Лев Толстой

Kreutzer Sonat – Niçin?


Скачать книгу

öyle bir başını salladı ki yazıcı, zafer tacının ona nasip olduğunu görüp keyifli bir kahkaha attı.

      Kadın davasından vazgeçmiyordu. Bize dönerek “Siz, erkekler…” dedi, “hep böyle düşünürsünüz! Kadını kilit altında tutarak ötede istediğiniz gibi keyfinize bakmak! Hatta siz de kendiniz için her şeyi mübah görürsünüz, değil mi mösyö?”

      İhtiyar: (ciddiyetle) “Kimse böyle bir iddiada bulunamaz. Şu kadar var ki erkeğin dışarıdaki yolsuz hareketleriyle ailesinin efradı çoğalmış olmaz. Hâlbuki kadın, zevce nazik bir vazodur.”

      Yaşlı tacir, hikmet savuran kısa sözleri ile etrafındakileri kazanmış gibi görünüyordu. Kadın müşkül vaziyette kalmakla beraber teslim olmak istemedi:

      “Bununla beraber kadın da nihayet bir insandır. Onun da erkek gibi sinirleri, duyguları vardır. Kocasını sevmiyorsa ne yapsın?”

      “Kocasını sevmiyorsa mı? Sevmiyorsa nasıl seveceğini öğretirler!”

      Tacirin yüksek sesle söylediği bu söz, hele yazıcının pek keyfine gitti. Böyle bir cevabı hiç beklemiyordu. Dudaklarından alkış manasına gelecek bir mırıltı döküldü.

      Kadın “Hayır…” dedi, “hiç kimse bunu ona öğretemez! Zorla sevgi olmaz!”

      Avukat: “Peki, ya kadın kocasına hıyanetlik ederse… O zaman nasıl olur?”

      Tacir: “Etmemeli, edememelidir. Nezaret altında bulunmalıdır.”

      Avukat: “Ya böyle olduğu hâlde gene yaparsa! Çünkü malum ya bunlar oluyor.”

      Tacir: “Olabilir, fakat bizde değil!”

      Herkes sustu. Tüccar kâtibi kıpırdadı. Başkalarından geri kalmış olmamak için hep öyle gülümser gibi söze girişti.

      “Bir arkadaşım var…” dedi, “karısı yüzünden başı öyle bir belaya uğradı ki sormayın. Karı son derece açık. Çok geçmedi, yoldan çıktı. Evvela muhasebe memuru ile işi pişirdi. Kocası aklı başında, zeki bir adamdı. Nasihatle onu yola getirmek istedi. Karı bildiğinden şaşmıyordu. Üstelik kocasının parasını çalmaya koyuldu. Bunun için dayak yemeleri de hayretmedi. Sonra bir kâfir, -sözüm meclisten dışarı- bir Yahudi ile buluşmaya başladı. Adamcağız ne yapsın? İradesini eline bıraktı. Kendi bekâr hayatı yaşıyor.”

      İhtiyar: “Ahmağın biri imiş! Eğer başlangıçta karının dizginlerini ele alabilseydi, hiç de böyle olmazdı. Evde dizginlerini karının eline vermeye gelmez. Cadde üzerinde süvarinin dizginleri elinden bırakması caiz olmayacağı gibi.”

      Bu sırada kondüktör geldi. İlerideki istasyon biletlerini topluyordu. Tacir kendininkini verdi.

      “Evet, evet…” dedi, “kadınları vaktinde mat etmeli, yoksa geçmiş ola, her şey bitmiştir.”

      Kendimi tutamadım:

      “Peki ama…” dedim, “Kunavino’da evli erkeklerin kızlarla nasıl vakit geçirdiklerini demin siz kendiniz anlatmadınız mıydı?”

      İhtiyar sadece “O başka!” dedi.

      Çok geçmeden lokomotifin ıslığı duyuldu. Tren durmuştu. Tacir kalktı. Oturduğu yerin altından çantasını çıkardı. Kürküne büründü. Selam verdikten sonra indi.

      II

      İhtiyarın ayrılmasıyla beraber geride hararetli bir muhavere başladı:

      Yazıcı: “Ahd-i Atik’ten kalma bir adam!”

      Kadın: “Tecessüm etmiş bir Domostroy! Kadın ve izdivaç hakkında ne barbarca fikirler!”

      Avukat: “Avrupa’nın başka yerlerine nispeten biz hâlâ evlenme mefhumunu anlamaktan çok uzağız.”

