derecede benziyordu. Endamı altı İngiliz ayağından uzundu ve asaletle hareketliliği beraber barındıran bu vücut, aynı zamanda Herkül’ün gücünden de nasibini almıştı. Güneşten kararmış bir yüz, parlak siyah gözler, cesaretin doğal havası… Sonuç olarak tüm varlığında hissedilen sağlam, metin ve güvenilir bir şey, daha ilk görüşte her şeyi anlatıyordu.
Bu arkadaşlık, Hindistan’da, her ikisinin de aynı birliğe bağlı olduğu dönemde şekillendi. Dick fil ve kaplan avlarken Samuel böcek ve bitki araştırıyordu. Her biri kendisini alanında uzman olarak değerlendirirdi. Öyle ki doktor, bulduğu nadir bir bitkinin, zorlu bir avda elde edilen fil dişleriyle aynı değerde olduğunu savunurdu.
Bu iki genç adam, ne birbirlerinin hayatını kurtarmak ne de birbirlerine herhangi bir hizmette bulunmak şansına sahip oldular. Fakat sarsılmaz bir dostlukları vardı. Kader bazen onları ayrı koysa da aralarındaki sıcaklık onları hep yeniden bir araya getirdi.
İngiltere’ye döndüklerinden beri, doktorun seyahatleri sebebiyle sık sık ayrı kaldılar ama doktor her eve dönüşünde, kafadarını ziyaret edip misafirperverlik beklemeden evinde birkaç haftayı beraber geçirmeyi bahşediyordu.
Dick geçmişten bahsederken Samuel geleceğe hazırlanıyordu. Biri geriye öteki ileriye bakıyordu. Böylece huzursuz bir ruh, Ferguson’a yön verirken; kusursuz bir dinginlik, Kennedy’yi şekillendiriyordu -ne çelişki ama!
Tibet’ten döndükten sonra doktor yaklaşık iki yıl farklı bir seyahatten söz etmedi. Arkadaşının seyyahlık içgüdülerinin ve serüven açlığının yatıştığını düşünen Dick, durumdan oldukça memnundu. Bu seyahatlerin elbet bir gün kötü sonuçlanacağı inancındaydı. Bir kişinin insanoğluyla nasıl deneyimleri olursa olsun yamyamlar ve vahşi hayvanlar arasında sonsuza kadar rahatça gezinemezdi. İnsanlığa gönül borcunu fazlasıyla ödemiş ve bilim için de yeteri kadar çalışmış bir insan olarak Samuel, artık bu işlerine bir nokta koymalıydı.
Doktorsa bunlara cevap vermiyordu. Kendisi dışında kimsenin anlamadığı garip görünüşlü makinelerle deneyler yaparak, bir öbek rakamla uğraşarak, geceleri kendini esrarlı hesaplara vererek derin düşüncelere dalıyordu. Hâlihazırda bazı harika fikirlerin oluşmaya başladığı anlaşılabiliyordu.
Ocak ayında arkadaşı Londra’ya döndüğü zaman, Kennedy, Aklından ne geçiyor olabilir? diye düşünmekteydi.
Cevabı, bir gün “Daily Telegraph” gazetesine göz gezdirirken buldu.
“Aman Tanrı’m!” diye bağırdı. “Zırdeli, kaçık! Balonla Afrika’yı geçmek ha? Dönüm noktası bu olsa gerek! Son iki senedir aklını kurcalayan, buymuş demek ki!”
Şimdi, sevgili okur, bütün bu ünlem işaretlerini atıp yerlerine hızlıca masaya vurulan yumruklar koyarsanız, Dick’in konuşurken nasıl bir durumda olduğuna dair bir fikriniz olabilir.
Evinin her işini gören yaşlı Elspeth, her şeyin bir kurmaca olabileceğini söyleyecek oldu ama
“Hiç de değil!” diye gürledi. “Ben malımı bilmez miyim? Tam da onun işi değil mi? Havada seyahat ha? Şimdi de kartalları mı kıskanıyor? Hayır! Seni temin ederim onu durdurmanın bir yolunu bulacağım! O… Onu biraz yalnız bırakırsak, yakında aya gitmeye de kalkar!”
Hemen o akşam, yarı telaşlı yarı bezgin bir hâlde olan Kennedy, trene bindi ve ertesi sabah Londra’ya vardı.
