Джеймс Мэтью Барри

Küçük Beyaz Kuş


Скачать книгу

biraz korkutmuşu ama derhâl savaş zırhımı kuşandım. Porthos’u Kensington Bahçeleri’nde gezdirmesi için bir çocuk buldum ve ona şayet ikinci el bir çocuk arabası süren genç bir kadın tarafından izlendiğini görürse kadının köpeği çalmaya çalıştığını söyleyerek polis çağırmasını tembihledim.

      Hadi bakalım, Mary…

      “Bu arada…” dedi kocası bir sonraki karşılaşmamızda. “Sana bahsettiğim sallanan at, altmış üç şilinmiş.”

      “Karın oyuncakçıya sormaya mı gitmiş?”

      “Yok, onu sormaya gitmemişti aslında. Sallanan atı alan adamı tarif ettirmek için gitmişti.”

      Ah Mary, Mary!

      Pasajdakilerin tarif ettikleri adam şöyleymiş: Askeriyeden birine benziyormuş; uzun, esmer, oldukça şık giyimli; düzgün kemerli bir burun; -aynen öyle- düzgünce kesilmiş ve hafif kırlaşmış bir sakal; başının üzerinde sanki geri kalan kısımları da kapatmaya çalışan üç beş tel saçı varmış; -peh!– oturmadan önce sandalyeyi mendiliyle silmiş; titiz ev hanımları gibi buna benzer başka tavırları da olmuş, -keşke onların ne olduğunu bilebilseydim- sıkıcı derecede kibarmış ama pek konuşkan değilmiş; yanında kederli bakışlarıyla bezgin suratlı sarı bir köpeği varmış -hep köpeklerin kederli bakışlara sahip olduğunu düşünürler-.

      “Bu tarife uyan birini tanıyor musun?” diye sordu Mary’nin kocası bana saf bir şekilde.

      “Sevgili dostum, neredeyse tanıdığım herkes az çok böyle.” dedim. Gerçekten de kulüpte zamanla herkes birbirine benzer. Genel anlamda bu konuşma beni mutlu etmişti, çünkü Mary’nin St. Bernard köpeğini nasıl öğrendiğini anlamış oldum. Ne var ki bir gün pencereden bakınca sokakta durmuş soran gözlerle pencereleri izler bir hâlde Mary’yi görünce yine kaygılanmaya başladım. Oradan geçen bebekli bir dadıyı durdurup sahte bir coşkuyla bebeği sever gibi yaptı. Eminim bebeğin adının Timothy olup olmadığını sormuştur. Değilse de adı Timothy olan bir bebeğe bakan bir dadı tanıyıp tanımadığını sormuştur.

      Belli ki Mary benden şüpheleniyordu ama ben Timothy’ye dört elle sarılmıştım, her ne kadar hakkımda başka bir şey bilmek istemesem de. Zira diğer babayla hâlâ arada bir karşılaşıyorduk ve her seferinde bana Timothy ile ilgili sorular sorup bebekleri kıyaslıyordu. Sorduğu sorular da çok detaylıydı. Nasıl uyuyormuş? Nasıl uyanıyormuş? Yeniden nasıl uykuya dalıyormuş? Banyosunu nasıl yaptırıyormuşuz? İyi ki köpeklerle küçük çocuklar arasında epey bir ortak nokta var, çünkü o her sorduğunda ben aslında Porthos’u anlatıyordum. Nasıl huzurla uyuduğunu, muhtemelen rüya görüp nasıl uyandığını, küçücük elini burnuna koyup nasıl geri uyuduğunu anlatıp banyo sorusunu sessizce es geçiyordum. Çünkü dezenfektan sabun ve paspasla banyo yaptırıyorum.

      Adam benden zerre kadar şüphelenmiyordu. Mary’nin bulamayacağını düşünmek makul geliyordu. Yine ruhumun derinliklerinde bir gerginlik hissediyordum. Pat diye ortaya çıkıvermek için Mary uygun zamanı bekliyor da olabilirdi ve bu düşünce, benim Timothy’ye daha çok bağlanmama sebep oluyordu. Sanki onu benden koparıp alacak diye korkuyordum. Sonunda da böyle oldu zaten.

      VI

      Darbe

      Bir mayıs günü, sokağın ilk kesiştiği yerde Mary’yi kocasıyla yürürken gördüm. Bir süre sonra kocasından ayrıldı ve sanki kocası bir Atlantis yolcu gemisine binmiş gidiyormuş gibi gözden kaybolana kadar el salladı. Tüm bu zaman boyunca mutlu bir evliliğe sahip bir kadın olarak kocasından ayrıldıktan hemen sonra evinin yolunu tutacak, beyinin şanlı dönüşünü beklerken asker kılıklı bu adamı izlemek için mutlu aile tablosundaki bir kesitten öte bir şey sunmayacak gibi bir hâli vardı. Of Mary, lütfen, o küçük bayağı entrikalardan birini görmek istemiyorum!

      Of of!

