Yasin Topaloğlu

İdealist Bir Adam Portresi Teknokrat Sedat Çelikdoğan


Скачать книгу

O yüzden bir müddet elektriği toprağa verdiler. Buna CHP’lilerden çok tenkit geldi. Ancak bir iki yıl sonra ülke ekonomisinde bir hareketlenme oldu. Mesela benim çocukluğumda elektrik yoktu. Sonra dizel motor alındı. Motorun havuz kenarında olması gerekiyordu. Çünkü soğutulması lazımdı. O zaman koskoca motor 100 kw elektrik üretiyordu. 100 kw bütün şehrin aydınlatılmasına yetiyordu. Bir müddet sonra biraz hâli vakti olanlar elektrik abonesi oldu. Rahmetli babam da abone olup bir saat taktırdı. O zaman elektrik, aydınlatma dışında pek bir işimize yaramıyordu. Gaz lambasıyla aydınlanmaya alışık olan bizler için 15 watt ampulün verdiği ışık çok yüksekti.

      40 watt lamba çok elektrik yakar diye 15 watt ampul almıştık. O zaman ocaklarda doğal gaz yok, elektrik yok; odunu yakıyorsun, yemeği öyle pişiriyorsun. Bas düğmeye yansın ocak. Yok öyle bir şey. Yine kadın çalıyı çırpıyı getirecek, yakacak. Tencereyi ocağa koyacak, üç dört saat onunla uğraşacak. Sonra gaz ocakları çıktı. Ardından da tüp gazlar. Menderes o sıralar altyapı hizmetlerini yaygınlaştırmaya başladı. Özellikle yol yapımına ağırlık verdi. Amerika ile arası iyiydi. Baraj olmayan bazı şehirlerde jeneratörle elektrik üretiliyordu. Demirköprü Barajı’nın ürettiği, bugün elektrik üretim kapasitemizde milyonda bir bile yer tutmaz. Ama o zamanki üretimi çok büyük sayılıyordu. Menderes’ten evvelki özgürlükler altyapı hizmetlerinin gelişmesiyle yaygınlaştı. Ereğli Demir Çelik Fabrikası onun zamanında kuruldu. Fabrikayı Amerikalılar yaptı. Sanayi tesisleri kurulmaya başlayınca elektrik tüketimi de başladı. Ayrıca o sıralar otomobil diye bir şey yokken Amerika ile ilişkilerin artması Türkiye’ye gelen araç sayısını artırdı. Refah yavaş yavaş toplumda kendini göstermeye başladı. İnsanlar o zaman elektriği kullanır hâle geldi. Mesela Turgutlu’da bir dizel motor vardı; motor çalıştırılınca bütün şehir gürültüsünü duyardı. Elektrik sonradan barajdan alınmaya başlandı. Kalkınma öyle bir anda olmuyor. 1958 yılında döviz krizi baş gösterdi. Kalkınma hareketi başlayınca dövize ihtiyaç duyuldu. O zamanki Türkiye’nin toplam ihracatı 2-3 milyar dolar ya var ya yoktu. Sadece tarım ürünleri ihraç ediliyordu. Bir de bakır, demir gibi ihraç ettiğimiz bazı madenler vardı.

      Ham madde dediğimiz ürünler…

      Tarım ürünleri ihracatımız arasında o zaman kurutulmuş meyve, sebze gibi şeyler yoktu. Üstelik o zaman buğdayı da ithal ediyorduk. Hatta o günlerde bir gazetenin attığı manşeti hatırlıyorum:

      “Amerika’dan Türkiye İçin Buğday Yüklü Bir Vapur Hareket Etti”

      O zaman bu konuya biraz geriden başlamak gerekiyor. Kanuni Sultan Süleyman’ın 46 yıllık hükümdarlığı esnasında Osmanlı medeniyeti o dönem tavan yaptı. Esas kırılma o dönemde yaşandı. Kapitülasyonlarla ülkenin ekonomisinin kontrolü hızla Fransız, Alman, İngiliz ve İtalyanların eline geçiyor. Yerli sanayi ve ticaretin çöküşü esasında o zaman başlıyor. 1839’da Tanzimat Fermanı ilan edildi. Ülkeyi örtülü sömürgeye çeviren kapitülasyonları kaldıran ise İttihat ve Terakki. Kanuni Dönemi’nde hem çok göz kamaştırıcı bir medeniyet hem de bir çözülme görülüyor. Osmanlı yabancılara ticari ayrıcalıklar tanırken zenginliğine mi güvendi? Görünen ihtişamın verdiği bir öz güven mi vardı?

      Bizler o dönemde yaşamadığımız için değerlendirmekte zorluk çekebiliriz. Yine de o dönemi şöyle bir düşünün: Pasaport gibi uluslararası dolaşım belgesi yok. Kırım’a, Kazan’a kadar rahat rahat gidebiliyorsunuz. Ukrayna’ya rahatça gidip gelebiliyorsunuz. Slovakya’nın başkenti Bratislava’ya gidebiliyorsunuz. Orası bugün çok elit bir şehir. Osmanlı toprakları oraya kadar uzanıyor. Estergon Kalesi bazen bizde, bazen Avusturyalılarda kalıyor. Belgrad, vatan toprağı gibi. Slovenya’ya kadar gidiyorsunuz. Yunanistan’a, Yemen’e gitmek için kimseden izin almanıza gerek yok. Neredeyse her taraf sizin ülkeniz. Dönemin en zengin ülkesi Osmanlı Devleti idi. Tüccarları var; koyun, Ukrayna’dan geliyor. Ukrayna’da harcayacağın para için dövize ihtiyacın yok. Burada geçen para, orada da geçiyor. Zaten herkes altına ayarlı para kullanıyor. Mal mübadelesinde hiç sorun yok. Osmanlı sadece ne yapıyor, ürünler gemilerle limana yanaştığında harç alıyor. Niye alıyor? Ticaretin güvenliğini sağlamak için, yaptığı harcamalar için… Dolayısıyla hazinede para var. Hazinede para olunca devlette de öz güven oluyor. Bunun üzerine başkaları da bu ülkedeki ticari kolaylıklardan yararlanmak için geliyorlar. Orada ileri görüşlülük olmadığı belli. Bugün Amerika bile krize girdi. Dış ticaret açığı veriyor. Amerika isterse dış ticaret açığını kapatabilir, hatta artıya bile geçer. Böyle bir imkâna sahip. Ama ekonomik hayata doğrudan müdahale etmiyor. Bir nevi himayeci devlet gibi hareket ediyor. Bazen siyasi sebeplerle açıklara göz yumuyor. Ama petrole duyduğu ihtiyaçtan ötürü onu garanti altında tutmaya çalışıyor. Savaşlar da biraz o sebeple çıkıyor. Osmanlı da o zaman bugünün Amerika’sı gibi hareket ediyordu.

      Ekonomik verimsizliğin siyasi sonuçlarını Osmanlı nasıl öngöremez? Siyasetin en güçlü aracı ekonomidir.

      Hazinede paranız pulunuz olursa öngöremezsiniz. Her şey yolunda gidiyor zannedersiniz. Dünyada bir numarasınız. Kim gelirse gelsin, satsın, gitsin. O zaman dış ticaret dengesi de bilinen bir şey değil. Altın para yerine kullanıldığı için bulan alsın diyorsunuz. Coğrafi büyüklük ve askerî güç körleşmeye yol açabiliyor. Çünkü kendinizden çok eminsiniz. Herkes sizden bir şey istiyor, siz veren makamında oturuyorsunuz. O zaman karşınızda parçalanmış bir Avrupa var. Verdiğiniz her ayrıcalık Avrupa’daki iç rekabeti kızıştırıyor. Dolayısıyla Osmanlı verdiği ayrıcalıkla Avrupa devletleri ile bağımlılık ilişkisi kurmaya çalışıyor. Aynı şekilde özellikle Fransa’yı güçlendirerek İspanya ve Avusturya-Macaristan’a karşı denge kurmaya çalışıyor.

      Osmanlı’nın kapitülasyonlara uyguladığı vergi oranları çok dengesiz. Kendi tebaası yurt dışına mal çıkaracağı zaman yüzde 25 ihracat vergisi alıyor, yabancılar Osmanlı topraklarına mal soktuğu zaman yüzde 5-10 vergi istiyor. Burada siyasi bir kibir var sanki.

      Devlet kendini çok yüksekte gördüğü için uyguladığı vergi politikalarının ekonomik sonuçlarını öngöremiyor. Her şey yolunda gibi görünüyor.

      AĞIR SANAYİ HAMLESİ BAŞLADI

      1960 darbesiyle birlikte Türkiye’de yeni bir kırılma yaşanıyor. 1969’da sizin mensubu olduğunuz gelenek, siyasi bir hamle yaparak Konya’da Erbakan Hoca’nın bağımsız adaylığı etrafında yeni bir siyaset inşa ediyor. Siz 1969’da Erbakan Hoca’nın Konya’daki siyasi çalışmalarına katıldınız mı?

      Ben o günkü siyasi çalışmaların içinde yer almadım. O dönemde Hoca ile paralelliğimiz vardı. O zaman TÜMOSAN otomotiv sanayii, TESTAŞ elektronik sanayii, TEMSAN enerji santralleri, TAKSAN takım tezgâhları gibi fabrikaların kurulumuyla uğraşıyorduk. Bizdeki TAI 1975 yılında Kore’de kurulmuştu.

      Erbakan Hoca’nın Ecevit ile kurduğu koalisyon hükûmetinden sonra bu yatırımları planladınız. Hoca, sözünü ettiğiniz yatırımlara 1974’te başlıyor.

      Evet, o tarihte başlıyor. O zaman ilk hükûmet CHP ile Millî Selamet Partisi arasında kuruldu. Demirel ana muhalefet lideri o dönemde, daha sonra o koalisyon bozulunca Milliyetçi Cephe hükûmeti kuruldu.

      Bu senaryolar tümüyle Erbakan Hoca’nın fikri miydi? Yani Ecevit burada edilgen bir iktidar ortağı mı?

      Günümüzde de CHP’de en ufak bir şey yok. O zaman da yoktu. Bizim yaptığımız çok başarılı işler var. Bu arada yaptığımız çalışmalar basına yansıdı. TAI kurulurken ilk şartnamede yüzde 51 şartını koyduk. Ama o yüzde 51 şartını kabul ettirene kadar da çok savaş verdik.

      Sizin göreviniz ne