Джейн Остин

Akıl ve Tutku


Скачать книгу

gördüğünü anlatmıyor muydu? Çok iyi anlaşmıyor muyduk? Her gün bakışlarıyla, tavrıyla, özeni ve içten saygısıyla rızamı almıyor muydu? Elinor’cuğum sözlendiklerinden nasıl şüphe edebiliyorsun? Böyle bir düşünce nasıl aklına gelebilir! Kız kardeşinin aşkından emin olduktan sonra Willoughby’nin onu terk etmesini veya ilanıaşk etmeden, belki de aylarca ondan ayrılabileceğini nasıl düşünebiliyorsun? Birbirlerine güven vermeden ayrılacaklarını…”

      “İtiraf edeyim…” dedi Elinor, “Tek bir şey dışında her hâlleri sözlendiklerini gösteriyor. O da ikisinin de bu hususta tamamen suspus olması ki bu benim için tüm diğer şeylerden daha önemli.”

      “Çok tuhaf! Aralarında açıkça yaşanan her şeyden sonra beraberliklerinin dayandığı noktalardan şüphe edebiliyorsan Willoughby’yi değersiz biri olarak görüyor olmalısın. Sence kardeşine bunca zaman numara mı yapıyordu? Gerçekten onu umursamadığını mı düşünüyorsun?”

      “Hayır, öyle diyemem. Onu seviyor olmalı ve eminim seviyordur.”

      “Senin bakış açınla, eğer onu böyle umursamadan geride bırakabiliyorsa, geleceğe bu denli aldırmaz olabiliyorsa, biraz garip bir sevgi tarzı var, değil mi?”

      “Bu konuya hiçbir zaman kesin gözüyle bakmadığımı hatırlamalısın anneciğim. Evet, şüphelerim vardı ama şimdi daha da azaldılar hatta yakında yok olabilirler. Şayet mektuplaştıklarını öğrenirsek tüm korkularım son bulacaktır.”

      “Ne yüce bir itiraf! Onları ancak sunakta gelinlik ve damatlık içinde görürsen evleneceklerini düşünürsün değil mi? Çok zalimce! Ben böyle bir kanıta gerek görmüyorum. Şüpheye mahal verecek hiçbir şey olmadı, gizli kapaklı işlere başvurulmadı, her şey apaçık ortadaydı. Kardeşinin arzularından şüphe edemezsin. O hâlde Willoughby’den emin değilsin. Ama neden? Bir namussuzluğunu, duygusuzluğunu mu gördün? Seni tedirgin eden bir tutarsızlığına mı şahit oldun? Aldatabilir mi sence?”

      “Umarım öyle değildir, hiç sanmıyorum!” diye bağırdı Elinor, “Willoughby’yi seviyorum, gerçekten seviyorum, onun dürüstlüğünden kuşku duymak en az senin kadar bana da acı veriyor. Elimde değil, bilerek yapmıyorum. Bu sabah hareketlerindeki değişimden ürktüm, kabul ediyorum; hiç kendi gibi konuşmuyordu ve senin nezaketine hiçbir karşılık vermedi. Ama tüm bunlar senin bahsettiğin şekilde açıklanabilir. Kardeşimden henüz ayrılmış, onun büyük bir kederle kendisinden uzaklaştığını görmüştü; Bayan Smith’in tepkisini çekmemek için buraya dönme arzusuyla savaşmak zorundaydı belki ama senin davetini geri çevirip, buradan epey bir süre uzakta olacağını söylerken ailemize karşı sadakatsiz ve şüpheli göründüğünün farkında olup utanmış ve rahatsızlık hissetmiş olmalı. Böyle bir durumda açıkça yaşadığı zorluklardan bahsetmesi onun şerefine daha çok yakışırdı, karakterine daha çok uyardı fakat kendi yargılarımdan farklı veya doğru bildiğimin dışında diye, bağnaz bir düşünceyle, başkalarının tutumuna karşı çıkacak değilim.”

      “Çok doğru söyledin. Willoughby kesinlikle şüphelenilmeyi hak etmiyor. Çok uzun zamandır tanımıyoruz onu fakat bu çevre için yabancı değil; bir kişi onu kötülemek için bir söz söyledi mi? Bağımsız hareket edip hemen evlenebilecek bir durumda olsaydı birdenbire hiçbir şey söylemeden gitmesi elbette garip olurdu lakin durum böyle değil. Bu sözlenme, çok büyük bir saadetle başlamış da sayılmaz çünkü görünüşe bakılırsa ufukta henüz bir evlilik yok; bu yüzden mahremiyet bu ilişki için elzem bile sayılabilir.”

      Margaret’ın içeri girişiyle sustular ve Elinor, annesinin söylediklerini düşünme fırsatı buldu; birçoğunun ihtimal dâhilinde olduğunu kabul etti ve hepsinin doğru olmasını umdu.

