Agop fikrine hayran oldum. Daha ne deor?”
“Şu yengeci gördün? Yılanın kuyruğunu ısırmaya gidiorsa… Yılanla hırslanarak dönmüş ona dikiz edor?”
“He, fakat bundan ne çıkar?”
“Zo bu işaret: ‘Ensemden gelirseniz size sokarım.’ demektir…”
“Bundaki definenin tılsımı kaplumbağadadır. ‘Buraya bu hayvanın kanını akıtır iseniz tılsımın uçkuru çözülür.’ demektir…”
“Bu define bir don içinde duruyor ki uçkuru çözülsün?”
“Eh kıyak defineler don içinde saklıdır…”
“Boş laf etme ahbar, şimdi don modası geçti. Bütün mallar meydandadır.”
İki kazaz bu bilinmez işaretlerin önünde garip iddialarla akşamı ederler…
4
Ebülfazıl Enverî, “kimya-yı batıl”10 düşkünlerinden ölü Nasrullah Efendi’nin oğludur. Hobyar semtinde, geniş bahçe ortasında, mahzenli, bostan kuyulu, dehlizli, musandıralı bir konakta büyüdü. Anlatırlar. Eski zamanın “ulemazadeleri” varmış. Lazımlıkta otururlarken kendi gövdelerinden fışkıran bir gürültüden korkarak: “Anneciğim… Dadıcığım… Oturak bana bum dedi!” çığrışıyla kaçarlarmış. Enverî işte bu kuşağın parlak örneklerindendir. Koskoca oğlan iken uçkuru göğsünün üstünde düğümlenmiş bir don, başında kulaklarının yarısını örten bir pamuklu takke, elinde değnek, gün boyunca harem sofralarında topaç çevirir. Selamlığa bir konuk geldiğini görse mabeyin kapısından dilini çıkarıp: “Ö!” der kaçar. On altı yaşında ancak Vezzariyetüye11 çıkar? Yirmi beş otuzunda hâlâ adına çocuk denir. Dadısız ayakyoluna, lalasız sokağa gidemez. Gitse de iki mahalle aşırı bir yerde kaybolur. Kendinin nerede olduğunu kestiremez. Adını sorarsanız cevap vermeye utanır. Gövdesindeki kimi organların adlarını bilmez. Gerdeğe girdiği gece, yenge kadının verdiği bilgileri ders gibi harfi harfine ezberler. İki kelimesini unutsa nasıl davranacağını şaşırır. Ellerinde kılavuz kitaplarıyla geziye çıkan gerdek âleminin en yürek çarptıran sırlarına, yabancı bir elin yol göstericiliğiyle erer. Kadına ilk sarılınca babasından öğrendiği duayı okur.
Cumartesiler uğursuzdur. Salı günü işe başlamaz. Ayın son çarşambasını sayar. Muharremin onuna dek az su içer. Kurban Bayramlarında kesilen hayvanların kanlarına parmağını batırır. Damga gibi alnının ortasına basar. Cinlerden, perilerden, şeytanlardan ödü kopar. Çarşamba karılarından, karakoncoloslardan titrer.
Babası Nasrullah Efendi’nin konağında kimyahanesi ve gece gündüz işler kimyagerleri vardı. Nasıl hazırlandıkları ve bileşimleri büyük sırlardan sayılan özler eritilir, karışımlar yapılır, potalara dökülürdü.
Nasrullah Efendi, altın bileşimiyle, her derde deva olan ve insan ömrünü sonsuz uzatan “şemşirek” taşını veya ulu iksiri bulmaya uğraşıyordu. Sırların saklanması için yer altı mahzenlerinde çalışan kimyagerlerin sakalları ağarıyor. Yıllardan beri ocaklar yanıyor, potalar kaynıyor. Efendinin bu sırdaşları durmayıp çalışıyorlar. Fakat ne altın yapabiliyor ne de her derdi iyi eden ulu iksir bulunuyordu.
Kimyacılar, pek uzun yıllar süren bu başarısızlıklarından bezmeyerek ve araştırma usullerini değiştirmeyerek aynı yoldaki uğraşmalarını sürdürüyorlar. Hintli bir dervişin kerametli ağzından işitilen tertipler, eski kitaplarda görülmüş bilmecelere benzer bileşim temelleri üzerine gidiliyor.
Doğudan, batıdan, güneyden sırtları pöstekili, elleri teberli, lüle lüle kirli saçlı gezginler gelerek Nasrullah Efendi’nin evinde konaklıyorlar. Dağarcıklarından, keşküllerinden çıkardıkları bitki kurularını, iksirleri, özleri, tozları, hediyeleri altından pahalı değiş tokuşlarla ev sahibine güya armağan ediyorlar. Potalar altından değerli kimyasal şeylerle doluyor. Fakat ne yapılırsa yapılsın altın bileşiminin sırrına erilemiyordu.
Конец ознакомительного фрагмента.
Текст предоставлен ООО «Литрес».
Прочитайте эту книгу целиком, купив полную легальную версию на Литрес.
Безопасно оплатить книгу можно банковской картой Visa, MasterCard, Maestro, со счета мобильного телефона, с платежного терминала, в салоне МТС или Связной, через PayPal, WebMoney, Яндекс.Деньги, QIWI Кошелек, бонусными картами или другим удобным Вам способом.