olduğu yaşlı bir kadın akrabasını ziyaret etmek için geldiğinde kaldığını söyledi ve ilave etti: “Evet evet, şunu söyleyebilirim ki elde etmeye değer biri. Somersetshire’da sevimli, küçük bir arazisi var. Bu tepede düşmelere rağmen onu küçük kardeşime bırakmazdım sizin yerinizde olsam. Bayan Marianne bütün erkekleri kendine ayırmayı düşünmemeli. Dikkatli olmazsa Brandon’ı kıskandırabilir.”
Bayan Dashwood gülümseyerek “Bay Willoughby’nin, kızlarımdan birinin elde etmek dediğiniz türden girişimleriyle rahatsız edileceğini düşünmüyorum. Ben onları bu şekilde yetiştirmedim. Erkekler bizimleyken güvendedir merak etmeyin; ne kadar zengin olurlarsa olsunlar. Bununla birlikte, söylediklerinize göre, arkadaşlık edilebilecek saygın bir delikanlı, bunu öğrendiğime memnun oldum.”
“Gelmiş geçmiş en iyi adamlardan biridir.” diye tekrarladı Sör John. “Geçen yılbaşında parktaki küçük bir eğlencede bir kez bile oturmadan saat sekizden dörde kadar dans etmişti.”
Marianne’in gözleri parladı. “Gerçekten mi? İsteyerek mi? Zarif miydi?”
“Evet. Hatta ertesi gün saat sekizde kalkıp ava çıkmıştı.”
“Tam istediğim gibi! Genç bir adam işte tam da böyle olmalı. Uğraşı ne olursa olsun, arzularıyla hareket edebilmeli. Yorgunluk nedir bilmemeli!..”
“Ya, ya… Mesele anlaşıldı. Şimdi kapağı ona atacaksın ve zavallı Brandon umurunda bile olmayacak.” dedi Sör John.
Marianne içten bir tavırla, “Bunlar hiç hoşlanmadığım tarzda konuşmalar Sör John. İğneleme amaçlı her türlü ifadeden tiksiniyorum; ‘kapağı atmak’ veya ‘elde etmek, tabirleri de en iğrenç olanları. Hiç de hoş anlamları olmayan densiz şeyler; uyduruldukları zaman hoşa gitmiş olabilir ama zaman içinde tüm bu hoşlukları yok olmuş.”
Sör John bu kınamayı pek anlamadı fakat anlamış gibi katıla katıla güldü ve “Mutlaka bir yolunu bulup birilerinin gönlünü çalacaksınız. Zavallı Brandon! Çoktan sana vuruldu. Tüm bu sendeleme ve bilek burkmalara rağmen, size şunu söyleyebilirim ki o da kapak atılabilecek biri.” diye cevap verdi.
10
Margaret’ın pek uygun düşmese de incelikli bir şekilde Marianne’in koruyucusu ilan ettiği Willoughby, şahsen bilgi edinmek için ertesi sabah erkenden kır evine geldi. Bir önceki gün Sör John’un, onun hakkında söylediklerinin ve kendi minnettarlığının yarattığı tatlılıkla Bayan Dashwood, Willoughby’yi büyük bir nezaketle karşıladı; bu ziyaret süresince her şey, Willoughby’nin, bir kaza sayesinde tanıdığı bu ailenin sağduyulu, zarif, birbirine bağlı ve müreffeh olduğuna dair inancını pekiştirdi. Çekiciliklerinden emin olmak için başka bir görüşmeye gerek duymamıştı.
Elinor Dashwood’un zarif bir yüzü, düzgün hatları ve oldukça hoş bir fiziği vardı. Marianne daha da güzeldi. Bedeni ablasınınki kadar orantılı değildi ama boyu açısından daha göz alıcıydı; öyle hoş bir yüze sahipti ki onun için gündelik dilde övgü için kullanılan “güzel kız” tabiri kullanılsa hakikat çoğunlukla olduğundan daha az çarpıtılıyor olmazdı. Esmerce fakat neredeyse şeffaf teni, sıra dışı bir biçimde parlıyordu, hatları düzgündü, gülüşü sevimli ve çekiciydi. Kapkara gözlerinde zevk duyulmadan bakılamayacak bir canlılık, bir heves vardı. Gözlerindeki ifadeyi, başta Willoughby’den -yardımlarını hatırlayıp rahatsızlık duyunca- esirgedi. Fakat rahatsızlığını üzerinden attıktan ve eski neşesi yerine geldikten sonra Willoughby’nin mükemmel görgüsü sayesinde doğallıkla canlılığı birleştirdiğini fark edince, hepsinden önemlisi müzik ve dansa çok düşkün olduğunu duyunca ona öyle beğenerek baktı ki bundan sonraki konukluğu süresince konuşmasının en büyük kısmının kendine yönelik olmasını sağladı.