Vardıktan 45 dakika sonra bir araba, onu Dr. Ferguson’ın Soho Meydanı, Greek Caddesi’ndeki küçük evinin kapısında indirdi. Gecikmeden birkaç adımda kapıya ulaştı ve beş kez kuvvetlice kapıya vurarak geldiğini belirtti.
Kapıyı bizzat Ferguson açtı.
“Dick! Sen mi geldin?” dedi fakat çok da şaşırmamıştı.
“Evet ta kendisi!” oldu gelen yanıt.
“Sen, benim canım dostum, av mevsiminin tam ortasında Londra’ya mı geldin?”
“Evet, burdayım işte. Londra’da!”
“Seni buraya ne getirdi bakalım?”
“Akla gelen gelmiş geçmiş en büyük çılgınlığı engellemeye geldim!”
“Çılgınlık mı?” diye sordu doktor.
“Gazetede yazılanlar doğru mu?” diye devam etti Kennedy, bir yandan da elinde bahsi geçen makalenin olduğu gazeteyi sallıyordu.
“Ah, demek bundan bahsediyordun! Bu gazeteler gerçekten çok geveze! Önce bir otur şöyle, sevgili dostum.”
“Hayır, oturmayacağım! Yani şimdi gerçekten bu yolculuğa çıkmayı mı planlıyorsun?”
“Tabii ki! Tüm hazırlıklarım yolunda gidiyor ve ben…”
“Nerede şu eşyaların? Hele bir elime geçirsem! Hepsini öyle bir hâle yola koyarım ki!” Bizim kibar İskoç’umuz benzersiz bir öfke patlaması yaşıyordu.
“Sakinleş, Sevgili Dick!” diye söze girdi doktor. “Öfkeni anlıyorum çünkü seni yeni projemden haberdar etmedim.”
“Yeni projem diyor bir de!”
“Çok meşguldüm.” diye devam etti doktor, sözünün bölünmesine aldırış etmemişti. “O kadar çok şeyle ilgilenmem gerekti ki! Ama sana yazmadan kesinlikle yola koyulmayacaktım.”
“Öyle mi! Gerçekten çok onur duydum!”
“Çünkü niyetim seni de yanımda götürmekti.”
Bu laf üzerine, İskoçyalı öyle bir sıçradı ki bir dağ keçisi bile bu sıçrayışı beğenmezlik edemezdi.
“Oh, yani sen ikimizi de Bedlam’a7 göndertecektin!”
“Sana gözüm kapalı güvenirim ve bilirsin seni diğer insanlardan hep ayrı tutmuşumdur.”
Kennedy’nin şaşkınlıktan dili tutulmuştu.
“Beni on dakika dinlersen…” diye ekledi doktor. “Bana teşekkür edeceksin.”
“Sen gerçekten ciddi misin?”
“Çok ciddiyim.”
“Peki seninle gelmeyi reddedersem?”
“Etmeyeceksin.”
“Edeceğimi varsayarsak?”
“O zaman yalnız giderim.”
“Şöyle oturalım.” diye ekledi Kennedy. “Ve heyecanlanmadan konuşalım. Dalga geçmeyi bıraktığın anda bu konuyu tartışabiliriz.”
“O zaman kahvaltıda tartışalım Sevgili Dick, tabii bir sakıncası yoksa?”
İki arkadaş üzerinde kocaman bir tabak kızarmış ekmek ve büyük bir çaydanlık olan küçük masaya karşılıklı oturdular.
“Sevgili Samuel!” diye söze başladı avcı. “Senin projen bir delilik! Olanaksız! Akıl kârı olan hiçbir şeyle uzaktan yakından alakası yok!”
“Ama denediğimiz zaman işin içyüzünü anlayacağız.”
“Fakat tam olarak nasıl olacağından bile emin olmadığın bu yolculuğa çıkmayı deneyemezsin!”
“Peki neden, söyler misin bana?”
“Şey… Riskler ve zorluklar!”
“Zorluklar…” diye ciddi bir tavırla cevapladı Ferguson. “Üstesinden gelmek için varlar. Risklere ve tehlikelere gelince; onlardan kaçabilmekle kim övünür? Hayatta var olan her şey tehlikelidir; bir kişinin kendi masasında oturması bile tehlikeli olabilir ya da kafana kendi