Hüseyin Rahmi Gürpınar

Efsuncu Baba


Скачать книгу

Bu hayvan bülbüldür? Yahut öten ve şarkı bağıran bir kuş cinsindendir ki çimene koydun?”

      “Koyunca alacak değilim ya ahbar? Elbette bir tarafa sığdıracağım… Ben onu çayıra saldım. Nazik nazik ötede otlasın… Şimdi bakalım, şarkıda vezneye, tartıya sığmayan başka aygırı laflar var.”

      “Tulum peyniri, kaşer peyniri, bunları kilere, yoksa dolaba koyacağız?”

      “Onlar kolay, hiç yer bulamazsam karnıma korum. Biraz da ekmek olursa hıyar ile iyi kaçar…”

      “Agop, zevzekliği bırak! Bu şarkıda koca eşek mide bozar. Bu hayvanı ondan bütün bütün çıkarsak olmaz?”

      “Şarkının kadrosundan dışarı edeceğiz?”

      “He…”

      “Bu olmaz ahbar. Biz bu işi Artin Ağa ile çok düşündük. Artin’e merkebi laftan dışarı edelim dedi isem bilirsin bana ne cevap etti?”

      “Söyle ki bileyim…”

      “Eski Osmanlı şuarasının merakıdır. Her şarkıya bir eşek bağlarlar… Bunun da birçok meselasını getirdi. Okuyayım da dinle:

      (Eşek) çeşmin hazretinde bıngır bıngır ağlayor,

      Langa’nın bostan dolabı matem ile çağlayor.

      Sonra efendim:

      (Eşek) elemi çekme gönül nafile şeydir.

      ve

      Hep ah edip zırlarsın gönül eşeğim durmaz.

      Ve daha böyle eşekli beyitler bin tane vardır. Hepsini bir araya toplasan koca bir kervan olur. Ahurlar almaz… Zo bu ne meraktır? Ne gustodur? Artin Ağa ile çok düşündük. Şuara lafına hiç akıl erer ahbar? Herif anzorotu yutmuş. Kafayı tutmuş, fikrine ne ki geldiyse laftır deyi meydana koymuş. Sen ben söylesek kimse kulak asmaz. Lafımıza on para veren olmaz. Agop’u Kirkor’u kim alır? Kim satar? Dinle beni ki biraz edep olasın.”

      “İşte dinleyorum. Sen de lafa bir başladın mı kafa patlatırsın. Ne ise devam ol… Dinleyorum…”

      “Artin Ağa’nın defterini başından dibinicek mütalaa ettik. Eski derin Osmanlı şuarasının gustolarını aradık. Evelki zamanın beyitleri hep ‘divane âşık’, ‘aşüfte karı’, ‘kambur felek’ ve içlerinden arak, bade, şarap; hayvanlardan eşek, bülbül, ahu, ceylan, yılan; çiçeklerden gül, sümbül, yasemin, lâle ile doludur. Öyle şimdikiler gibi şampanya, gazoz, körasu, şartröz, viski, konyak, bira ve kokulardan kamelya, leylak, çayırkokusu, atkeston, lüben falan bilmeyorlar…”

      “Her zamanın şair şuarası lafın vaktinin gidişine uydurur. İşte asıl kurnazlık da buradadır.”

      “Şimdiki zamanede öyle dipsiz, kıyak, derin şuara var imiş ki seksen kulaç aşağı insen lafın dibi bulunmaz imiş…”

      “Bu yenilerden fikrine hiçbir şey sındıramadın?”

      “Bunların dediklerini kendilerinden başka kimse ağnamaz imiş…”

      “Artin Ağa ile siz bunları deftere çekip gustoya koysanız olmaz?”

      “He biraz uğraştık. Lakin bizim hesaba, bizim kantara gelmeyor. Bunların köfteleri bizim havalardan makam tutmayor… Akordaya uymayor. Yalnız alafranka tonaya gelor. Bu yeni şair şuaranın içinde öyle cakalı söz doğuranları var imiş ki Frenklerin meşhur şuarası Köse’dir Müse’dir? Gugo’dur, Hügo’dur? Nedir işte bu kıyak herifler mekabirlerinden5 kalkup da bu beyitleri okuyacak olsalar hayran kalup şaşarlar imiş ki acep bu lafları eden biziz yoksa Türklerdir? Ayırt edemezler imiş… O kadar engine, derine varmışlar, dibe oturmuşlar…”

      “Boş laf etme Agop! Bilirsin maymundan büyük ayı vardır… Dünyadır bu, her aygırıdan daha aygırı, her dipsizden daha dipsiz bulunur… Engine çıkıp, derine varıp da ne yapacaklar ki? Torik avlayacaklar?”

