kaşları çatılır. Açıklama, açıklanmasını isteme davranışlarında bulunur. Bakanlara merakla düşünmekten başka bir anlam çıkarılmayan bir pandomima oynar…
Agop daha alçak bir sesle:
“Bu herif zır divanedir? Yoksam bize kandırmak içün böyle edor?”
“Ben bilirim ahbar ki ne halt edor?”
“O kurnaz ise biz ondan daha atık olalım. Çaktırmayalım.”
Ermeniler yine ezgili makamdan şarkıya giriştiler:
“Zo ben dolma yemem
Afiye hiç gelemem
Ben o lafı diyemem
Edeptir söyleyemem
Kız kozu kırdık
İncir ile fındık
Ceviz içi badem de
Şam fıstık”
Sakallı yine dört yana efsunlamaya benzer süzgünlükler, püfler-den sonra birdenbire bir şeyden ürkmüş gibi merdivenin indiği basamaklarını ters yüzü çıkmaya başlar.
Kirkor: “Vay geçmişine be herif ürktü! Senden mi? Benden mi?”
Agop: “Zo sus ol!”
Sakallı, ufak bir duraksamadan sonra ağır ağır, oynamakla yürümek arasında kaçıkça bir yürüyüşle yine inmeye başlar…
Kirkor: “Yine inor.”
“Dur bakalım inecek, yoksam yine birdenbire pişman olacak?”
Ermeniler yine başlarını ters yöne döndürdüler. Şarkı tutturdular:
“Ben şakaya gelemem
Edeptir söyleyemem
Lambayı kıstık
Ateş gibi kızdık
Kız kozu kırdık
Boğaz içi gerdan da
Top fıstık”
Ziyaretçi, kazazların kendisiyle uğraşmadıklarına kanmış gibi merdiveni iner. Direklerin arasından bu yer altının doğu yönüne doğru yürür. Yere, havaya, önüne, arkasına sağına, soluna, yavaş yavaş göz gezdirerek dolaşır.
Kirkor: “Zo bu ne arayor böyle?”
“Hava…”
“Bu koskoca dünyanın üstünde hava bulamadı da dibinde arayor?”
“Divane, bal kabağından olur sanırsın?”
Ziyaretçi birdenbire durur. Ermenilere doğru gizli bir bakış fırlattıktan sonra şapşal paltosunun yan cebinden bir kitap çıkarır. Bir müddet sessizce okur. Direklerin aralarını adımlamaya başlar. Sağa sola zikzakladıktan sonra duvarla yerin birleştiği çizgiyi karışlar…
Agop: “Görorsun yere parmak parmak karış edor…”
“Polise haber etsek acep?”
“Ne deyi?”
“Acayip tertip herifin biri Binbirdirek’in dibini parmaklıyor deyi…”
“Avallanma ahbar! Şu divane herif edepten dışarı böyle bir iş edorsa bundan Binbirdirek’in lamusuna bir keder gelir sanırsın.”
“Bırak ki Binbirdirek de ardından kötü laf söylenmemiş hayırlı bir şey değildir…”
“Zo neden?”
“Burası parasız hovardaların sevda yeridir. Ellerine ne geçerse buraya aşırırlar… Üstünden yağmur sızmaz. Altından çamur tutmaz…”
“Hiç yerin dibinde hındım olur?”
“İki gönül birlik olduktan sonra samanlığın seyranlık olduğunu bilmezsin?..”
Bu aralık ziyaretçi, duvara yaklaşır. Kurşun kalemle bir şeyler yazmaya başlar.
Agop: “Ahbar, zevzekliğin lüzumu yok. Herif adım hesabını etti. Kitaba baktı. Yerleri karışına urdu. Şimdi fikrini duvara yazor. Hep bunlar boş iştir sanırsın?”
“Ey bundan ne çıkacak?”
“Cinevizlerin bunda gizledikleri bir define olmalı…”
“Zo böyle bir define var ise havaya bakıp ve yere karış etmekle bulunur?”