      Kocasından saklanmayı becerdiği andan itibaren bambaşka bir kadına dönüştü. Şimdi o gizli gizli etrafını kollayan, göze çarpmamak için küçüldükçe küçülen, işini bilen ve bir amacı olan bir kadındı ve gergin bir şekilde gizemli bir maceraya atılıyordu.

      “Neler oluyor?” diye düşünerek peşine düştüm.

      Sanki bir randevuya yetişecekmiş gibi sık sık saatine bakıyordu ve hatta uzun uzun bakıyordu. Sanki saati uzun zihinsel hesaplama yapmadan anlaşılamayacak bir saatti. Sonra saatini öptü. Büyük ihtimalle benim mektubu düşürdüğüm gün kocasının ona verdiği saat olduğundan bu ucuz küçük saate düşkünlüğünü biliyordum ama şimdi sokak ortasında niye öpüyordu ki? Sonra sanki kocanın sana aldığı saati öpmek günahmış gibi neden aceleyle onu yeniden kemerinin arasına soktun?

      Gördüğünüz üzere, güzel düşüncelerden bu huzursuzluğa hızlı bir geçiş yaptım. Süslü püslü dükkânlardan oluşan gitmek istediği sokağa ulaştığında gerçekten bir entrikayla karşılaşmak istemiyordum. Hiçbir dükkâna girmedi. Yavaş adımlarla, kara kara düşünmekten büzülerek bir aşağı bir yukarı yürümeye başladı. Utanç içindeydi. Mary A.’nın yüzünde utanç göreceğim hiç aklıma gelmezdi. Karşısına dikilip adını söylesem eminim o utanç hemen düşer ve Mary yine karşımda öylece dururdu. Ben de onunla birlikte durup bekledim; acaba bu adam mı, yoksa bu mu, bu mu derken bastonuma sımsıkı yapışmıştım.

      “Mary’den şüphe eder miydim? Ah, tabii ki hayır, asla. Fakat burada saçma sapan bir şey dönüyordu. Kocasından habersiz gelmişti. Sinsi hâllerinden anladığım kadarıyla bu randevu onu korkutuyordu ve utandırıyordu. Kendisini tehlikeye atmıştı; o zaman bu kendisi için değil onun içindi. Ortada gizlenecek bir aptallık varsa Mary’ye ait olması mümkün değildi. Mary’nin burada böyle korku içinde onu olayın sonuçlarından korumaya çalışmasına sebep olabilecek ne yapmış olabilirdi ki bu dürüst çocuk? Şu meşhur kahkahası şerefine leke sürecek bir şeye sebep olmuş olabilir miydi? O geniş alın, o lüle saçlar ve o sevimli gülüş… Çocukluğumuzdan taşıdığımız o kırılgan hâllerimizden birkaçı. Masumiyet kaçıp gitse de bunların hepsi kalabilir fakat kesinlikle sabah kahkahaları da eşlik etmeli gidenlere. Zira şeytanın kahkahanın üzerinden elini çektiğini de görmedim.

      Fakat Mary hâlâ bekliyordu. Artık güzelliği gitmişti; utanç yüzünü ele geçirmişti. Çirkin bir kadına dönüşmüştü. Gerisi kocasına kalmış. İçimden lanetler yağdırdım kocasına. Yine de kadınlar hakkında ne biliyordum ki? Onlara dair bazı uzak hatıralarım vardı ve birtakım beyhude çıkarımlar. Peki ya erkekler? Kırk yıldan fazla zamandır duygusuz olan bir adam tanıyorum; onun adına çok sevindim -böyle düşünmek biraz tuhaf olsa da- ondan ürktüm; ondan bezdim; onu fark ettikten çok zaman sonra onu hoş görerek onunla yan yana koşmak istedim. Tanrı beni affetsin! Erkeklerle ilgili bazı şeyler biliyorum ama içten içe sana haksızlık ediyorum sanırım evlat.

      Sonra farkettim ki Mary buraya masum bir amaç uğruna gelmişti ama bunu yapmak onu öylesine korkutuyordu ki yapmamış olmayı tercih ederdi. Geri dön seni küçük aptal, yufka yürekli şey. Sana başka diyecek bir şeyim yok. Laf anlamaz kız! Yanından ayrılırken kocanın yüzündeki ışığı görmedin mi? Resimlerini yüzündeki bu ışıkla yapıyor ve tüm hayal kırıklıklarına rağmen hâlâ mağrur arzularının ümitlerini taşımaya devam ediyor. Bu ışık senin evlenirken ona bahşettiğin çeyiz. Bu ışık titremediği müddetçe o en büyük zenginliğe sahip.

      Gitmeye can atmasına rağmen gidemedi bir türlü, Mary. Birkaç kez o lanet sokaktan kurtulmaya yeltendiyse de yalpalayarak sansarın pençesine çaresizce kendini bırakan bir kuş gibi geri döndü.

      Ah, Mary! Hadi kuş olup uç. Bu nasıl bir çılgınlık? Hadi be kadın, geri dön!

      Sonra birden gözden kayboldu. Gücünü