Джеймс Мэтью Барри

Küçük Beyaz Kuş


Скачать книгу

içerisinde şapkamı alıp dışarı çıkmıştım ki onların olduğunu tahmin ettiğim o bahçeli evden Mary ve kocasının çıktığını gördüm. Şimdi, sizce ben zeki miyim, değil miyim?

      Sokaktan çıktıklarında yavaşça evlerini inceledim ve bence tuhaf bir evdi. Önden bakınca sanki bir kapı ve bir pencere görünse de dikkatlice bakan kişinin üstte havalandırma boşluğuna bakan ve eminim Mary’nin hazırcevaplığıyla yatak odasına ait olduğunu söyleyeceği bir pencere daha olduğu gözünden kaçmazdı. Binanın her iki tarafındaki evler de uzundu ve sonradan fark ettim ki eskiden burası bahçe girişiymiş. Kat ve bulunduğu kısmın yarısı ucuz yollu hazırlanmıştı. Misal beton yerine ahşap kullanılmış gibi. Genel izlenim bahçe yoluna yerleştirilmiş renkli bir karavan gibiydi daha çok.

      Bence Londra’da alçak evler yüksek olanlardan daha rahat görünüyor ki genelde onları yapanlara hayır duası etmeden geçmem yanlarından. Fakat bu biraz gülünç duruyordu. Hatta kendisine ev bile denmezdi. Zira kapısının üzerinde de “Bu alan satılıktır.” yazısı asılıydı. Zili çalarken bu yazının yıllardır asılı olduğunu hatırladım. Bir alana ihtiyacım olduğunu söylerken yaşlıca mahzun bakışlı, zarafeti etrafındakilerle uyumsuz kalan bir kadın beni içeri kabul etti. Hissiyatım yüzümden de okunmuş olacak ki kadının ilk cümleleri durumu açıklamaya yönelikti.

      “İçki içtiğim için beni ucuza çalıştırıyorlar.” dedi.

      Başımla selam verdim ve misafir odasına geçtik. Mary’nin fiziksel görünümünü tasvir etmiş miydim hatırlamıyorum ama şayet etmişsem bu güneşli misafir odasını tasavvur edebilirsiniz. İlk tepkim bunları alacak parayı nereden buldu diye düşünmek oldu ki Mary’nin sokaktaki yürüyüşünü görseniz sizin de ilk izleniminiz böyle olurdu. Çıngırdamayan elle dikilmiş çan ipinden tutun da içinde sigara olmayan elle boyanmış sigara kutusuna kadar bu küçücük odadaki tüm ıvır zıvırların dökümünü çıkarmaya yerim yok. Zemin yemyeşil ve çok güzel Şark halılarıyla döşeliydi. Sanıyorum yeşil ve beyaz, hanımefendinin güneş ışığını zapt edebilmek için kullandığı renklerdi. Pencerelerdeki perdeler nadir bulunan bir kumaştan yapılmıştı ve rengini orman asması çiçeğinin morundan almıştı. Perde etekleri asil bir şekilde yeri süpürüyordu ve Mary’nin misafir kabul ederken ki hâlini imgeleştiriyordu. Kiralandığını bildiğim piyanoyu es geçebiliriz fakat çoğunu yeşil ahşabın oluşturduğu daha bir sürü zarif parçalar var; bir kanepe, köşede bir büfe, sahibinin oturup üzerinde bir şeyler karaladığı düşünülürse kendisine yakışacak kadar büyüleyici bir yazı masası… Masadaki kâğıdın üzerinde, başka Mary varsa da varlığını reddeden Mary’nin parmaklarıyla yazılmış harfler duruyordu. Duvarlarda çoğu çerçevesiz olmak üzere bir sürü yağlı boya tablosu vardı. Hollanda kılıfına yerleştirilmiş olağanüstü değerdeki şamdanlardan da bahsetmemek olmaz.

      “Anladığım kadarıyla…” dedim tombul hizmetçiye. “Yanında çalıştığınız kişilerin mali durumu iyi.”

      Kadın kesin bir şekilde başını salladı ve anlayamadığım bir şeyler söyledi.

      “Bir servetle evlendiğini mi ima etmeye çalışıyorsunuz?” diyerek kendimi riske attım.

      Bu kez söylediklerini duyabildim: “Konserve etler.” dedi ve kederli bir sessizliğe gömüldü.

      “Yine de bu oda epey bir paraya mal olmuştur.” dedim.

      Hor gören bir edayla “Her şeyi kendisi yaptı.” dedi yeni arkadaşım.