      Kadın: “Bu gibi adamlara anlatılması kabil olmayacak bir şey varsa o da budur. Çünkü izdivacın meşruiyeti aşk ile kaimdir ve yalnız aşkın kutsiyetiyledir ki o, bu meşruiyeti kazanır.”

      Yazıcı, gülünç yüzü ile baştan ayağa kulak kesilmişti. Fikrini açan bu kıymetli mütalaalardan mümkün olduğu kadar istifade etmek istiyordu.

      Bu sırada gülme mi ağlama mı ne olduğu belli olmayan bir ses işitildi. Başımızı çevirdiğimiz vakit benim hizamda oturan kır saçlı, parlak gözlü mösyöyü, farkında olmadığımız hâlde, yanımıza kadar gelmiş, ayakta gördük. Geçen muhavere ona pek dokunmuş olacak. Hâli değişmiş, yüzü kızarmıştı. Bir yanağının adaleleri sinirden çekiliyordu. İşkilli bir sesle “Ne imiş o aşk!” dedi. “İzdivacın meşruiyetini temin eden aşk?..”

      Kadın, söze yeni karışan bu komşumuzun müteheyyiç olduğunu fark ederek hazımlı göründü ve izah etti:

      “Hakiki aşktan bahsediyorum, eğer erkekle kadın arasında böyle bir sevgi mevcut ise izdivaç pek tabiidir.”

      Parlak gözlü adam mahcubiyetle gülümseyerek “Peki ama…” dedi, “hakiki aşktan neyi murat ediyorsunuz?”

      Artık bu münakaşaya nihayet vermek istediği ayan beyan görülen kadın cevap verdi:

      “Aşkın ne olduğunu bilmeyen yoktur!”

      “Ben bilmiyorum. Onun tarifini sizden işitmek isterdim.”

      “Pek basit…”

      Kadın biraz düşünmeye lüzum gördü. Sonra devam etti:

      “Aşk… Aşk…” dedi. “Bir kadın veya erkeğin mukabil cinsten bir kimseye karşı inhisarcı tercih duygusudur.”

      (gülerek) “Tercih… Ne kadar zaman için? Bir ay mı, iki gün mü, yarım saat mi?”

      “Affedersiniz ama siz başka şeyden bahsediyorsunuz galiba.”

      “Hayır, aynı şeyden bahsediyorum.”

      Avukat: “Madam demek istiyor ki izdivaç, kuvvetini aşktan, bağlılıktan almalıdır ve ancak böyle olursa o evlenme kutsiyet iktisap eder. Sonra hakiki bir sempatiye, siz isterseniz aşk deyiniz, ciddi bir bağlılık esasına dayanmayan izdivaçlar için de ahlaki mükellefiyet mevzubahis olamaz. Fikrinizi iyi anlamamış mıyım madam?” Son sözü kadına dönerek söylemişti. Kadın bir baş işaretiyle avukatı tasdik etti.

      “Sonra…”

      Avukat devam edecekti. Fakat kendini zor tuttuğu anlaşılan muhatabı ona meydan vermedi.

      “Ne münasebet! Ben de işte aynen ondan bahsediyorum. Yani herhangi bir kimsenin mukabil cinsten diğer bir kimse için duyduğu inhisarcı tercih duygusunu soruyorum: Bu tercih ne kadar zaman için?”

      Kadın: (omuzlarını kaldırarak) “Ne kadar zaman için olacak, pek uzun, belki de yaşadıkları kadar.”

      “Romanlar için evet, fakat hayat için asla! Bu inhisarcı tercihin yıllarca sürdüğü de pek azdır. Çok kere aylara, haftalara, günlere, hatta saatlere münhasır kalır.”

      Bu sözleriyle herkesi müteaccip ettiğinden dolayı memnundu.

      “O!.. Amma da yaptınız ha!.. Müsaade buyurun!”

      Bu protesto hemen her ağızdan çıkmıştı. Yazıcı bile protestoya iştirak ettiğini gösteren bir yüz almıştı. Hâlbuki kır saçlı mösyö bizim hepimizi bastıran gür bir sesle “Evet!” dedi. “Biliyorum, siz kendi tasavvurunuzdan bahsediyorsunuz. Bense hakiki şeniyeti,1 mevcut olanı söylüyorum. Sizin aşk dediğiniz şeyi bütün erkekler her güzel kadın için duyarlar.”

      “Ama siz pek acayip şeyler söylüyorsunuz! Aşk namını alan ve değil aylar, yıllar, belki ölünceye kadar devam eden bu duygunun pekâlâ hayatta yeri olabilir.