Жюль Верн

Balonla Beş Hafta


Скачать книгу

dek devam etti. Onun için hazırlanmış olan koltuğa doğru yürüdü ve kararlı bakışlarla dimdik, bir heykel gibi hareketsiz durarak sağ elinin işaret parmağını havaya kaldırdı. Ağzından tek bir söz çıktı:

      “Excelsior!”1

      Ne Bright ya da Cobden’ın ani hücumları ne de Palmerston’ın, İngiliz kıyılarındaki kayaları zırhla kaplamak için bütçe talebi bu denli heyecan yaratmıştı. Sir Francis M....’nin konuşması tamamen gölgede kalmıştı. Doktor, kendisini ılımlı, haşmetli, kendine yeten bir bütün olarak gösterebilmişti; durumu tanımlayan kelimeyi söylemişti…

      “Excelsior!”

      Hata bulmakla meşgul gut hastası yaşlı amiral, karşısında durmakta olan bu kişi tarafından bozguna uğratılmıştı ve derhâl Dr. Ferguson’ın konuşmasının “Londra Kraliyet Coğrafya Cemiyeti Bülteni”nde yayımlamasını önerdi.

      Peki, o zaman bu adam kimdi ve önerdiği girişim neyin nesiydi?

      İngiliz Donanmasında cesur ve nitelikli bir kaptan olan Ferguson’ın babası, çok küçük yaşlarından itibaren, oğlunu kendi işinin macera ve tehlikeleriyle haşır neşir etmişti. Korku nedir bilmeyen bu küçük yoldaş, öncelikle istekli ve çalışan bir kafa ve araştıran bir zekâydı. Ayrıca, bilime hatırı sayılır bir yatkınlık ortaya koyuyordu. Dahası, kendisini zorluklardan kurtarma yolunda sıra dışı bir hüner sergiledi. Çocukların genellikle başarısız olduğu bir durum olan ilk kez çatal kullanmada bile asla çelişkiye düşmedi.

      Bu ilgisi çok erken yaşlarda okuduğu denizcilik ve yatırımcılık üzerine olan kitaplarla alevlendi ve 19. yüzyılın ilk bölümünü şekillendiren keşifleri ilgiyle takip etti. Mungo Park, Bruces, Cailliés, teğmenler ve bir yere kadar da katiyen diğerlerinden daha düşük konumda görmediği Selkirk2 gibi kâşiflerin zaferleri hakkında kafa yordu. Juan Fernandez Adası’nda kaç saati bu kahramanla dolu dolu geçirmişti! Genellikle, gemisi batmış olan bu denizcinin fikirlerini eleştirirdi. Bazen de planlarını ve projelerini… Şöyle bir durumda çok daha farklı davranırdı ya da en azından aynısını yapmazdı. Tabii tamamen ikna olduysa! Diğer yandan, tek bir şeyden memnundu; tebaası olmayan bir kral gibi mutlu yaşayabileceği bu güzel adayı asla bırakmak zorunda kalmayacaktı. Hayır! Tabii ki karşılığında verilen rüşvet, donanmada amiral rütbesi değilse!

      Bu eğilimlerin, yerküreyi köşe bucak gezerek geçirilmiş bir gençlik döneminde şekillendiği varsayılabilir. Bunun yanı sıra tam bir eğitimci olan babası, bu sınırsız zekâyı; su bilimi, fizik, mekanik gibi ciddi çalışmalarla beraber, az miktarda botanik, tıp ve astronomiyle takviye etmek için en küçük bir fırsatı bile kaçırmadı.

      Muhterem Kaptan Samuel Ferguson öldüğünde -ki Francis o zaman yirmi iki yaşındaydı- dünyayı dolaşmıştı. Bengalli Mühendisler Taburu’na katılmış ve birkaç hadisede kendisini göstermişti; fakat bu asker hayatı ona uygun değildi; ilgili fakat emir almaya gelemeyen biriydi! Hiçbir zaman emir almaktan hoşlanmazdı. Bu yüzden istifasını verdi ve biraz botanik merakı biraz da avcıyı oynamak adına Hint Yarımadası’nın kuzeyinden yola koyuldu ve Kalküta’dan Surat’a kadar amatör bir yolculuk yaptı.

      Surat’tan Avustralya’ya geçti ve 1845’te Yeni Hollanda’nın merkezinde bulunduğu varsayılan Hazar Denizi’ni keşif için gönderilen Kaptan Sturt’un seferine katıldı.

      Samuel Ferguson, 1850 yılında İngiltere’ye döndü ve keşif arzusu adlı şeytan tarafından her zamankinden daha çok ele geçirilmiş bir hâlde 1853’e kadar, Kaptan McClure’a, Amerika Kıtası’nı Bering Boğazı’ndan Farewell Burnu’na kadar geçmek için çıkılan seferde eşlik etti.

