M. Turhan Tan

Lale Devri


Скачать книгу

dökerken zeki yazıcının dediği gibi siyasi âlemin bir gecesi biterek yeni bir gün doğuyordu. Çünkü Babaeski’de karşılaşan iki ordu çarçabuk anlaşmışlar; kucaklaşmışlar ve bir ordu hâlinde Edirne’ye doğru yürümeye başlamışlardı. Bu neticeyi hazırlayan Rami Paşa, her ihtimale karşı nefsini korumak için kaçmış, bilinmez bir köşeye saklanmıştı. II. Mustafa, sersem bir durumda ölümden kurtulmak kaygısına kapıldığından atının başını Edirne’ye çevirmiş bulunuyordu. Kendi sukutunu -herkesten evvel- halka müjdelemek ister gibi bir ulak hızıyla şehre doğru geliyordu.

      Yazıcı İbrahim bu hadiseleri de -dört yana dağıttığı adamları vasıtasıyla- çok erken haber aldı, hemen saraya koştu, veliahdın mahbesine gitti, uykusuz şehzadeyi buldu, ayağına kapandı.

      “Mübarek olsun padişahım, taht u taç size intikal etti. İlk biat eden kulunuzum. Bu şerefi bana nasip eden Allah’a hamdolsun.” dedi.

      Veliaht, bu haberin sahih olup olmadığını sormak isterken dışarıda vaveyla koptu, içeriye hücum başladı. Padişahın kaçıp geldiğini, dairesine kapandığını gören saraylılar, eski efendilerini yüzüstü bırakarak yeni efendilerinin yanına koşuyorlardı, el ve ayak öperek tebriklerini sunuyorlardı.

      Babaeski vakası Edirne’de duyulmuştu, halk sokaklara dökülerek nümayişler yapıyordu, taht üzerindeki değişikliği alkışlıyorlardı. O sırada Çalık Ahmed tarafından yola çıkarılan heyet dahi şehre ulaşmış ve hemen saraya gelerek veliahdın “icma-i ümmet”le padişahlığa çıkarıldığını resmî surette tebliğ eylemiş olduğundan her türlü endişe ve tereddüt ortadan kalkmış oluyordu.

      Artık Sultan III. Ahmed adını almış olan veliaht bu durumda kendini topladı, sarayın adalet köşkü denilen yerinde taht kurulması emrini verdikten sonra sabık padişahla dairelerini becayiş etti, onu mahbesine naklettirerek kendisi harem dairesine geçti ve umumi biat resmini icraya hazırlandı.

      Bu hayhuy arasında Yazıcı İbrahim’in yeri çok gerilerde kalıyordu. Kızlar ağası, silahtar, çuhadar, rikâbdar gibi saray erkânı ve hele Babaeski’den gelen isyan reisleri yanında basit bir yazıcının ne adı anılabilirdi ne sanı. Fakat Sultan Ahmed, büyük bir heyecan içinde bulunmasına ve bir sürü teşrifat zincirleriyle sımsıkı sarılmasına rağmen onu unutmadı. Bir aralık fırsat bulup Yazıcı Halifesi İbrahim Efendi’yi huzuruna getirtti.

      4

      Şeyhülislam Feyzullah Efendi, uyuz bir beygire ters bindirilmiş olduğu hâlde Edirne sokaklarında gezdiriliyor.

      “Üzülüyorum yazıcı, çok üzülüyorum. Yeni doğmuş çocuk gibi şaşırdım kaldım. Dört yanım yabancılarla dolu ancak seni yâr ve sadık bilip işte arattım. Ne etmek, nice davranmak gerek beni irşat et.”

      Muşkaralı köylü, birçok dualar ve senalar yaparak yer öptü, ayak öptü.

      “Şimdilik Çalık Ahmed’e iltifat buyur, asilerle kaynaşıp anlaştığı için Kavanoz Ahmed Paşa’yı vezir edin. İstanbul’da şeyhülislam yapılan hocayı yerinde bırak. Feyzullah ile oğullarını zinhar tesahup etme. Burada kalmayı da isteme, İstanbul’a git.”

      “Başka?”

      “Başka ne dilersen yap fakat bu arz ettiğim şeyleri ihmal buyurma. Fitne yatıştıktan sonra ferman senindir.”

      “Sana nice mükâfat edeyim?”

      “Beni kapında tut, yeter.”

      Sultan Ahmed bu öğütleri dinledi, ilkin asilerin yeniçeri ağalığına getirdikleri Çalık Ahmed’e vezir rütbesi verdi, herifi ağalıktan paşalığa çıkardı. Sonra evkaf yazıcı halifesi İbrahim Efendi’yi, kendi kalemiyle yazdığı bir emirname ile kızlar ağasına kâtip tayin etti. Bu suretle zekâsına hayran, tok gözlülüğüne ve sadakatine emin olduğu akıl kâhyasına, her gün sarayda bulunmak imkânını vermiş oluyordu.

