Артур Конан Дойл

Sherlock Holmes’un Anıları Bütün Maceraları 4


Скачать книгу

etmeliyim ki en son atışım çok zordu. Straker gibi kurnaz bir adamın biraz deneme yapmadan tendonlara zarar verme işlemini kolay kolay yapamayacağını anladım. ancak neyin üzerinde deneme yapabilirdi? Koyunlar gözüme çarptı ve çok şaşırmama rağmen sorduğum bir soru şüphelerimi doğruladı.”

      “Her şeyi açık ve net anlattınız, Bay Holmes.”

      “Londra’ya döndüğüm zaman şapkacıyı aradım. Straker’ın, tabii Derbyshire adıyla, çok iyi bir müşterisi olduğunu söyledi; pahalı kıyafetlere düşkün çok havalı bir eşi varmış. Şüphesiz bu kadın onu çok büyük borçlar altına soktu ve bu nedenle böyle bir plan yapmak durumunda kaldı.”

      “Tek bir nokta dışında her şeyi aydınlattınız.” dedi albay. “At neredeydi?”

      “Ah, komşularınızdan biri onu bağlamış ve bakımını üstlenmişti. Bu noktada bazı şeyleri göz ardı etmemiz gerektiğine inanıyorum. Yanılmıyorsam burası Clapham Junction, yaklaşık on dakika içinde Victoria’da olacağız. Eğer daireme gelip size bir puro ikram etmeme izin verirseniz sizde merak uyandıran her türlü sorunuza cevap vermeye hazırım.”

      Soluk Yüz

      Arkadaşımın olağanüstü yeteneklerini ortaya koyan sayısız kısa hikâyesini yayımlarken bu ilginç dramalarda önceleri dinleyici, daha sonraları da aktör olarak görev almış olmam nedeniyle, onun başarısızlıklarından çok başarılarının üzerinde durmuş olmam doğaldır. Bu da onun ününün hatırına, fazla abartılı bir davranış sayılmazdı. Holmes’un aklını kaçırmak üzere olduğunu düşündüğümüz zamanlar -ki bu durumlarda onu bazen yanlış anlayabiliyoruz- gerçekte enerjisinin ve yeteneklerinin doruk noktasına çıktığı anlar olurdu. Başarısızlığa uğradığı zamanlarda ise zaten başkaları da olayları çözemiyor, hikâye de sonsuza kadar sonuçsuz kalıyordu. Ancak ara sıra yanıldığı zamanlarda gerçekler şans eseri ortaya çıkabiliyordu. Elimde yaklaşık yarım düzine bu tür olaylara dair notlar var ve oldukça ilgi çeken iki tanesinden birini size şimdi aktarmaya çalışacağım.

      Sherlock Holmes çok nadiren, laf olsun diye egzersiz yapan bir adamdır. Az sayıda erkek onun gibi bir kas gücüne sahiptir. Şüphesiz Holmes gördüğüm en iyi boksörlerden biriydi ama vücut çalıştırmaya amaçsız bir çaba gözüyle bakar, profesyonel görevinde gerekmediği sürece, çok nadiren harekete geçerdi. Aynı zamanda yorulmak ve bıkmak bilmez bir insandı. Ama bunlar yine de sağlıklı yaşamak için yapılması gereken antrenmanlar yerine geçmezdi. Yediklerine hiç dikkat etmezdi. Alışkanlıkları ise aşırı derecede sadeydi. Kokain kullanımı dışında hiçbir kötü alışkanlığı yoktu ve sadece davaları yetersiz, gazeteleri saçma sapan bulduğu zamanlarda varoluşun sıradanlığından kurtulabilmek amacıyla kullanırdı.

      İlkbaharın başlarında, karaağaçların zayıf, yeşil filizlerinin yavaş yavaş boy verdiği bir dönemde rahatlamak amacıyla benimle birlikte parkta yürümeye ikna oldu. Birbirleriyle çok samimi iki arkadaşa yakışır biçimde, çoğu zaman sessizce yaklaşık iki saat kadar gezinip durduk. Baker Caddesi’ne tekrar döndüğümüzde saat beşe geliyordu.

      “Affedersiniz, efendim!” dedi hizmetkâr kapıyı açarken. “Bir beyefendi sizi sordu.”

      Holmes kınayan gözlerle bana baktı. “Öğleden sonrası yürüyüşler benim için bitmiştir artık!” dedi. “Beyefendi buradan ayrıldı mı?”

      “Evet, efendim.”

      “İçeri buyur etmedin mi?”

      “Evet efendim, içeride bekledi.”

      “Ne kadar bekledi?”