      “Ahbar bu nazik işin içine bir de torik sokar isen eh altık laflar tuzlu lakerdaya döner…”

      “Toriği beğenmedin ne nev balık istersin?”

      “Biçimsizlenme zo! Böyle yüksek laf ederek toriğin, palamutun ne sırası vardır? Söyle bakayım, Artin Ağa’dan geçtiğin bu meyhane şarkısı hangi makamattandır?”

      “Uşak…”

      “Uşağa beğenmem. Aşağı havadır…”

      “He ben de bilirim. Mekamatın etbaı takımındandır. Bayağı şeydir. Fakat eşekli şarkıya da uşak makamı uyar, öyle değil mi?”

      “Ağır aksar daha yaraşıklı düşemez?”

      “Sen her şeyi ağır aksar sanırsın? Mısır merkebi vardır ki beygiri ardında bırakır.”

      “Zo divane olma. Mısır’ın eşeği Mısır’da gider. Sıcak hava ister. Çünküm sertesi beyazdır. Buraya gelirse kulakları öne düşer… Türkçe bilmez; Arapça, İngilizce ağnar…”

      2

      “Divane dedin de fikrime geldi. Hani buraya gelen ufacık herif üç gündür gözükmeyor… Ne oldu acep?”

      “Meraka kalma… ‘Kuyruğunu fikrine getiren, tilkiyi görür.’ derler. Nerede ise bugün yarın zıp deyi karşımıza çıkar.”

      “Be ahbar o herif ne biçim budaladır. Ağnayamadım. Pek akıllı bir adam çalımı atmak ister…”

      “Zaten her budala böyledir. En en budalalar akıllı kurumu satarlar… Görünüyor ki bu herifin beyni üç yüz dirhem eksiktir…”

      “Herifin kafasını kantara urdun ki dirhemile laf edorsun?”

      “Zo o, sözün pelesengidir. Bir adama beş paralık aklı yok derlerse bu fiyatı daryenin estimatoru koydu sanırsın?”

      “Eh uzatma be kardeş biz yine divanemize gelelim.”

      “He he, laf yine oraya gelecek a… Bu divane şu oturduğumuz mağara merdiveninin üst başından görünür. Ayağını birinci basamağa indirmezden evvel uzun uzun düşünür. Sağını atarsın? Yoksa solunu? Buna bir türlü karar veremez. Düşünür düşünür… Nihayet cebinden bir kitap çıkarır. Sanki o günü merdivenden hangi ayağını evvel atmak daha uğurlu olduğunu o kitapta yazor zannedersin. Efendim en nihayet büyük bir cesaretle adımını atar. Beş altı basamak iner. Yine durur.

      Etrafına bakınır. Dinler… Dinler… Sanki sanırsın ki boşluk içinden ona laf söyleyen hayaller vardır. Arpa içine dalmış kumru gibi düşünür… Mır mır eder. Haydi babam, bakarsın ki indiği basamaklardan telaşe ile tekrar yukarı çıkar. Yanlış bir iş etmiş olduğunu o zaman ağnarım. İşte böyle iner çıkar. Sabahleyin gelmiş ise müezzin hoca minarede öğleni bağırır. Seninki nihayet aşağı inebilir. Yine çıkar keyf sarfoş gibi yalpalanarak etrafını tuhaf tuhaf dikiz eder. Yine görünmez adamlarla konuşur. Ne dediğini işitmem. Yalnız dudakları oynadığını görürüm. Sonram bu mahzenin duvarlarında bir şeyler okur… Direkleri birer birer sayar. Ağnamak ister ki cümle-i âlemin dediği gibi bin bir tanedir? Yoksa eksiği vardır. Kıyafetlerine bakılırsa akıllı sanılır bazı efendiler de bu hesabı benden sordular. Dediler ki:

      ‘Usta kazaz, bu direklerin hiç hesabına oturdun? Bin birdir?’ Doğrusunu söyleyim. Hiç saymadım. Anam bana dedi ki: ‘Agop sen Binbirdirek’te yer altında çalışorsun. Sakın aklına uyup da direkleri saymayasın. Uğur değildir.’ Kırk yılda bir kocakarı sözü dinlemek lazımdır, derlerse işte ben de dinledim. Saymadım. Zo ben bu direklerin çetelecisiyim?