hemen yan tarafında Kahire Mezarlığı var. Mezarlığın en büyük özelliği, içinde mezar evlerin bulunması. Bu evlerde yüz binlerce yoksul insan barınıyor. Düşünün, bizim türbe dediğimiz tarzda yapılar. Mısırlılar geleneklerini orada yaşatıyorlar. Mezarda birkaç oda ve avlu var. Rivayete göre mezar evlerde 1 milyon insan yaşıyor. Metruk bir mezarlık değil. Hâlen insanlar cenazelerini defnettikleri mezarlarda yaşıyorlar. Bu evlerin yanında gecekondu, lüks konut sayılır.
İslam coğrafyasının hâlipürmelalini yansıtan yoksulluğun fotoğrafını orada çekmek mümkün. Oranın asimetrisi bir başka İslam coğrafyasında da çatışma var. Afganistan, Pakistan havzasında çok şiddetli çatışmalar yaşanıyor. Daha sayacak olursak Arakan’da, Moro’da uzun yıllardır süren çatışmalar bir türlü bitmiyor. Libya, Nijerya yeni bir çatışma alanı oldu. Sudan, Irak, Suriye, Mısır ve Filistin bizim hinterlandımızda olan ülkeler. Şimdi bütün bu İslam havzasının 20. ve 21. yüzyıldaki durumuna baktığımızda görüyoruz ki gözler Türkiye’de. Bu bağlamda İslam dünyasının hâlipürmelali sizin mühendis diyalektiğinizde nasıl bir yere oturuyor?
Bazı şeyleri planlamak için para gerekmiyor; ama sahayı bilmek ve şartları görmek önemli. İnsanların çektiği eziyeti anlamak için, içimizin yanması lazım. Eğer yaşanan dram içini yakmıyorsa bakar geçersin. “Ölüyorsa ölüyor!” dersin. Mısır’daki mezar ev yapılanmasını göz önüne alırsak bizim çözümümüz, yani gecekondular, daha insani görünüyor. Gecekondulardaki sosyal düzen, insana daha saygılı.
Elbette gecekondular daha insani. Bakıyorsunuz, önünde bahçesi var. Gecekondular olmasaydı Ankara bu kadar yeşil bir başkent olur muydu? Biraz tartışmalı bir konu!
Olmayabilirdi. Tabii o gecekondular sonradan sahiplerine çok para kazandırdı. İçlerinde çok zenginleşen kişiler oldu. Bu yönüyle bakıldığında da bir haksızlık söz konusu. Vatandaş şehre geliyor, devletin arazisini gasbediyor ve gecekondu dikiyor. Devlet de ona altyapı hizmeti götürüyor. Adam bir süre sonra evinin arsasını kat karşılığı müteahhide veriyor ve aldığı birkaç daireyle yüksek gelir sahibi oluyor. Bunda bir tuhaflık var. Devletin bunu planlamayla çözmesi lazım. Ankara’nın kuzeyindeki gecekondu dönüşümü bu konuda güzel bir örnektir. Burada yapılan planlamadan önce problemi görmek gerekiyordu. Esasında problemin daha ilk başta görülmesi lazımdı. Sorunlar erken görülmediği için çözüm de gecikiyor. Problem çözümleme ve planlama yapma noktasında bütün İslam âleminde bir körlük var. Bu para işi değil. Arsa zaten devlete ait. Eksik olan nedir? Planlama. Küçük bir planlama yapılsa ve çözüm formüle bağlansa sorunların birikip altından kalkılamaz hâle gelmesi engellenmiş olur.
Uzun yıllar Müslüman ülkelerin bir kısmı Sovyet etkisinde kaldı. Örneğin Suriye, Mısır, Irak… Hatta Kaddafi’nin Libya’sı kendine özgü sosyalist bir anlayışla inşa edildi. Oralarda bu planlamalar Sovyetik anlayışla yapıldı. Sovyetler Birliği de planlamacı bir anlayışla yönetilmişti. Buralarda niye karşılığı olmadı bu planlamacılığın?
Bu toplumlar, onlara göre geriden geliyor. Bizim vatandaşımız ezik, tepki veremiyor, korkuyor. Rusya’daki vatandaş biraz daha demokratik öz güvene sahip. Onlarda sendikalar var; dertlerini söyleyebiliyorlar, itiraz edebiliyorlar, yürüyüş yapabiliyorlar. Bizim insanımız geçim derdinde. Ayrıca kendi sorunlarına bile yabancı. Sadece yaşama kaygısı taşıyor. Demokratik hakları olduğunu bilmeyen bir toplumuz. Tepedekiler ne derse onu tekrar ediyoruz. Devleti yönetenlere karşı çok hürmetliler. Sorgulamayı bilmiyorlar.
Türkiye’deki gecekondu işinde rant var. Rant sebebiyle gecekondu dönüşümleri inşaat sektörüne yarıyor. İmarda yapılan bir değişiklikle insanlar kısa sürede büyük paralar kazanabiliyorlar. İmar düzenlemesinden önceden haberi olanlar arsa toplayarak haksız gelir elde ediyorlar. Bu süreç, arsa spekülatörleri yaratıyor. İmarda yapılacak değişiklikten önceden haberi olanlar arsa topluyor ve imar geçtikten sonra inanılmaz bir servete kavuşuyorlar. Bu durum bitmedi. İnsanlar iktidar olmayı bunun için istiyor.
