçekleştirilen bütün “devrimler” Tanzimat Dönemi’nde yapılan ya da yapılamayan her türlü batıl reformun tekrarı ve tezahürüdür.
Atatürk’ü Şapka Devrimi’yle suçlayanların ataları, İkinci Mahmut’un fesi zorunlu kıldığını anlamak istemez. Cumhuriyet elitlerinin İstiklal Mahkemeleri üzerinden yaptıkları mezalimleri unutmayanlar yine Tanzimat sonrası lağvedilen Yeniçerilerin hunharca top atışlarıyla katlettiklerini, İstanbul sokaklarında Yeniçeri dışındaki tüm askerlerin ve halkın sürek avına çıktığını bilmezlikten gelir.
Osmanlı da kendi olmaktan uzaklaştığı oranda hezimete uğrar. Fethe dayalı dönem sona erince kendi içindeki çatışmalar yoğunluk kazanır.
Endülüs Müslümanlarının da sonu benzer olmuştur. 800 yıllık muhteşem medeniyet, Avrupa’yı Avrupa yapan hususiyetler, kendi içinde önlenemeyen iktidar kavgalarının sonucu heba olur.
Batı dünyasının yeni kıta Amerika’yı keşfi, Fransız İhtilali ve Sanayi Devrimi’nin dönemine göre olağanüstü tesirleri Müslüman coğrafyasında yaşayan tüm Müslümanları edilgin hâle getirmiştir. Bu gelişmeler karşında özgün bir üslup geliştiremeyen İslam coğrafyası sömürgeciliğe de açık hâle gelmiştir.
İki dünya savaşıyla harabeye dönen Avrupa ve Asya kıtasının halkları Amerikan hegemonyasını kabule hazır bir duruma sokmuştur.
NATO, CENTO, OPEC, AB, Sovyetler Birliği, IMF, Dünya Bankası, BM gibi organizasyonlar iki kutuplu bir dünya meydana getirmiş, kayda değer bir varlık gösteremeyen “Bağlantısızlar Hareketi” de çeşni olmaktan öteye gidememiştir.
Bugün İslam İşbirliği Teşkilatına üye 57 devlet var, bunlardan sayıları her gün biraz daha artan -Karadağ’ın bağımsızlık ilan etmesiyle- 40’tan fazlası Osmanlı toprakları üzerinde kuruldu. Sadece 23 Arap devletinin kurulması anlatılmak isteneni anlama konusunda önemli bir göstergedir.
Yarım milenyum kadar bilimin rafına bir A4 kâğıdı koyamayan Müslüman topluluklar, zengin maden ve petrol imkânlarına rağmen tüketen olmaktan kurtulamamışlardır.
Bu bağlamda özgün bir ses, yerli bir duruş, İslam’ı ve yüzyılı dolayısıyla batılı anlama konusunda donanımlı bir aksiyon olarak Millî Görüş Hareketi oldukça önemli bir etkileşim meydana getirdi.
Öğreniminin bir bölümünü Avrupa’da yapmış ve kendine özgü patentler elde etmeyi başarmış biri olarak Necmettin Erbakan’ın öncülük ettiği bu teknokratlar umut vadeden bir hareket olarak önceleri müesses medya-sermaye-devlet düzeni tarafından karikatürize edilmiş ama rakiplerinin tabiriyle “lastik bir top” gibi üzerine basılsa bile kendini yeniden inşa etmeyi başaran Erbakan’ın yılmaz mücadelesiyle özgün bir tasarım olarak kendini korumayı başarmıştır.
Bu topraklarda İttihat ve Terakki’nin organizasyonundan daha örgütlü bir organizasyon kurmayı başaran Necmettin Erbakan’ın bu kabiliyeti aynı zamanda onun mütemadiyen önünün kesilmesine neden olmuştur.
Kuruluşuna öncülük ettiği 6 partiden sadece birine kurucu olabilen Erbakan’ın tam olarak beş partisi kapatılmış ve kendisi pek çok yasağa muhatap olmasına rağmen “İman varsa imkân da vardır.” diyerek yaptığı işleri anlamlandırmayı başarmıştır.
