Джеймс Мэтью Барри

Küçük Beyaz Kuş


Скачать книгу

mı, peki?’ diye sorduğunda ‘Yirmi dokuz yaşında.’ diye cevap vermişti. ‘Başının üstü azıcık kel olmalı mı?’ diye sorduğunda ‘Kesinlikle hayır.’ demişti.”

      Ah, canım! Vefalı kız, beni kel çizdirmemiş!

      “Hanımımı resme eliyle öpücük gönderirken bile gördüm.” dedi.

      Bana eliyle öpücük göndermiş, güzel Mary. Ah, tatlı şey!

      Peh!

      Kadının sesini yeniden duyduğumda resme bakarak nasıl bir aşağılayıcı mesaj yazsam diye düşünüyordum.

      “Sanırım onu bebekliğinden beri tanıyormuş, çünkü buradaki şeyi de o hediye etmiş.” dedi, dizlerinin üzerine eğilmiş bebek evini saklanmış olduğu kanepenin altından çıkartırken. O anda hemen mesajı yazıp bu bebek evinin içine bırakayım diye düşündüm ama yapmadım. Nedenini söyleyeyim mi? Çünkü bebek evi şefkatli ellerle yeniden dekore edilmişti; oyuncak bebek ailesine yeni kıyafetler dikilmişti ve minik mobilyaların boyası daha yeni kuruyordu. Oyuncak bebek evi yeniden kullanıma neredeyse hazırdı.

      Hizmetçiye baktım ama yüzü ifadesizdi. “Yerine koy onu.” dedim Mary’nin güzel sırrını görmüş olmaktan utanmış bir hâlde. Keyfim kaçmış bir hâlde çıktım evden; içimde küçük mürebbiyenin beni yine köşeye kıstırmış olduğuna dair hisle.

      IV

      Bir Gece Vakti

      Bir gece, kocasını sokakta tek başına beklerken gördüm. İşte şimdi kocan senin için bir şey yapamaz küçük mürebbiye. İş başa düştü. Evde yapılacak büyük işler varsa erkeklerin evi terk etmesi gerekir. Seni bencil, zayıf, her hâliyle kaba adam; karın için doğum anı geldi: Toz ol bakalım.

      Bu geceye kadar Mary’nin kadim sadık aşkı olan yürekli, cesur delikanlı yalpalayarak evden çıkıyor. Acaba hiç ona kaba davrandığı olmuş muydu? Olduysa bu affedilmez bir günah artık. Bu gece onun sokaktaki hâlini gizlice izlemesini gerektirecek kaba bir davranışı olmuş muydu? Kaba bir davranışı olmadıysa da biraz daha nazik davranabileceği zamanlar olmamış mıydı?

      Bu geceden itibaren gerektiğinden daha nazik olmaya çabalayabileceğimiz yeni bir düzen sağlayamaz mıyız?

      Zavallı genç adam, elinde olsa gelmez miydi Mary pencerenin önüne; bütün nezaketsizliklerinin çoktan unutulduğunun işaretini vermeye; siz yeniden kavuşana kadar o güven verici gülümsemesini göstermeye; yeniden kavuşamasanız bile hâlâ o güven verici titrek gülümsemesiyle sana bakmayı sürdürmeye…

      Ah, hayır! Tüm bunlar düne ait; artık çok geç. Bu gece delikanlı Mary’yi düşünerek dolaşıyor sokaklarda, ama Mary onu çoktan unuttu. Bu büyük doğum anında, erkek artık kadın için bir hiç ve aşklarının hiçbir önemi yok.

      Şimdi o ve ben sokağın karşı taraflarındayız. İkimize de aşina bu sokak artık. Öte yandan içinde Mary A.’nın bulunduğu çeşitli sahneler gözümün önünden geçiyor. İşte o sabah, evine yegâne girişimin ertesi sabahı… Acente bana o lanet ilanın kaldırılacağına dair söz vermişti ama buna dair bildiri notu Mary’ye ulaştığı an, Mary’nin ilanı kendi elleriyle yok ettiğini idrak ettim. O sabah oradan geçerken, Mary orada bir sandalyenin üzerinde önündeki tabureye ilanı koymuş, elinde bir çekiçle şiddetli bir şekilde ilana vuruyordu. İlan en son yere düştüğündeyse hırçın bir tekme savurdu ona.

      Bazı geceler kocası postacıyı gözlerdi. Sanıyorum bir resmin yazgısını taşıyabilecek kadar büyük bir zarf bekliyordu. Bir kiralık katil ya da iyilik meleği misali kapı kapı izini sürüyordu postacının. Hiçbir zaman kendisine bir mektup olup olmadığını sormaya cesaret edemiyordu, fakat ne zamanki o mektup posta kutusuna düştü onu yırtarak açtı… Kapı ümitsizce kapanmış olsa da penceredeki kadın tüm bu süre boyunca elini kalbinin üzerine bastırmış bekliyordu. Ne var ki havadis güzel olsaydı ikisi birlikte hemen evden fırlar, kol kola et pazarının yolunu tutarlardı.