Keyif aldığı şeylerden bahsetmesi Marianne’i sohbetin içerisine çekmek için yeterliydi. Konu eğlence olunca konuşmadan edemiyordu. Bu konular hakkında konuşulduğu zaman sessiz kalmıyordu; tartışırken ne utangaçlığı ne çekingenliği kalıyordu. Dans ve müzik konusunda zevklerinin aynı olduğu, bunun da dans ve müzikle ilgili her meselede fikir birliği içerisinde olmalarından kaynaklandığı kanaatine vardılar hemencecik. Bundan cesaretle, Marianne, düşüncelerini daha ince ayrıntılarına kadar öğrenmek istedi ve onu kitaplar konusunda sorguya çekmeye başladı; en sevdiği yazarları söyledi, onlardan öyle bir şevkle bahsediyordu ki yirmi beş yaşındaki her delikanlı -daha önce önemsememiş bile olsa- bu eserlerin güzelliğine oracıkta kendini kaptırırdı. Zevkleri hemen hemen aynıydı. Aynı kitaplara, aynı paragraflara bayılıyorlardı; herhangi bir görüş farklılığı veya itiraz olursa Marianne’in savunmaları ve parlayan bakışları söz konusu olunca hepsi ortadan kalkıyordu. Willoughby hep onunla hemfikir oluyor, heyecanını paylaşıyordu; ziyaretin bitmesine daha çok varken bile sanki birbirlerini uzun zamandır tanıyorlarmış gibi yakınlık içinde sohbet ettiler.
Willoughby gider gitmez Elinor, “Marianne, bence bir sabah için oldukça iyi iş çıkardın. Neredeyse her konuda onun görüşlerini öğrenmeyi başardın. Cowper ve Scott hakkındaki fikirlerini de biliyorsun, değil mi? Onları gereğince takdir ettiğini biliyorsun. Pope’a makul bir hayranlık duyduğunu da öğrendin. Fakat bütün sohbet mevzularını böyle alelacele ortaya sererseniz arkadaşlığınızı uzun süre nasıl sürdüreceksiniz? Yakında en sevdiğiniz konuları tüketmiş olacaksınız. Bir sonraki buluşmada resimde güzellik anlayışını, sonraki buluşmada evlilik hususundaki fikirlerini konuşacaksınız, sonra da geriye soracak bir şeyin kalmayacak?”
“Elinor!” diye haykırdı Marianne, “Bu hiç adil değil! Haksızlık bu! Ben o kadar kıt fikirli miyim? Ama ben biliyorum sorunun ne olduğunu! Çok rahat, çok mutlu, çok doğal davrandım; tüm görgü kurallarının dışına çıktım; çekingen, ruhsuz, boş ve yalancı olmam gereken yerde açık yürekli ve samimi davrandım. Yalnızca havadan ve yollardan konuşsaydım, doğru dürüst sesimi çıkarmasaydım şimdi bu azarı işitmezdim.”
Annesi, “Yavrucuğum, Elinor’un söylediklerine kırılmamalısın, sadece latife ediyordu. Yeni ahbabımızla sohbet etmekten aldığın keyfin önüne geçmek isteseydi onu bizzat ben paylardım.” Marianne hemen sakinleşti.
Diğer yandan Willoughby muhabbetlerinden aldığı hazzı açıkça belli ediyordu; samimiyetlerini ileri götürmek istediğini gösteriyordu. Her gün Dashwood’ları ziyarete geldi. Önceleri Marianne’in durumunu kontrol etme bahanesiyle geliyordu ama günden güne büyük bir nezaketle ağırlandığı için bundan aldığı cesaret, artık geçersiz hâle gelmeden çok önce bu bahaneyi gereksiz kıldı. Marianne birkaç günlüğüne eve hapsolmuştu fakat hiçbir hapislik daha az sıkıcı olmamıştır.
Willoughby, güzel nitelikleri, hızlı çalışan hayal gücü, şefkatli tavırlarıyla neşeli ve açık yürekli bir adamdı. Tam Marianne’in gönlüne göreydi; çünkü bütün bu meziyetleriyle sadece cazibeli biri değil, Marianne tarafından uyandırılıp pekiştirilen ve onu Marianne’in hislerine her şeyden fazla yaklaştıran doğal bir ruh enerjisini de kendinde birleştiriyordu.
Zamanla, Willoughby’nin varlığı Marianne’in büyük zevklerinden biri hâline geldi. Birlikte okuyor, sohbet ediyor, şarkı söylüyorlardı; müziğe yeteneği vardı; Edward’da göremediği bir şevkle ve hissederek okuyordu üstelik.
Bayan Dashwood, onun kusursuz olduğu konusunda Marianne ile hemfikirdi; Elinor ise onda şaşmaz bir şekilde kız kardeşine benzeyen ve onu memnun eden, insanları ve şartları umursamadan düşündüğü şeyi her durumda fazlaca söyleme huyundan başka tenkit edecek bir şey görmüyordu. İnsanlar hakkında hemen hüküm vermek ve bunu belirtmek, o an kendini kaptırdığı şeyin keyfine ara vermemek için genel nezaket kurallarını bir kenara itmek, adap kaidelerini hiçe saymakla o ve Marianne