“O kitapta ne yazor bilirsin? Herif bu işleri kendi fikrinden etme-yor. Kitabın tarifine, raconuna gidor.”
“Bu herif paraları aşırmadan gidelim hükûmete haber edelim…”
“Sus ol hımbıl! Senin ceza daryesinde müstantik dedikleri o gözlüklü adamın karşısında hiç çıktığın vardır?”
“Çocukluğumda Vılanka bostanından hıyar aşırdığım zaman beni karakola götürdüler. Hıyar yerine onda iki zorlu tokat yedim. Gözlerimden Çingene körüğü gibi alev çıktı. Hırsızlığa tövbe ettim. Bundan gayri hükûmetle bir alışverişim olmadı…”
“Bu iş çocuk iken hıyar yemeğe benzemez. Müstantik insana lafı o kadar ince pamuk ipliğine ayırt ederek sorar ki karşısında cevaba duramazsın. Şeytanı, tarafından abukat tutsan işin içinden çıkamazsın. Bu işi hükûmete ihbarlar isen sonram ne olur bilirsin? ‘Üçünüz ortak oldunuz. Binbirdirek’in dibini açup paraları çıkardınız. Üç paya ayırarak yuttunuz.’ derler. Altık sen işin yoğise, ‘Zo efendim, bu herif yerden para çıkarmadı. Havaya baktı. Ortalık yeri karış karış etti.’ deyi aman Allah çağır dur…”
Kazazlar bu çekişmede iken o acayip ziyaretçi besbelli o günkü incelemelerini bitirerek kitabı cebine kor. Bir gözü yerde, öteki havada, adımını atmak için ayağını her kaldırışında basacağı noktayı güçlükle bulur gibi duraksamalar içinde dandini terelelli tuhaf bir yürüyüşle çıkar gider…
İki kazaz, bu ecinli bozması sakallının, Binbirdirek’i böyle merak verici suretteki ziyaretlerinin nedeni hakkında derin derin soruşturucu gözlerle bakıştıktan sonra Kirkor der ki:
“Ben herife bir lağap koyayım?”
“He de bakalım…”
“Binbirdirek teatrosunun kavuklusu…”
“Biz de orkestrası… Öyle değil mi?..”
“Bu salak ihtiyar kıyak bir oyun edecek ama bakalım ne vakit?”
İki delikanlı merdivene gözlerini diktiler. Herifin çekildiğine kanaat getirdikten sonra onun dolaştığı yerleri adım adım araştırmaya, incelemeye başlarlar. Yeri adımlarlar. Duvar diplerini karıştırırlar. Fakat merak ve şüphelerini çözmeye yetecek bir belirticik bulamazlar. Nihayet duvarları özenle gözden geçire geçire ziyaretçinin yazılarını bulurlar. Fakat bu çizgilerden bir anlam çıkarmak bu bilgisiz kazazların işi değildi. Bundan hiyeroglif, çivi yazısı gibi eski yazıların çözümüyle, okunmasıyla uğraşan uzman bilginlerin bile bir anlam çıkarabilmeleri olağan görünmüyordu.
Bu yazılar vakf8 veya tılsım, yadırganan zor bir cebrin bilinmez işaretlerine benzer beşpençe, kaz ayağı, anahtar dili, tarak dibi havaya kurulmuş çadır, birçok eğri, kırık, enine boyuna çizgiler arasında boru kef’ler, he’ler, vav’lar,9 kargacıklar, burgacıklar, İbrani harflerine, mühr-i Süleyman’a, akrebe, yengece, ahtapota benzer tuhaf şeylerden meydana gelmişti.
En okunaklı yazıları okumayı başaramayan bu iki kazaz çırağı gözleri önünde bu güç harflerin çözümü kendilerine doğaüstü “manevi” bir kuvvet yardımıyla içlerinde doğacak ve açılıverecek