      Akşam yemeğine kadar Marianne ortalıkta gözükmedi, yemek vakti odaya girdi ve tek kelime etmeden masadaki yerine oturdu. Ağlamaktan gözleri şişmiş ve kızarmıştı, o sırada bile gözyaşlarını zor tutuyor gibiydi. Kimseyle göz göze gelmemeye çalıştı, ne konuştu ne de yemek yedi ve bir süre sonra annesi şefkatle elini tutunca kalan ufacık metaneti yıkıldı ve gözyaşları içinde odadan çıktı.

      Tüm akşam boyunca büyük bir teessür içindeydi. Hiç dermanı yoktu; kendini kontrol etmek gibi bir arzusu da olmadığından Willoughby’yi andıran en ufak bir şey onun bir anda dağılmasına neden oluyordu; bütün aile büyük bir endişeyle onun iyi olması için çaba sarf ediyordu fakat ağızlarını açtıkları anda onu hatırlatmayan herhangi bir şeyden bahsetmek bile mümkün olamıyordu.

      16

      Willoughby’den ayrıldığı ilk gece gözüne uyku girseydi Marianne kendini affedemezdi. Yatağa girdiği andan daha dinç bir şekilde kalksaydı ertesi sabah ailesinin yüzüne bakmaya utanırdı. Fakat bu duyarlılığı utanç verici bir şey yapa n hisler onu buna maruz kalma tehlikesi içinde bırakmadı. Tüm gece uyanıktı ve büyük bir kısmı ağlayarak geçmişti. Baş ağrısıyla uyandı, konuşacak hâli yoktu ve yemek yemeyi reddediyordu; annesi ve kız kardeşlerine eziyet ediyor, onları herhangi bir teselli çabasından kesin bir şekilde menediyordu. Hassasiyetini en yüksek mertebede yaşıyordu.

      Kahvaltıdan sonra tek başına dışarı çıktı ve Allenham köyü civarında dolandı, kendini güzel anılarına bıraktı ve bütün sabah bugünkü hüsranına ağlayıp durdu.

      Akşam da aynı hezeyanlar içinde geçti. Eskiden Willoughby’ye çaldığı tüm şarkıları, seslerinin birlikte yükseldiği tüm parçaları bir kez daha çaldı ve Willoughby’nin onun için yazdığı müzik satırlarına gözlerini dikip piyanonun başında oturdu; ta ki daha fazla ızdıraba artık yüreği dayanamayacak hâle gelene kadar; bu kederle beslenme rutini her gün devam etti. Her gün kederiyle beslenme rutini devam etti. Saatlerce piyanonun başında oturup ya ağlıyor ya da şarkı söylüyordu; gözyaşlarından dolayı sık sık sesi kesiliyordu. Tıpkı müzikte olduğu gibi kitaplarında da geçmişiyle bugününün arasındaki zıtlığın sebep olduğu ızdırabı aradı. Eskiden beraber okuduklarının dışında hiçbir şey okumuyordu.

      Bu denli güçlü bir ızdırap elbette sonsuza dek süremezdi; birkaç gün içinde yerini daha sakin bir hüzne bıraktı fakat günlük rutini; yalnız başına yürüyüşleri, sessizce düşünmeleri yine keder dalgaları yarattı.

      Willoughby hiç mektup göndermedi; zaten Marianne de göndermesini beklemiyor gibiydi. Annesi şaşkındı, Elinor tekrar rahatsız oldu. Yine de Bayan Dashwood ne zaman ihtiyacı olsa en azından kendini rahatlatmaya yetecek açıklamalar bulmaya devam etti.

      “Hatırlasana Elinor…” dedi, “Devamlı olarak Sör John postadan mektuplarımızı getirip götürüyor. Gizlilik gerekli olabilir diye konuştuk zaten; eğer mektupları Sör John’un elinden geçecekse gizliliğin korunamayacağını aklımızdan çıkarmamalıyız.”

      Elinor haklı olduğunu biliyordu ve bunu sessizliklerini makul kılabilecek bir bahane olarak görmeye çalıştı. Fakat gerçekte ne olup bittiğini öğrenmenin, tüm gizemi ortadan kaldırmanın ona göre oldukça açık, basit ve münasip bir yöntemi vardı ki bundan annesine bahsetmeden duramadı.

      “Neden hemen şimdi Marianne’e Willoughby ile sözlenip sözlenmediğini sormuyorsun?” dedi, “Senin, annesinin, kibar ve anlayışlı annesinin böyle bir soru sorması onu gücendirmez. Ona gösterdiğin sevginin doğal bir sonucu bu. Eskiden gizlediği hiçbir şey olmazdı, özellikle de senden.”

      “Hayatta böyle bir soru sormam! Düşünsene bir de sözlenmemişlerse kim bilir ne kadar da üzülür. Her hâlükârda çok yaralayıcı olur. Onu şimdilik herkesten gizlenmesi gereken bir şeyi itiraf etmeye zorlarsam bir daha asla güvenini kazanamam. Marianne’i tanırım. Biliyorum ki beni çok sever ve şartlar uygun olduğunda da durumun açıklanacağı son kişi olmam.