      “Fakat böylesine güzel renklendirilmiş bu yeşil zemin…”

      “Kızgın yağ ve bir şilin değerinde bir boya.” dedi gururla karışık bir utanmayla yanakları kızararak.

      “Bu halılar…”

      “Toplama.” dedi ve parçalarının nasıl sanatsal bir şekilde birleştirildiğini gösterdi bana.

      “Perdeler…”

      “Toplama.”

      “Her hâlükârda, kanepe…”

      Döşemesini kaldırdı ve kanepenin ambalaj sandıklarından yapıldığını gördüm.

      “Yazı masası…”

      Bu kez tutturduğumu düşünüyordum çünkü pirinç kulplu çekmecelerini, oldukça şık kitap rafını, ipek örtünün altındaki minik yazı masası çekmecelerini görebiliyordum.

      “Onu üç adet portakal kasasından yaptı.” dedi nihayet kendisi de biraz etkilenmiş gibi görünerek.

      Ümitsizce etrafıma bakındım ve gözlerim Hollanda kılıfına rastladı. “Şu Hollanda kılıfında duran güzel bir şamdan var.” dedim gönlünü almaya çalışarak.

      Burun kıvırdı ve kaba bir şekilde elini kaldırıyordu ki, “Lütfen yapmayın, hanımefendi, bu kılıfın gerçekliğine inanmak istiyorum.” dedim. “Her şeye karşı inancını yitirmiş olanlara ne kadar yazık!” Sanki küçük mürebbiyenin hiç yoktan yarattığı bu güzel şeyler elimi sıkarak şamdanı bırakmama sebep oldu.

      “Aman Allah’ım, bu nasıl bir şey?” dedim kadına.

      Kadın üst katta başka şaheserlerin de olduğunu ima etti.

      “Merdiven de mi var? Onu da mı kendisi yaptı?”

      “Yok, zaten vardı ama o değiştirdi.”

      Merdiven Mary’nin yatak odasına çıkıyordu. Oraya ve bahçede bulunan baraka şeklindeki atölyeye bakmayacağımı söyledim.

      “Atölyeyi de kendi elleriyle mi yaptı?”

      “Yok, ama onu da kendisi değiştirdi.”

      “Her şeyi nasıl bu kadar değiştirebiliyor? Sizce burada güvende misiniz, hanımefendi? Sizi de değiştirmesin?”

      Sempatik tavrım karşısında biraz yumuşadı ve bir şeyler anlatmaya başladı. Mary ve kocasının ödedikleri kira pek de onurlu bir ailenin gururla üstleneceği bir miktar sayılmazmış. Birisi bu daireyi yeniden inşa etmek üzere almak istediğinde ilan panosuna hürmet ederek boşaltmak kaydıyla burayı çok ucuza kiralamışlar. Mary A. “Bu alan satılıktır.” yazısından nefret ediyormuş ve ilanı soranlara yumruğunu sallarmış. Evini gerçek bir evmiş gibi coşkuyla sahiplenir ve satılık ilanı için birisi gelecek olursa öfkeden titrermiş.

      Size kendi aforizmamı söylemiştim; doğruyu söylemek gerekirse bu mazlum hizmetçinin söylediklerini kayda almam gerektiğini hissettim. Sanat söz konusuydu. “Zor olan resimleri yapmak değil onlara çerçeve bulmak.” demişti ve bu beni canevimden vurmuştu.

      Dürüst olmak gerekirse, pek hanımının sanat eserlerine kafa yormuş gibi görünmüyordu. Çoğu yapmaz zaten. Sonuç: Konserve etler…

      Yine de bir kişi bu konuda çok kafa yoruyordu ya da en azından öyle görünüyordu; sürekli eserlerin şahaneliği karşılığında ellerini ovuşturuyordu; hatta arkadaşlarına, “Güzel olduğunu söyle, biraz övgüler yağdır.” diye fısıldayarak baskı yapıyordu. Bu, genelde ressam kedere gömüldüğü zamanlarda oluyordu. Eminim, bir adamı tekrar neşelendirmeyi Mary’den daha iyi kimse beceremezdi.

      “Tehlikeli bir kadın.” dedim ürpererek ve şömine rafında duran bir resmi incelemeye daldım. Bir erkeğin portresiydi bu resim. Beni etkilemişti hâliyle; çünkü çerçeveliydi.

      “Mary’nin bir arkadaşı yaptırdı ama arkadaşını hiç görmedim.” diyerek imdadıma yetişti rehberim.

      Kafamı çevirmek üzereydim ki resimdeki bir yazı beni kendisine doğru çekti. Bir kadının el yazısıyla şöyle yazılmıştı: “Sevgili meçhulümüzün fevkalade portresi.” Beni kastediyor olabilir