      Son bir sahne: Yaz akşamları açık pencerelerinden görebildiğim kadarıyla Mary piyanonun başına oturur kocası için çalıp söylerdi. Bazen de bir eliyle çalar diğer elini tutması için kocasına uzatırdı. Mutluluğunu öylesine coşkuyla yaşıyordu ve öylesine romantik bir ruha sahipti ki… Öyle hissiyatlıydı ki kocası şaka yapacak olsa daha şakayı duymadan gülmeye başlardı ve eminim dokunaklı bir hikâye dinleyecek olsa hemen gözleri buğulanırdı.

      İşte böyle kâh gülüp kâh ağlarken, bir yanda fısıltıların eşliğinde, küçük mürebbiye yavaş yavaş bambaşka bir kadına dönüştü: gizemli ve mağrur bir kadına. Sanıyorum bir erkek zaman içinde bu büyük değişime öylesine alışıyor ki şimdi bu delikanlı da sevgili Mary’sinin bir zamanlar o naif ve çekici hâline dair hiçbir şey hatırlayamıyordur.

      Sokağın karşısında duran genç adamın neler düşündüğünü anlamaya çalışıyorum. “Şayet o duvar bugün aşılacaksa, ona eşlik etmemeli miyim? Mary senin düşündüğün kadar cesur değil. Birkaç saat önce seninle şen şakrak konuşurken, aman Tanrı’m, seni bile kandırdı mı?”

      Bu gece tüm sorular basit. “Neden her şeye o karar veriyor? Gecenin bu saatinde bu adamı dışarı atmaya hakkı var mı? Hiç de adil davranmıyor.”

      Zavallı genç adam! Karısı onu ve onun safsata aşkını unuttu bile. Şayet karısı yaşarsa ona geri dönecektir ama ölürse de muzaffer ve huzurlu bir şekilde ölecek. Yaşam ve ölüm; çocuk ve anne, hep birisi denize açılıp da diğeri limana yanaşırken kavuşurlar. Aralarında bir ışıltılı değiş tokuş olur yalnızca: “Her şey yolunda.” der ve geçip giderler.

      Peki ya sonra?

      Sanırım, bu dünyada dolaşan tek hayaletler çocuklarının nasıl yaşadıklarını görebilmek için geri dönen genç yaşta ölmüş annelerdir. Giden birini geri döndürmek için yeteri kadar büyük, başka bir sebep olamaz. Gecenin pençesinde o bildikleri odaya girerler ve “Nasılsın, yavrum?” diye sorarlar. Ancak çoğu zaman tuhaf yüzleri çocuklarını korkutmasın diye bunu öyle kısık sesle sorarlar ki çocukları bile duyamayabilir. Huzurlu bir şekilde uyuyup uyumadığını anlamak için üzerine eğilirler; üşümesin diye açıkta kalan kolunu battaniyenin altına sokarlar ve kaç tane küçük atletleri olduğunu saymak için çekmeceleri açıp bakarlar. Tüm bunları aşkla yaparlar.

      Hayaletler için en üzücü tarafı çocuklarını tanımama ihtimalleridir. Çünkü onları bıraktıkları gibi bulacaklarını sanırlar ve kolayca hayrete düşerler. Oda oda dolaşıp ararlar çocuklarını ve en sonunda bambaşka bir çocuğa dönüştüğünü görmekten nefret ederler. İhtirasın pençesindeki bu zavallı ruhlar çocuklarına zarar bile verebilirler. Eski evlerde inleyerek dolanan hayaletler işte bunlardır fakat bu kadar hazin ve basit bir olayı açıklayabilmek için aptalca hikâyeler uydurulmuştur.

      Tanıdığım bir adam vardı. Epeyce zaman uzaklarda gezdikten sonra ilk doğduğu eve geri döndüğünde akşamları şöminenin başındaki sandalyesinde otururken kapının yavaşça açıldığını ve bir kadın silüetinin göründüğünü söylemişti. Kindar bir şekilde ona bakar sonra kaybolurmuş. Bu evde tuhaf şeyler oluyordu. Geceleri pencereler açılıyordu mesela. Yatak odasındaki perdeleri de alev almıştı. Merdiven basamaklarından biri gevşemişti. Üzerinden geçtiği koridordaki döşemelerden biri kurnaz bir şekilde çıkarılmıştı. Hasta düştüğünde de yatağının baş ucuna yanlış ilaç konulmuştu ve sonra öldü. Genç, güzel anne nereden bilsin eski evindeki bu kır saçlı yabancının aslında aradığı oğlu olduğunu?

      Hayaletlerle ilgili bütün bildiklerimiz yanlış. Onları geri getiren şey ne kursaklarında kalmış muratları ne de şiddet eylemleri. Üstelik