Джеймс Мэтью Барри

Küçük Beyaz Kuş


Скачать книгу

herhâlde. Gelin size geçmişteki bir olayı betimleyen ölçülü sözlerle bir sonraki adımda neler olduğunu anlatayım: Pencereye daha da yaklaşabilmek için yaptığı girişimle gövdesinin ağırlığını omzumun üzerinde daha da fazla hissetmeye başladım ve “Burada bulunma sebebinin yemeğime eşlik etmek olmadığını hatırlatırım.” diye kendisini uyardım.

      Ona haksızlık etmek istemiyorum. Bunu söylediğimde biraz sarsıldığını söyleyebilirim ama o küstah cevabını da asla unutamam, “Kusura bakmayın, efendim. Başka bir şey düşünüyordum.”

      Sonra yeniden gözleri pencerede gezinmeye başladı ve heyecanını bastıramayarak birdenbire şöyle dedi: “Tanrı aşkına, efendim, burada erkek erkeğeyiz. Size bir şey sormak istiyorum. Siz, cemiyetin pencerelerine bakınan küçük bir kız gördünüz mü?”

      Erkek erkeğe! Ne var ki bir zamanlar iyi bir garsondu. Bu nedenle ona kızı gösterdim. William’ı görür görmez Pall Mall’ün ortasına doğru gitti. Yanından geçen ve onu süzen atlı arabalara aldırış etmeksizin anlamlı bir şekilde üç kez başını salladı ve sonra gözden kayboldu. On yaşlarında perişan hâlde bir Arap’ı andıran bir kız çocuğuydu ama görünen o ki onu görmek William’ı rahatlatmıştı. Tüm kalbiyle ve keyifsiz bir şekilde “Tanrı’ya şükür!” dedi.

      Bense William’ın elindeki tabağı ayak parmaklarımın ucuna düşürmesi kadar ürkütücü bulmuştum durumu. “Ekmek, William!” dedim net bir ifadeyle.

      “Bana kızdınız mı, efendim?” diye fısıldayacak kadar cüretkâr davranmıştı.

      “Biraz küstahça davrandın.” dedim.

      “Biliyorum efendim, ancak kendimi kaybetmiştim.”

      “O hâlde o da küstahça.”

      “Karımla ilgili bir durum efendim, o…”

      Yani birçok açıdan kolladığım William, evli bir adammış. Bu bana yaptığı küstahlıklarının en büyüğüymüş gibi hissettim.

      Anladığım kadarıyla bu baş belası kadının bir sıkıntısı vardı ve akşam yemeğinden sonra dünyanın tozpembe bir yer olduğuna inanmak isteyen biri olarak, bu kız çocuğunun işaretlerinin karısının sıkıntısının geçtiği anlamına mı geldiğini sordum. William söylediklerimi duymamış gibi cevap verdi. Doktor en kötü şeyin olmasından korkuyormuş.

      “Halt etmiş o doktor!” dedim öfkeyle.

      “Evet, efendim.” dedi William.

      “Kahrolası hastalığı neymiş?”

      “Aslında oldum olası narin bir yapısı vardı ama hayat doluydu, efendim, anlıyorsunuz değil mi ama yakın zamanda bir kız bebek doğurdu.”

      “William ne yaptın sen!” dedim ama aynı anda bu baba benim işime yarayabilir diye de düşündüm. “Bebeğiniz nasıl uyuyor William?” diye sordum kısık sesle. “Nasıl uyanıyor? Banyosunu nasıl yaptırıyorsunuz?”

      Sorularım karşısında şaşkına dönmüştü. O nedenle cevap beklemeksizin devam ettim, “Bu kız çocuğu sana karından mesaj getiriyor yani, öyle mi?”

      “Evet, efendim. O en büyük çocuğum. Başıyla üç kez işaret vermesi karımın biraz daha iyi olduğu anlamına geliyor.”

      “Üç kez baş işareti yaptı mı bu akşam peki?”

      “Evet, efendim.”

      “Kenar mahallelerde yaşıyorsun galiba, değil mi William?”

      Arsız arkadaşımız beni etkileyebilecekmiş gibi vurucu bir bakış fırlattı ve “Drury Lane tarafında efendim, ama orası kenar mahalle değil.” dedi yüzü kızararak. İnler gibi bir sesle konuşmasını sürdürdü. “Ve şimdi ben o ölürken yanında olup onun elini tutamazsam diye çok korkuyorum.”

      “Sana böyle şeyler söylememesi lazım.”

