Turgut Özal’ın tabiriyle Erbakan Hoca çok fazla hayalperest ama aynı zamanda bir mühendis kafasına sahip. Biraz daha geriye gidersek Pancar Motor, Gümüş Motor olayları da var. Sizin hep motorlarla başınız belaya giriyor. Gümüş Motor, Pancar Motor hikâyesi nedir?
Onlardan önce çok daha önemli bir konu var. Hükûmetin onayı gerek. Geri dönüş bekliyoruz.
Nedir o?
Şimdi söyleyemem; yayıldığı an erkene alırlar. Sonuç aldığımız zaman millî otomobili çıkarabiliyoruz, piyasada rekabet edebilir hâle gelebiliyoruz. Bu konuda pozitif birkaç mesaj aldık.
Gümüş Motor’un üretilmesini teşvik eden manevi bir önderi var bu hareketin. İskenderpaşa cemaati var. Erbakan Hoca fabrikanın kuruluşunu Adapazarı’nda gerçekleştiriyor. Kuruluş sermayesi için hisse satışı yapılıyor. Böylece hem muhafazakâr hem de çok modernist bir açılım gerçekleştiriliyor. Atılan bu adım, 20. yüzyıla bir cevap mahiyetinde. Siz İskenderpaşa cemaatinin bu yaklaşımını nasıl bir temele oturtuyorsunuz? Çünkü normalde tarikat yapıları içe dönüktür. Dış dünyayla sınırlı ilişki içindedirler.
Aslında İskenderpaşa, kapalı bir yapı değil. Bir Fransız Müslüman olduğu zaman İskenderpaşa Cami’ye geliyordu. Orada camiye kim gelse vaazları dinliyordu. Dergâhın kapısı herkese açıktı.
Orada çok eğitimli bir kadro var. O dönemden benim hatırladığım isimler: Bahri Zengin, Kahraman Emmioğlu, Cevat Ayhan… Erbakan Hoca’nın, Turgut Özal’ın etkilendiği bir manevi rehber var orada. Ama o yapı dünya ile ilgisini çok iştahlı bir şekilde kurmuyor. Dünya işleriyle arasına belli bir mesafe koyuyor. Diyelim ki şimdi Menzil cemaati bir motor üretimini projelendirebilir mi? Mümkün değil. Bunu yapabilmeleri için onlara bunu tavsiye eden bir manevi rehber olması lazım. Şimdi tarikatların, cemaatlerin ilgilendiği şeyler okul açmak, ticari müessese kurmak, banka açmak… İskenderpaşa bütün tarikat ve cemaatlerden çok farklı bir karaktere sahip. Çok kaliteli, nitelikli, eğitim almış insanlar topluma mihmandarlık yapıyor.
İskenderpaşa’da çok güçlü bir mühendis grubu vardı. O insanlar, İskenderpaşa’dan önce DPT’de Turgut Özal’ın etrafında idi. Erbakan Hoca da üniversitede etrafında insanlar topluyordu. Hepsi ülkenin geleceğinin mühendislik yatırımlarıyla teminat altına alınacağını öngörüyordu. Bugün de ülkenin geleceğini düşünen insanlar belediyeciler. Soldan ise bir şey çıkmıyor, onlar sadece tenkit ediyorlar. Bizdeki sol, Avrupa’daki gibi değil. Muhafazakâr insanlar niye böyle? Çünkü onlar imparatorluk genlerini taşıyorlar. Olaylara bakarken geniş bir hinterlandı düşünüyorlar. Bu yüzden dünya ve bölgemizle ilgileniyorlar. Yakın zamanda Malezya’daydım, orada kimse IŞİD’le ilgili en ufak bir haberle ilgilenmiyor. Türkiye öyle değil; her tarafla ilgileniyor. Balkanlar’la, Kafkaslar’la, Kuzey Afrika’yla, Orta Doğu ile Orta Asya ile… Bulgaristan’da bir Türk’ün canı yanıyor, buradaki insan üzülüyor. Endonezya’da, Malezya’da bizim insanımızdaki ilgiyi görmüyorum. Neden? Osmanlı’dan genlerimize işlemiş bir şey var. Bu işin sorumluluğu sanki Türkiye’ye verilmiş. İnsanların içinde varsa var. Ama bizim insanımızda olan onlarda yok, ilgilenmiyorlar. Dolayısıyla bu kalkınma hareketinde lokomotiflik görevi yine bize düşüyor. Silah sanayin yoksa savunmanda başkalarına bağımlısın demektir. Silahın yoksa ne yapacaksın? Nitekim bugün bizim silah sanayimiz tarafından üretilen bütün ürünler bu ülkelere gidiyor. Şu anda bizden alıyorlar. Savunma sanayisi ürünlerimizin yıllık ihracatı 1 milyar dolara ulaştı. Bu bir başlangıçtır, daha da artacaktır. İleride 3-5 milyar dolara çıkacaktır. 10 sene sonra 10 milyar dolara da çıkar. Bunun temellerini biz attık. Refah Yol hükûmeti on bir ay görev yaptı; ama o kısa sürede biz savunma sanayisinin yeniden yapılanması için neler yapılması gerekiyorsa yapıp temeli attık. Savunma sanayisindeki yeniden yapılanmanın nasıl olması gerektiğini silahlı kuvvetlere anlattık. 28 Şubat Süreci’nin sıcak günlerinde İsmail Hakkı Karadayı Paşa geldi, anlattıklarımızı dinledi. Tabii söylediğiniz şey hemen anlaşılmıyor veya hepsi aynı ilgiyi göstermiyor; ama içlerinden anlayanlar çıkıyor. O zaman önerileriniz benimseniyor ve kurum içinde makes buluyor. Şimdi biz ne diyoruz; ekonomideki dış ticaret açığını kapatmak istiyorsan dünyaya pazarlayabileceğin marka çıkartacaksın. Bunun başka yolu yok. Almanya ekonomisinde Mercedes, BMW, Siemens, Bosch vs. 10-15 firma Alman ekonomisinin lokomotifi. Bunlar dünya çapında markalar. Amerikan ekonomisi de öyle; Google var, HP var. Kore’de de Samsung çok ciddi bir katma değer yaratıyor. Eğer bunlarla rekabet edecek marka çıkartamazsan ekonomini geliştiremezsin.