      Tüm zorluklara ve hava koşullarına rağmen Ferguson’ın bünyesi gayet dayanıklı çıktı. Her türlü mahrumiyet durumunda hiç rahatsızlık duymadı. Aslında, midesi isteğe göre genişleyip daralan, bacakları yolculuğun belirleyeceği “yatağa” uygun olarak uzayıp kısalabilen, günün her saatinde uyuyup gecenin her anında uyanabilen Ferguson, denizcilik ve kâşiflik için tam anlamıyla biçilmiş kaftandı.

      Tüm bu anlatılanlardan sonra seyyahımızı 1855-1857 yılları arasında Tibet’in batısında kalan bölgeyi Schlagintweit kardeşlerle beraber gezerken ve bu seferden birçok ilginç etnografik gözlemle dönerken görmek hiç de şaşırtıcı olmazdı.

      Tüm bu farklı yolculuklarda Ferguson, “Daily Telegraph” adlı 140.000 tirajı olan fakat yine de bir ordu dolusu okuruna güç bela ulaşabilen gazetenin en aktif ve ilgi çekici muhabiri oldu. Böylece doktor, tanınan bir şahsiyet hâline geldi fakat yine de ne Londra, Paris, Berlin, Viyana ya da St. Petersburg’da bulunan Kraliyet Coğrafya Cemiyetlerine katılabildi ne de Seyyahlar Kulübüne ya da istatikçi arkadaşı Cockburn’ün etkin görev aldığı Kraliyet Politeknik Enstitüsüne kabul edildi.

      Bir diğer âlim, şu soruyu soracak kadar ileri gitti: Doktorun, yerkürenin çevresini dolaşırken katettiği yol mil olarak hesaplanırken kafa ölçüsü, ayak ölçüsünden kaç mil daha fazla yol yapmış olarak hesaplanmıştı? Çünkü kafasının ve ayaklarının yarı çapları farklı ölçülerde olmalıydı. Ya da sırasıyla doktorun kafası ve ayakları tarafından katedilmiş miller, bu centilmenin gerçek uzunluk ölçüleri istenerek mi hesaplanmıştı?

      Bu konuşma aslında doktora iltifat etmek için yapılmıştı fakat doktor kendisini tüm bu âlim zümreden -kendisinin de olduğu gibi kiliseye bağlı fakat kilisenin polemikçisi olmayan zümreden- çok uzakta hissediyordu. Tartışmak yerine araştırarak, vaaz vermek yerine keşfederek zamanın çok daha verimli geçirileceğine inanıyordu.

      Gölü gezmek için Cenevre’ye gelen bir İngiliz’in hikâyesi anlatılır. İngiliz, insanların omnibüslerde istiflendiği gibi yanlamasına oturtulduğu garip bir arabaya biner. Neyse; sırtı göle dönük, bir koltuğa oturur. Araba, o bir kez bile arkasına dönüp dışarı bakmayı akıl edemeden turunu bitirir ve o da Cenevre Gölü’nden “büyülenmiş” bir şekilde Londra’ya döner.

      Fakat, Dr. Ferguson, kendi seyahatlerinde arkasına dönmeyi akıl etti ve çok iyi bir anlaşma olarak gördüğü iyi bir amaca yüzünü döndü. Bu şekilde davranarak aslında doğası gereği hareket etmiş oldu. Dr. Ferguson bir yere kadar kaderciliği benimsemişti; fakat kendisine ve hatta Tanrı’ya güvenmesini sağlayan, kaderciliğe kısmen bağlı olan Ortodoks bir okuldan gelmeydi. Bu yolculukta iradesinin değil de kaderinin onu yönlendirdiğini söylemişti. Dünyayı kendi kendine değil de üzerinde bulunduğu raylar tarafından yönlendirilen bir lokomotif gibi gezdiğini anlatmıştı.

      “Ben yolu takip etmem.” derdi genellikle. “Yol, beni takip eder.”

      Artık okur, doktorun, Kraliyet Coğrafya Cemiyetine girdiğinde karşılaştığı büyük tezahürat karşısında bu denli sakin kalmasına şaşmayacaktır. Tüm bu değersiz şeylerin üstündeydi; kibirsiz ve caka satmaya gerek duymayan biri… Sir Francis M....’nin kendisine sunduğu teklife dünyadaki en basit şeymişçesine tepeden baktı ve yarattığı inanılmaz etkiyi neredeyse fark etmedi bile.

      Oturum bittiğinde doktor, Pall Mall’daki Seyyahlar Kulübüne götürüldü. Şerefine görkemli bir eğlence hazırlanmıştı. Servis yapılan tabakların boyutları, ağırlanan konuğun önemine göre ayarlanmıştı. Bu inanılmaz yemekte servis edilen mersin balığı da Dr. Ferguson’ın ta kendisinden bir inç3 bile kısa değildi.

      Afrika’daki keşifleri sebebiyle isimlerini şanlı kılmış bu seçkin misafirler, sınırsız çeşitlilikte ekmek ve şaraba boğuldu. Konuklar, İngilizlerin güzel âdetine göre alfabetik sırayla tüm misafirlerin şerefine kadeh kaldırdı. Hatırlanan ve şerefine kadeh kaldırılanlar: