ettik. Kapıyı açar açmaz yaşlı bir kadın önüne atlayarak onu durdurmaya çalıştı ama o, kadını kenara fırlattı ve hepimiz merdivenleri tırmanmaya başladık. Grant Munro, ışıklandırılmış odaya bir hışımla girerken biz de onun arkasındaydık.
Konforlu, iyi döşenmiş odada, masanın ve şöminenin üstünde olmak üzere ikişer mum yanıyordu. Köşede, bir masanın üzerine eğilmiş, küçük bir kız çocuğuna benzeyen biri vardı. İçeri girdiğimizde yüzü bize dönük değildi. Üzerinde kırmızı bir elbise ile beyaz eldivenleri vardı. Bize hızla döndüğünde ben şaşkınlık ve korkudan ufak bir çığlık attım. Bize çevirdiği yüzü çok tuhaf bir şekilde solgundu ve herhangi bir ifadeden yoksundu. Bir dakika sonra olayın gizemi çözüldü. Holmes bir kahkaha atarak elini çocuğun kulağının arkasına götürdü ve maskesini çıkardı. Bembeyaz dişleriyle şaşkın şaşkın yüzlerimize gülümseyerek bakan küçük, kömür gibi bir siyah kız duruyordu karşımızda. Onun neşesi karşısında ben de kahkahayı patlattım ama Grant Munro elini boğazına götürerek gözlerini ona dikip bakakalmıştı.
“Tanrı’m!” diye bağırdı. “Bunun anlamı ne?”
“Ben sana anlatacağım.” diye bağırdı gururlu bir ifadeyle içeriye koşturan Effie. “Sana anlatmamak için çok uğraştım ama olanlar oldu artık. Kocam Atlanta’da öldü. Çocuğum ise kurtuldu.”
“Çocuğun mu?”
Göğsünden büyük, gümüş bir madalyon çıkardı. “Bunu açık hâlde hiç görmedin değil mi?”
“Açılmadığını sanıyordum.”
Bir yaya dokunur dokunmaz ön kapak dönüverdi. İçinde çok yakışıklı, zeki görünümlü bir erkeğin resmi vardı; ancak siyah olduğu gözden kaçmıyordu.
“Bu Atlantalı John Hebron.” dedi kadın. “Dünyaya ondan daha asil bir erkek gelmemiştir. Onunla evlenebilmek için ailemi reddettim ve evliliğimiz boyunca bir kez bile pişman olmadım. Tek çocuğumuzun onun tarafına benzemesi büyük talihsizlikti. Genelde böyle olurmuş. ama küçük Lucy babasından bile daha koyu tenli oldu. Açık veya koyu, o benim küçük kızım ve annesi onu çok seviyor.” Bu sözleri duyar duymaz küçük kız annesine koşarak sarıldı. “Onu Amerika’da bırakmamın sebebi sağlığının iyi olmayışıydı. Hava değişikliğinin ona iyi gelmeyeceğini düşündüm.” diye devam etti. “Bir zamanlar bizimle çalışan güvenilir, İskoç bir kadına emanet ettim onu. Fakat sen karşıma çıktığında ve seni sevmeye başladığımda sana çocuğumdan bahsetmeye çekindim Jack. Tanrı affetsin seni kaybetmekten korktum ve anlatmaya cesaret edemedim. İkinizin arasında bir seçim yapmalıydım ve kendi küçük kızıma sırtımı dönme zayıflığını gösterdim. Üç yıldır onun varlığını senden gizli tutuyordum ama bakıcısından haberlerini alıyor, her şeyin yolunda gittiğini öğreniyordum; ancak onu görme ihtiyacını hissettim. Karşı koymaya çalıştım ama boşunaydı. Tehlikeli olacağını bilmeme rağmen birkaç haftalığına da olsa onu buraya getirtecektim. Bakıcıya yüz sterlin gönderdim ve kır evi hakkında bilgi verdim. Böylece komşu olarak gelecekti ve benimle olan bağlantısı anlaşılmayacaktı. O kadar dikkatle önlem aldım ki gündüz çocuğu dışarı çıkarmıyor, yüzünü ve ellerini örtüyordum. Böylece mahallede siyah bir çocuğun olduğu dedikodusunu engellemiş oldum. Biraz daha ihtiyatlı olsaydım daha iyi olurdu ama gerçeği öğrenmenden o kadar korkuyordum ki…
Kır evine kiracıların taşındığını ilk sen söyledin. Sabahı beklemem gerektiğini biliyordum ama çok heyecanlanmıştım ve seni uyandırmanın ne kadar zor olduğunu bildiğimden gizlice oraya gitmeye karar verdim. fakat beni giderken gördün, bu da sorunların başlangıcı oldu. Ertesi gün benim sırrım senin insafına kalmıştı; ama asilce davranarak daha fazla üstelemedin. ancak üç gün sonra, sen ön kapıdan girmeye çabalarken bakıcısı ile kızım güç bela arka kapıdan kaçabilmişti. Artık her şeyi öğrendiğine göre çocuğuma ve bana ne olacağını sorabilirim sana.” dedi ve ellerini birleştirerek kocasının vereceği cevabını bekledi.