Bu ihtiyaç şimdi konuşulmaya başlandı. Hükûmetin hedefi dünya çapında marka çıkarmak. Eskişehir’de de bir hükûmet var. “Biz Demir yolu hükûmetiyiz, TÜMOSAN’dan iş almak için kullanıyoruz.” Bir işe inanmış insanların ufku daha perspektifli oluyor. Onlar geleceği düşünüyor. Bizim hareketimiz böyle. O zaman DPT’deki ekip, kalkınma odaklı düşünüyordu. Hepsi eğitimli insanlardı. Kafaları çalışıyordu. Ne yapalım diye kafa yoruyorlardı. Çözüm arayışı içinde olmaları, onları Türkiye’nin kaderinde söz sahibi olma noktasına kadar getirdi. Sermaye yeterliliği olmadığı için ilk atılımı da devlet eliyle yapmaya çalıştılar. Çünkü o zaman devletten başka yatırımlara kaynak ayırabilecek, sermaye gücü olan zenginler yoktu. Bu durum onların devletçi olarak algılanmasına yol açtı.
Bunun devlet eliyle yapılması bir nevi zorunluluktu.
Çünkü başlangıçta sermaye yoktu. Erbakan yabancıları getireceğini söylüyordu ama getiremiyordu. TÜMOSAN genel müdürü olduğumda beni tebrik etmek için gelen ilk kişi Turgut Özal’dı. O zaman TÜMOSAN’da traktörleri montajlayarak üretiyorduk. “Uzel” marka traktörün üretimini yapıyorduk. Pek çok insan bilir, motor dâhil her şey dışarıdan geliyordu. Motoru yapan bizdik. “Üç senedir uğraşıyorum dışarıdan yatırımcılar getirmek için fakat olmadı, üç senedir bunu başaramadık.” dedi. “Sen TÜMOSAN’ı kurmak için işin başına geçtin, üç sene kadar uğraşıp bunu başardın.”
Erbakan Hoca kendine çok güveniyordu. Turgut Özal yabancıları getirelim diyordu. Bu düşüncesinde ısrar edince iki üç tane şirket batırdı. Turgut Özal, yatırım yapacak yabancı arıyordu. Biz kendimize güvenemiyoruz. Niye yabancı bize gelmiyor? Zaten Türkiye’de de yatırım yapmak için ortam o kadar uygun değil. Üstelik dışarıdan birileri de onlara gitme diyor. Bizim hükûmet otomobil markası çıkaramayınca ithalata yöneldi. Türkiye’nin ithal ettiği otomobillerde ikinci sırada Volkswagen geliyor. Türkiye’ye gelip yatırımcı olmadılar. Çünkü Türkiye’de yatırım yapanların çoğu ihraç ediyor. O ise Türkiye’ye araç satıyor. Biz düşman muamelesi görüyoruz. Onlar için biz bu coğrafyada rakibiz. Bu bakımdan bizim hareketimizi de düşman olarak görüyorlar. Onlar bir Malezya veya Endonezya değiller. Bizim buradaki sıçramamız herkesi korkutuyor. O yüzden düşman muamelesi görüyoruz. Almanya, Amerika’yla stratejik ortak ama bizimle öyle değil. El altından bile bize devamlı düşmanlık yapıyor.”
Kore’yi inşa eden Amerika’dır. Kore Savaşı’ndan sonra Kore’nin yeniden yapılanması Amerika eliyle olmuştur. Çünkü Çin ve Rusya’ya karşı savunma hattı oluşturmak istiyordu. O dönemde hem Çin hem Rusya komünistti. Çin’de Mao vardı. Amerika, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Japonya’yı, Kore Savaşı’ndan sonra da Güney Kore’yi kendi yönetimine aldı. Bu ülkeleri üretici yapıp geliştirdi. Kore’de Samsung’a, Hyundai’ye gittim. Amerika bu şirketleri kurdu ve ortak oldu. Yönetimi de Korelilere verdi. Parasal destek sağladı. Ne yapılacağını gösterdi. Japonya’yı kotaları kaldırarak kalkındırdı. Niye? Çin ve Rusya’nın etrafını sarmak için.
İngiltere,