bıraktım seni.”
“Şimdi bir şeyler getir de yiyeyim, sonra konuşuruz. Çok acıktım, çok susadım.”
Ulduz gitti, yiyecek içecek getirdi. Karga Bey biraz bir şeyler yedi, “Sen de annemin peşinden gittin diye düşündüm.” dedi.
“Annen nereye gitti?”
“Hiçbir yere! Üvey annen o kadar dövdü ki sonunda öldürdü onu. Ya çöplüğe atmıştır ya da başka bir yere.”
Ulduz ağlayacaktı, ama tuttu kendisini:
“Ne kadar acı bir ölüm! Köpekler şimdiye kadar bedenini parçalayıp yemişlerdir!”
“Hayır, biz kargaların eti acıdır, hiçbir canlı yiyemez bizi. Hele köpekler, cesaret edip de dişlerini bile geçiremezler etimize. Bu yüzden cesedimiz o kadar uzun süre yerde kalır ki en sonunda çürüyüp dağılır. Şimdi annemin cesedi de ya bir çöplükte veya başka bir yerde öylece duruyordur, çürümeye başlamıştır.”
Ulduz artık kendini tutamadı daha fazla, kendini koyverdi ve ağlamaya başladı. Minik karga da ağlamaya koyuldu. Ulduz sonunda, “Şimdi üvey anne gelir, bizi görmesin, hamama gittiği vakit yeniden gelirim yanına.” dedi.
Kümesin kapısını kapattı ve yatağına gidip, yorganın altına girdi. Üvey anne geldi, hamam bohçasını aldı ve gitti. Ulduz, bu sefer rahat bir şekilde kargacığın yanına gitti. Güzel ve güneşli bir havaydı Karga Bey’i güneşe çıkardı. Güneş iyice ısıtsın diye, kümesin kapısını da açık bıraktı ardından.
Karga Bey kanatlarını açıp silkeledi, gagasını yerde sağa sola doğru sürttü:
“Gerçekten de Ulduzcuğum, özgürlük ne kadar güzel bir şeymiş!”
Ulduz bir ah çekti:
“Sabah erkenden niye gelmişti annen, anlayabildin mi sen?”
“Doğrusu, beni götürüp uçmayı öğretecekti, onun için gelmişti. Gün doğarken yanıma geldi ve ‘Bugün uçma günü.’ dedi. ‘Kardeşlerinle beraber size uçmayı öğreteceğim. Sen de muhakkak gelmelisin, sonra geri getiririm seni buraya.’ ‘Peki Ulduz’a haber vermeyecek misin?’ diye sordum. Annem de sana haber vereceğini söyledi. Sonra kapıyı kapattı, sana haber vermeye gitti. Biraz vakit geçti, sen dışarı çıkmadın. Ben kümesin içindeydim. Sonra ‘Tut, Yakala!’ diye sesler işittim. Annem çığlıklar atıyordu, gak gak gak… İçim parçalandı. Annem, ‘Bu dünyada yaşamak bizim de hakkımız değil mi? Neden her istediğimizle dostluk kuramayalım?’ diye bağırıyordu. Kapının altındaki boşluktan dışarı baktım, üvey annen benim anneme tuzak kurmuş, kalburla yakalamıştı. Annemin ne dediğini anlayamayacağını tahmin edersin zaten.”
Ulduz sabırsızca sordu sonrasında ne olduğunu.
Karga Bey:
“Sonra da annemi bir iple bağladı, dut ağacına astı. Annem çırpınırken gagasıyla, üvey annenin yüzünü gagalayıp yaraladı. O zaman kadın iyice çıldırdı ve annemi sopayla dövmeye başladı.”
“Anne Karga başka bir söz söylemedi mi?”
“Söyledi tabi. Ey akılsız kadın, sen kargaların hırsızlık etmekten hoşlandıklarını mı sanıyorsun? Kendi karnımı ve yavrularımın karnını doyurabilecek kadar yiyeceğim olsa, yine de hırsızlık edecek kadar hasta ve akılsız mı olduğumu sanıyorsun? Kendi dolu midenize bakıyorsunuz, herkesi de kendiniz gibi tok sanıyorsunuz!” dedi.