      “Yarım saat efendim. Hiç rahat durmadı, burada olduğu sürece sürekli dolaştı, ayağını yere vurup durdu efendim. Kapının dışında bekledim ve onu sürekli duyabiliyordum, efendim. En sonunda koridora çıkarak ‘Bu adam hiç gelmeyecek mi?’ diye bağırdı. Aynen öyle söyledi. ‘Biraz daha sabredin.’ dedim. O da ‘O hâlde açık havada bekleyeceğim. Burada kendimi boğulacak gibi hissediyorum. Sonra yine gelirim.’ dedi. Ardından ayağa kalkıp çıktı; kalıp biraz daha beklemesi için ne söylediysem boşa gitti!”

      “Her neyse, sen elinden geleni yapmışsın.” dedi Holmes, biz odaya girerken. “Çok sinir bozucu Watson! Yeni bir davaya çok ihtiyacım vardı ve adamın sabırsızlığı, olayın çok önemli olduğunu gösteriyor. Ah! Masadaki pipo senin değil. Unutmuş olmalı… Tütüncülerin kehribar dedikleri, uzun saplı, güzel, funda kökünden yapılmış bir pipo. Londra’daki gerçek kehribar ağızlıkların sayısını merak ettim şimdi. Bazıları içindeki sineğin bir işaret olduğuna inanıyor. Değeri bu kadar yüksek bir pipoyu unutması ruhen dengesiz olduğunu ortaya koyuyor.”

      “Değerli olduğunu nereden anladın?” diye sordum.

      “Piponun fiyatının yedi şilin altı pens olduğunu tahmin ediyorum. Şimdi, gördüğün gibi iki defa tamir edilmiş, bir kere tahta sapından, bir kere de kehribar kısmından. Adam pipoya çok değer veriyor olmalı, yoksa onarıma harcadığı parayla yenisini alabilirdi.”

      “Başka ne gibi sonuçlar çıkarıyorsun?” diye sordum, Holmes pipoyu elinde evirip çevirip her zamanki gibi tuhaf yöntemleriyle incelerken.

      Pipoyu elinde tutup bir profesörün kemikler üzerine ders verişi gibi bir havaya bürünerek uzun, ince işaret parmağı ile hafifçe üzerine vurdu.

      “Pipolar bazen oldukça ilginç olabilirler.” dedi. “Saatler ve bağcıklar dışında hiçbir şey böylesine kendine özgü değildir; ancak buradaki ipuçları ne çok belirgin ne de çok önemlidir. Bunun sahibi belli ki adaleli, solak, çok sağlam dişleri olan, biraz dikkatsiz ve maddi sorunları olmayan bir insan.”

      Arkadaşım bu bilgileri son derece laubali bir şekilde açıklarken bir yandan da konuşmasını takip edip etmediğimden emin olmak için gözünü benden ayırmıyordu.

      “Birisi yedi şilinlik bir pipo içiyor diye maddi sorunları olmuyor mu?” diye sordum.

      “Kullandığı tütün, onsu sekiz pens olan Grosvenor karışımı bir tütündür.” diye cevap verdi Holmes birazını avcunun içine dökerek. “Yarı fiyatına neredeyse aynı derecede kaliteli başka bir tütün alabilecekken bunu seçmesi pek de tasarrufa ihtiyacı olmadığını gösteriyor.”

      “Ya diğer saydıkların?”

      “Piposunu lambalarda ve gaz alevinde yakma alışkanlığı var. Piponun bir tarafının ısıdan koyulaştığını görebilirsin. Bunu bir kibritin yapması mümkün değil. Bir adam neden kibriti piposunun yan tarafına tutsun ki? Ayrıca piponu ateşe değdirmeden bir lambada yakamazsın. Bütün bu izler piponun sağ tarafında. Buradan solak olduğu anlaşılıyor. Sen, sağ elini kullanan biri olarak piponu lambaya tuttuğun zaman sol tarafını aleve yaklaştırıyorsun. Belki bir iki defa öteki türlü yapabilirsin ama bu sürekli olmaz. Hep bu şekilde tutarsın. Sonra kehribar kısmını dişlediğini görüyorum. Bunu yapabilmek için enerji dolu, sağlam ve sağlıklı dişlere sahip olmak gerekir. Ancak yanılmıyorsam onun sesini merdivenlerde duymaktayım, böylece piposunu incelemektense kendisini inceleyebileceğiz.”

      O anda kapı açıldı ve uzun boylu, genç bir adam içeri girdi. Sade ama iyi giyimliydi, üzerinde koyu gri bir takım elbise vardı ve elinde kahverengi bir şapka tutuyordu. Otuzlu yaşlarda diyebilirdim; ama biraz daha büyük de olabilirdi.

      “Affedersiniz!” dedi biraz çekingenlikle. “Kapıyı çalmalıydım. Evet, kapıyı çalmalıydım. Doğrusunu isterseniz çok üzgünüm ve bu kabalığımı ona yorun lütfen.” Sersemlemiş gibi elini alnına götürdü ve sonra da kendini en yakın sandalyeye bırakıverdi.

      “Bir iki gündür