      Yeni ve tecrübesiz padişahın böyle davranması yine kendisi için hayırlı ve isabetli olmuştu. Çünkü sarayın içinde ve dışında tanıdığı yoktu. Kardeşinden miras kalan saray erkânını yerlerinde bırakmaktan başka bir çare de bulamamıştı. Fakat başta Kızlar Ağası Abdurrahman olmak üzere bu erkânın hiçbirine itimat edemiyordu. Bilhassa Abdurrahman Ağa’yı tarassut altında tutmak istiyordu. Zira yüzlerce harem ağası onun emri altında idi, bütün kadınlar ve kızlar yine onun idaresine bağlıydı, içine ne kuş ne horoz girmesine imkân olmayan haremin anahtarları da Abdurrahman’ın elinde bulunduğu için padişah bu adama karşı son derece uyanık bulunmak zorunda idi.

      Koca bir isyan ordusunun evler basıp çarşılar yağma ettiği, şunu bunu öldürdüğü ve taht devirdiği sırada sarayın ve harem dairesinin emniyetini korumak için ancak bu tedbiri düşünebilmiş, İbrahim Efendi’yi kızlar ağasının yanına yerleştirmişti. Bu zeki adamın her şeyi göreceğine, sezeceğine kanaati vardı. Aynı zamanda onu yanı başına, haremin eşiğine getirmiş oluyordu.4

      Artık “Yazıcı Efendi” diye anılmaya hak kazanan İbrahim, bu yakınlıktan istifade etmeyi ihmal eylemedi. Sık sık huzura çıkarak taşra ahvalinden efendisine haberler götürmeye koyuldu. Akıllı yazıcı, ordu durumu hakkında en mevsuk bilgileri taşımakla iktifa etmiyordu, isyan sergerdelerinin kurdukları tahakküm şebekesini kırmak için yollar, çareler de gösteriyordu. Fakat kendisi son derece ihtiyatlı olduğundan efendisini de ihtiyatlı davranmaya alıştırıyor ve bütün hamlelerin İstanbul’a dönüşten sonra yapılması fikrini ileri sürüyordu.

      Henüz kendine çekidüzen veremeyen hapsettiği kardeşinin lehine şurada veya burada bir hareket vuku bulmasından da korkan Sultan Ahmed, yolculuk sırasında nahoş bir duruma düşüp de tahtını kaybetmemek için İstanbul’a gitmeyi geciktirmek azminde idi. Yolda baskına uğramaktan endişe ediyordu. İşte bu sırada sabık şeyhülislamın öldürülmesine teşebbüs olundu ve Edirne şehri bütün tarihinde görmediği bir manzara karşısında kaldı.

      Devlet haini, millet haini olarak ilan ve ölüme mahkûm edilmiş olan Şeyhülislam Feyzullah Efendi -yukarıda da işaret olunduğu üzere- Ağakapısı’nda mahpustu. Daha evvelki devirlerde iki şeyhülislamın öldürülmüş olmasına rağmen kendini pek de tehlikede görmüyordu. Çünkü ulemanın peygamberlere vâris olduğuna herkesin inandığını biliyordu ve bu inancın her tehlikeye siper olacağını umuyordu.

      Fakat Çalık Ahmedler, Sipahi Karakaşlar, Yeniçeri Toracanlılar, Cebeci Küçük Aliler, en büyük bir hocayı öldürmekle hocalar güruhuna gözdağı vermek ve güruhun herhangi bir sebeple kendi aleyhlerine ağız açmalarını önlemek istiyorlardı. Yine onlar, sarıklarına bile el değdirilmesi büyük bir günah sayılan hocaların en büyüğünü öldürmek suretiyle, padişahı da korkutmak emelini güdüyorlardı. İsyan başlangıcında Feyzullah Efendi’yi hain olarak ilan ettiklerine göre bu işi yapmak kendilerince bir siyaset borcuydu da…

      Yalnız usule riayet lazımdı. Padişahtan müsaade almak ve şeyhülislamın ilmî rütbesi üzerinden alındıktan sonra canına kıymak icap ediyordu. İsyan elebaşıları bu pek basit zahmeti ihtiyar etmekten çekindiler, kendi hükümlerini yine kendileri bizzat infaz etmeye kalkıştılar ve koca şehri velveleye verdiler.

      Sultan Ahmed, Ağakapısı’na hücum edildiğini ve şeyhülislamın isyancılar tarafından alındığını duyunca Yazıcı Efendi’yi getirtmiş ve asiler arasına girerek ne haltlar edildiğini gözüyle görüp kendisine söylemesini emretmişti.

      Harpten, darptan son derece nefret eden bu adam, Avcı Sultan Mehmed’in ve o da Deli İbrahim’in oğlu idi. Deli İbrahim ise -meşhur olduğu üzere- adam öldürtmekten ve öldürülen kimselerin can çekişini seyretmekten -çıldırasıya- zevk alırdı. Sultan Ahmed, dedesinin bu zevkine