Karga Bey sustu. Ulduz hıçkırıklarını dindirip sordu:
“Sonra ne oldu?”
“Sonra sen dışarıya çıktın. Üzerinde sadece bir gömlek vardı. Sonrasını da sen kendin biliyorsun zaten…”
Bir süre ikisi de sustu, konuşmadılar.
Ulduz:
“Şimdi Anne Karga gitti ve her şey bitti! Ne yapacağız bundan sonra?”
“Benim uçmayı mutlaka öğrenmem lazım.”
“Doğru diyorsun. Ben hep kendi derdime düştüm.”
“Ah keşke babam, kardeşlerim, büyük annem bilseydiler nerede olduğumu…”
“Evet. Yardımımıza gelirlerdi.”
“Annemin ne söylediğini biliyorsun, birkaç güne kadar uçmayı öğrenmem şart, yoksa ölürüm. Vakti tam olarak biliyor musun?”
Ulduz parmaklarıyla bir hesap yaptı:
“Altı günümüz var en fazla.”
“Sence ne yapmalıyız şimdi?”
“İstersen seni Yaşar’a vereyim, o da götürüp kırlarda uçmayı öğretsin sana. Ne dersin?”
“Yaşar da kim?”
“Hemen sol taraftaki komşumuz.”
“İyi bir çocuksa, benim bir itirazım yok.”
“Hem iyi bir çocuktur, hem de iyi bir sırdaştır. Ama nasıl haber vereceğiz ona?”
“Hemen dama çık, söyle gelip alsın beni.”
“Ama şimdi olmaz, okula gitti.”
“Okul mu? Birkaç günden beri yaz tatiline girdik artık!”
“Aslında doğru diyorsun. Üvey annem kandırdı bizi. Okullar tatil oldu şimdi. Ben dama çıkıyorum, sen buradan bir yere ayrılma.”
Tam merdivenin ikinci basamağına adımını atmıştı ki sokaktan ayak sesleri duyuldu. Ulduz hemen dönüp, kargayı kümese götürdü, kapısını kapattı. Kendisi de odasına gitti, yorganın altına girdi ve gözlerini bahçeden tarafa çevirdi.
Bir köpek havlaması duyuldu. Ardından kapı gıcırdadı. Baba eve geldi, ardından da amcası. Babasının küçük kardeşi… Kara köpek de onların arkasından bahçeye daldı. Köpeğin ipi amcasının elindeydi.
Baba:
“Artık hiçbir karga bu evden içeri adımını atamaz.”
Amca:
“Kış geldiğinde gelip geri götürürüm köpeği.”
“Olsun, tamam. Kışın zaten köpeğe ihtiyacımız olmaz.”
“Ulduz nerede? Yengeyle birlikte mi gitti?”
“Yok, hastalandı. Uyuyor şimdi.”
Köpeğin ipini dut ağacına bağladıktan sonra, odaya geldiler. Ulduz amcasını severdi. En çok da, annesinin köyünden geldiği için severdi onu.
Amcası, Ulduz’a hâl hatır sordu, ama annesiyle ilgili bir şey demedi. Babası, önceki karısından yanında bahsedilmesinden hoşlanmazdı.
Amcası, ağabeyine işe gidip gitmeyeceğini sordu. Babası da izin alıp geldiğini, zaten vaktin de geçmiş olduğunu söyledi.
Bunun ardından, sohbet yine köpeğe ve kargalara kaydı. Babası, durmadan kargaların kötülüklerinden bahsediyor, onları kötülüyordu. Mesela şöyle diyordu:
“Kargalar, pis, hırsız ve korkak hayvanlardır. Gelip hırsızlık ederler, ama birini de görürseler eğilip taş veya bir şey alırken, hemen korkup kaçarlar.”
Vakit öğleni bir saat geçmişti. Üvey anne geldi. Köpek onu görünce önce bir havladı, ama sonra amca pencereden seslenince, o da sesini kesti.
Kadın, kayınbiraderine bakmadı. Amca da onun yanındayken hiç başını kaldırmadı ve yengesinin yüzüne hiç bakmadı. Ulduz sessizce oturuyor, amcasının yüzüne bakıyordu. Birdenbire,
“Amca, giderken köpeği de yanında