Onun için son yıllarda belediye başkanı olmak, belediye meclisinde görev almak herkesin hedefi hâline geldi. Eskiden belediye başkanlığı, belediye meclis üyeliği bu denli cazip değildi.
Köylerde, kentlerde kıymetlenecek yerler belli. Mesela adam zamanında Ankara’ya gelmiş, Esat tarafında arsa almış. Sonra bakmış ki arsa değerlenmiyor, bir müddet sonra gitmiş kendi memleketinden tarla almış. O tarla da değerlenmiyor. Eğer yapılan imar değişikliklerinin farkında olsaydı, önceden haber alsaydı büyük bir zenginlik elde edecekti. Gecekondulaşmanın başladığı tarihte Ankara veya İstanbul gibi değerli bir şehrimizin iyi bir yerinden arsa alan insanlar çok para kazandılar. Aldıkları yer beş sene sonra, on sene sonra, on beş sene sonra muhakkak değerlendi. Çünkü o dönemde göçler vardı. Bu yönde bir değişim İngiltere’de de olmuş. Fransa’da benzer bir durum yaşanmış. Almanya ve Avusturya sağlıklı bir nüfus dağılımı gösterirken İngiltere’de Londra’nın bazı mahallelerinde aşırı nüfus artışı olmuş. O mahallede rant başlamış; ama onlar rantı önlemek için tedbir almışlar. Biz ise bu tür sorunlara çözüm aramak yerine başka mevzularla ilgileniyoruz. Geçtiğimiz günlerde tanıdığımız bir arkadaşımızın yanına gittim. Rüzgâr enerji santraliyle ilgili bir işe girmiş. Bana, “Ben bu işe girdim, güzel ihracat oluyor ama bu iş, iş değilmiş!” dedi. Bir arsa işi varmış, gitmiş oraya girmiş. Üç sene sonra iyi getirisi olacağı söylenmiş. “Fazla kimseyi almazlar.” dedi. Aralarında para toplamışlar ve arsayı almışlar. Bunu neden yapıyor? Çünkü şehrin gelişim trendini biliyorlar. Şehrin gelişecek yerlerini bildiği için aldığı arsanın ne zaman hangi değere ulaşacağını tahmin edebiliyor. Bu acayiplik tüm Türkiye’de yaşanıyor. Ankara’da, İstanbul’da devamlılığı olan bir iş bu. Ali Babacan, “Paralar inşaata gidiyor!” diye dert yanmıştı. Evet, inşaatların yarısı boş, sektör batarsa batsın! Şimdi Türkiye’de sermaye tasarrufu düşük. Bir şirket sınai ihtiyaçlarını gidermek için yatırım yapıp dış ticaret açığını azaltmaya dönük ihracat yapamıyor. Çünkü sanayiye yatırılan paranın geri dönüşü zor. Ama ranta dönük yatırımlar iki senede, üç senede kendini katlıyor.
İktidarda dindarların olduğunu göz önüne aldığımız zaman, yönetimde Millî Görüş geleneğinden gelen kişiler görüyoruz. Bugün Türkiye’yi yönetenlerin neredeyse tamamı gençlikten itibaren uzun yıllar siyasetin içindeler, siyaseti biliyorlar. Cumhuriyet tarihinde hiçbir siyasi güç ve iktidar, böyle bir güç elde edemedi. Oy oranları da sürekli artan bir eğilim gösterdi. İçlerinden iki cumhurbaşkanı çıkaracak kadar da istikrarlılar. O zaman rant ekonomisi iktidar elitlerini rahatsız etmiyor diyebilir miyiz?
Onlar yaşanan bu gerçekliği serbest piyasa ekonomisi olarak değerlendiriyorlar. Hâlbuki sen o arsanın kıymetleneceğini biliyorsun, o bilgiyi kasanda tutuyorsun. Ne yapman gerek? Oradaki ranttan kamunun da yararlanmasını sağlamalısın. O rantın kamuya dönmesi lazım. Onlar ise rantı kendi havuzlarına akıtıyorlar. Bu haram! Onlara göre de haram. Bakın Allah gani gani rahmet eylesin Hacı Baba’mız genelde hayal adamıydı. “Ben Kur’an ile bir insanın nasıl yaşadığını burada gördüm.” demişti. Çanakkale bölgesinde üniversitenin, karakolların, askeriyenin, otuz köyün suyunu o getirdi. Bütün masrafları o üstlendi. Çünkü orada su yoktu. Behramkale’de yaptırdığı bir cami var tepede; Murat Hüdavendigâr’ın yaptırdığı cami… Osmanlı Devleti’nin ilk genişleme yıllarında yapılan fetihler zamanında Sultan Murat, kalenin içine bir cami yaptırmış. Yanında da daha evvel Rumlar tarafından yapılmış kilise var; Bizans’tan kalma büyük bir kilise… Kaymakam, “Hacı Baba, sen her tarafa koşuyorsun. Biz bu camiyi açmazsak yıkılacak, yiyecekleri de kilisenin içerisine koyacaklar.” dedi. Hacı Baba “Tamam.” dedi ve bütün