1970’li yıllarla birlikte iktidara ya doğrudan ya da dolaylı olarak ortak olan Millî Görüş Hareketi 1990’lı yılların ortalarında büyük ortak olarak iktidar olmuş bu durum, dış ve iç bütün düşmanlarını seferber etmiştir.
Orta sınıf Anadolu insanının kendini ifade ettiği Millî Görüş Hareketi mahalli seçimlerde elde ettiği sayısız başarıları iktidara da taşımaya muvaffak olmuştur.
Necmettin Erbakan ve Hareketi’nin, İsrail ve ilk günden itibaren FETÖ karşıtlığı bütün düşmanlarının, Batı kulüpçülerinin, faiz lobilerinin, ithalat yanlısı mütegallibenin husumet odağı olmuştur.
Tanzimat’tan bu tarafa Batı’ya ve batıla karşı özgün bir medeniyet tasarımı sunan Erbakan ve Hareketi ağır sanayiden ahlak ve maneviyata, eğitimden faize kadar hemen hemen hayatın her alanında özgün bir dil geliştirmiştir.
Hareketin öncü isimlerinin neredeyse tamamı ilahiyatçı bilinmekle birlikte aslında tamamı mühendistir.
Hareketin bilinen isimlerin yanı sıra kamuoyunun marufu olmayan pek çok ismi de var.
Kendini kurmay olarak konumlandıran ve asla siyaset yapmaya tevessül etmeyen bu isimlerden biri Sedat Çelikdoğan’dır.
Ostim Vakfı’nın Genel Sekreteri Gülnaz Karaosmanoğlu’nun yayınevimizi ziyareti ile birlikte şifahen tanışma bahtiyarlığına eriştiğim Sedat Çelikdoğan’ın hayatı ve anıları kitaplaştırılmak isteniyordu.
Ve böylelikle hayatta çok şey başarmış ama sıradan biri gibi görünmeyi bilen, alanında emsalsiz iddiaları olan ama böbürlenmeyen, bilmediğini bilen, bildiklerini kibriyle yoğurmayan Sedat ağabeyle serüvenimiz başladı.
Toplam 13 defa yayınevinde, Hamamönü’nde, Ankara Kale’sinde, fabrikasında, Ostim merkezinde, çeşitli mekânlarda bir araya geldik.
İlk nehir söyleşi görüşmesi Ostim’de kendi odasındaydı. Ve bir teknokrata sorulacak soru diye sadece bir soru hazırlamıştım. Soru yarım Word sayfası tutmuştu.
Genellikle ilk sorunun cevabından yola çıkarak sorulara devam eder ve kitabı bitiririm. Sedat Hoca yarım Word sayfalık soruya “bilmiyorum” cevabını verince nasıl bocaladığımı hâlâ dün gibi hatırlıyorum.
Sedat Hoca’nın en büyük şikâyeti üretim modelinden toprak-rant modeline geçilmesiydi.
Müteaddit defa bu konuyu gündeme getiriyordu.
Hızlı tren projelerinde Ostim’in rolü için nasıl çırpındığını “Bir dokun bin ah işit.” boyutuyla anlatıyordu.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın peşinden nasıl koştuğunu gözleri buğulanarak anlattı: Erdoğan’ın katıldığı bir toplantıda Sedat Hoca randevu talep etmiş. Erdoğan bunun üzerine özel kalem müdürü Hasan Doğan’a talimat vererek görüşmeyi organize etmesini söylemiş. Konu, hızlı trenlerin ihalelerinde yerli yedek parça oranının artırılması. Sedat Çelikdoğan sayısız defa Hasan Doğan’a randevu talebini iletir. Bir safha sonra Hasan Doğan’a da ulaşamaz. Bunu üzerine aradan geçen bir zaman sonrasında yeniden Başbakan Erdoğan’la karşılaşırlar. Randevu talebini yeniden gündeme getirir. Erdoğan “Hasan…” der demez Sedat Hoca, “Ben zaten sizden, bana Hasan Doğan’dan randevu almanızı rica ediyorum.” şeklinde cevap verir.
2016 yılında Sedat Hoca vefat etti.
Kitabı yayınlamakla yayınlamamak arasında mütereddit kaldım.
Ostim