      “O asla böyle şeyler söylemez zaten, efendim. Daima güçlü görünmeye çalışır. Fakat sabahları evden çıkarken onun aklından geçenleri sezebiliyorum. Ben kapının önünde durup ona bakarken o da yatağından öylece bana bakıyor. Of Tanrı’m!”

      “William!”

      Nihayet sinirlendiğimi anladı ve kendine özgü tarzıyla “Affedersiniz.” diyerek sanki kötü sunulmuş bir yemeği geri çeker gibi karısını masamdan çekti. William’ın varoş hikâyesini unutabilmek için bilardo oynamaya karar verdim ama oyunumu da bozdu. Ben de ona olan öfkemi ertesi gün başka bir garsondan servis isteyerek gösterdim. Fakat yine pencere kenarına oturduğumdan o küçük kızın geciktiği gözümden kaçmadı. Her ne kadar benim için hiçbir anlam ifade etmese de yemeğim bittikten sonra biraz daha oyalanarak kız gelene kadar bekledim. Bu sefer üç kez baş işareti yapmakla kalmadı, bir de şapkasıyla selam verdi. Böylece akşam yemeğimi tamamlayarak masamdan kalktım.

      William sinsice yanıma geldi. “Ateşi düştü efendim.” dedi ellerini ovuşturarak.

      “Kimi kastediyorsun?” diye sordum mesafeli bir şekilde. Sonra da mühim bir oyuna başlamak üzere bilardo salonuna çekildim.

      Sonrasında, William’a gevezeliğini unuttuğumu gösterebilmek için kırk takla atmak zorunda kaldım. Bir defasında kız gelip sadece bir kez baş işareti verdiğindeyse o akşam yere göğe sığamadım. Ertesi akşam restoranda William yoktu ve sanırım ne olduğunu biliyordum. Fakat oldukça üzgün bir hâlde kütüphaneye geçerken William’ı orada bir merdivene tırmanmış rafların tozunu alırken buldum. Bazı üyeler ellerine kitap alıp etraftaki sandalyelerde oturur vaziyette olsalar da uyuyup kalmış olduklarından William’la ikimize kalmıştı kütüphane. O sırada merdivenden inerek bana olup biteni anlattı. Bir cemiyet mensubuna küfretmiş!

      “Bütün gün ne yaptığımı bilmez bir hâldeydim, efendim, çünkü onu çok bitkin bir hâlde bırakmıştım.”

      Ayağımla sertçe yere vurdum.

      “Size ondan bahsettiğim için kusuruma bakmayın, efendim.” deme nezaketini gösterdi, eksik olmasın. “Fakat Irene iki saatte bir geleceğine söz vermişti. Saat dört gibi gelip de onu ağlarken bulduğumda gözüm hiçbir şey görmedi âdeta, efendim. Sendeleyerek cemiyet mensuplarından Bay B.’ye çarptım ve bana ‘Lanet olası herif!’ dedi. Evet, biraz dokunmuştum ama bu şekilde davranılmak çok canımı yaktı ve bir an kendimi kaybedip ‘Sensin lanet olası!’ dedim.”

      Utanç içerisinde başını önüne eğdi. Bu sırada odada uyuyan okurlar da uykularında irkildiler.

      “Derhâl restorandan uzaklaştırıldım ve kurul benimle ilgili karar verene kadar burada çalışmam söylendi. Ah efendim, Bay B.’nin önünde diz çöküp yalvarmaya bile hazırım.”

      Haftada bir pound kazanabilmek için kendini bu denli alçaltabilen birini hor görmek dışında ne yapabilirim ki?

      “Eğer ona işimden olduğumu söylersem ölür.”

      “Bana karından bahsetmeni affediyorum.” diye gürledim imalı bir şekilde. “Tabii nazik bir şekilde konuştuğun müddetçe.” Sonra onu kaderiyle baş başa bırakıp Bay B.’yi aramaya gittim. Kendisine “Şu garsonlardan birine küfretme olayı nedir?” diye sordum.

      “Onun bana küfretmesinden bahsediyorsun herhâlde.” dedi kıpkırmızı kesilerek.

      “Bunu duyduğuma sevindim. Zira senin böyle nezaketsiz bir davranışta bulunduğuna inanmam mümkün değil. Fakat olayı ben ikinizin birbirine küfrettiği ve bunun üzerine senin onu azarladığın, garsonun da işten atılmak üzere olduğu şeklinde duydum.”

      “Kim söyledi bunu sana?” diye sordu ödlek bir adam olan Bay B.

      “Ben