Grant Munro çok uzun geçen iki dakika sonunda sessizliğini bozdu, verdiği cevabı hâlâ sevgiyle hatırlarım… Küçük çocuğu kollarına aldı, öptü ve onu taşırken diğer elini eşine uzattı, kapıya doğru yöneldiler.
“Sanıyorum bunu evde daha rahat konuşuruz.” dedi Grant Munro. “Mükemmel bir adam olmayabilirim Effie ama düşündüğünden daha iyi biri olduğumu sanıyorum.”
Holmes ile beraber onları yol boyunca takip ederken arkadaşım bir ara kolumu çekiştirdi.
“Sanıyorum Londra’ya dönsek daha iyi olacak.” dedi.
O gece geç saatlerde, mumuyla beraber odasına çekilene kadar olay hakkında tek bir kelime dahi etmemişti.
“Watson…” dedi odasına giderken. “Eğer kendime fazla güvenmeye başlarsam ya da bir vakaya hak ettiğinden daha az özen gösterirsem lütfen kulağıma ‘Norbury’ diye fısılda. Ben de sana sonsuza dek minnettar kalayım.”
Borsa Kâtibi
Evlendikten kısa bir süre sonra Paddington bölgesinde bir muayenehane buldum. Yaşlı Bay Farquhar’dan devraldığım muayenehane, bir zamanlar muhteşem iş yapıyordu ama yaşı icabı ve yakalandığı Kore hastalığı yüzünden Bay Farquhar çok zayıflamıştı. Halk, kendisine derman bulamayanın başkasına da derman bulamayacağı inancında olduğu için bu doktorun şifa verebileceği konusuna şüpheyle bakmaya başlamıştı. Bu nedenle meslektaşım güçsüzleştikçe kazancı da düşüşe geçti. Ben devraldığımda geliri yılda on iki binden, üç binin biraz üstünde bir miktara kadar gerilemişti. ancak ben, gençliğime ve enerjime güveniyordum ve birkaç yıl içinde burayı eski parlak günlerine kavuşturacağıma inanıyordum.
İşimin başına geçtim, üç ay boyunca çok sıkı bir çalışma temposuna girdim. Arkadaşım Sherlock Holmes’u çok az görmeye başlamıştım çünkü Baker Caddesi’ne gidemeyecek kadar meşguldüm ve arkadaşım da zaten iş dışında pek dışarı çıkmıyordu. Bu yüzden haziran ayının bir sabahında, kahvaltıdan sonra “British Medical Journal”ı okurken zilin çalışını ve arkasından da eski arkadaşımın yüksek, tiz sesini duyunca çok şaşırmıştım.
“Ah, sevgili Watson!” dedi odaya girerken. “Seni gördüğüme çok sevindim! Eminim ‘Dörtlerin Yemini’ maceramızdan sonra Bayan Watson kendine gelmiştir.”
“Teşekkür ederim, ikimiz de çok iyiyiz.” dedim içtenlikle tokalaşırken.
“Ümit ederim ki…” diye devam ederken sallanan sandalyeye oturdu. “Tıp çalışmaların, birlikte çözdüğümüz küçük tümevarım problemlerimize olan ilgini azaltmamıştır.”
“Aksine.” dedim. “Daha dün gece eski notlarıma göz atıyor ve elde ettiğimiz sonuçları sınıflandırıyordum.”
“Topladığın notların son olduğunu düşünmediğine eminim.”
“Asla! Bunlar gibi başka deneyimler yaşamak bana mutluluk verecektir.”
“Bugüne ne dersin?”
Конец ознакомительного фрагмента.
Текст предоставлен ООО «Литрес».
Прочитайте эту книгу целиком, купив полную легальную версию