Мемдух Шевкет Эсендал

Bizim Nesibe


Скачать книгу

dedi. “Bakan yok, eden yok. Herifi içeriye de almıştır!”

      Kız kardeşim kızdı:

      “Canım anne!” dedi. “Niçin içeri alsın? Kendi dışarı çıkmıyor mu?”

      Annem:

      “O da sizin marifetiniz.” dedi. “Bir düğme alınacak olsa gel Nesibe… Şimdi bulun da yollayın bakalım.”

      Yengem söze karıştı:

      “Aklına koymaya görsün.” dedi. “Küpe koysan gene yapar.”

      Eniştem de:

      “Muayene ettirmeli.” diye ortaya bir laf attı.

      Kız kardeşim:

      “Ne muayenesi, nasıl muayene?” diye sordu.

      “Bayağı muayene…”

      Anam da körükledi:

      “Bundan her şey umulur!” dedi.

      Dayanamadım.

      “Canım.” dedim. “Bu da lakırtı mı? Kız evlenmek için sizden izin istiyor. Ne diye muayeneye yollayacaksınız? Bize gülerler. Bize düşen izin vermektir. Biraz bir kırıntı verirseniz o da sizin hanımlığınız.”

      Annem:

      “Bizim hanımlığımızı isteyen kocayı kendi bulmazdı.” dedi.

      “Siz buldunuz da varmadı mı?” dedim.

      “Arkasından atlı mı kovalıyordu?” dedi. “Elbet birini bulurduk!”

      “Daha iyi ya sizi zahmetten kurtardı.” diyecektim, odaya ağabeyim girdi. Yemek getirilmesi için Nesibe’ye seslendiler. Yemekten sonra da misafirimiz oldu.

      Ertesi sabah Nesibe odama tıraş suyu getirmişti.

      “Ne o? dedim. “Uğurlu kademli olsun, kocaya varıyormuşsun?”

      Yere baktı sustu.

      “Nasıl, oğlan genç mi?” diye sordum.

      “Genç.” dedi.

      “Kaç yaşında?” dedim.

      “Bilmem.” dedi.

      “Ne iş yapıyor?” diye sordum.

      “Ayak satıcısı.” dedi.

      “Ne alıp satıyor?” dedim.

      “Ne olursa…” dedi. “Kitap satıyordu, şimdi esans kokuları satıyor.”

      Anladım. Vardır ya eskiden hacı yağı, gül yağı, kalemis1 yağı, tarçın, karanfil yağları satarlardı. Şimdi esans satıyorlar, onlardan biri olacak. Yahut Köroğlu, Battalgazi, Kankalesi, Kerem ile Aslı, Tahir ile Zühre, enamlar, Mushaflar, dua kitapları satan, köy köy dolaşanlar vardı ya onlardan biri olacak.

      “Oğlanın evi var mı?” diye sordum.

      “Bir odası var.” dedi.

      “E, kimin nesi olduğunu öğrendin mi?” dedim.

      “Kim sorup anlayacak Küçük Bey.” diyor. “Bir yeri var işte…”

      Acıdım. Eskiden çocuktu, oyunu bıraksın da ev işi görsün diye hırpalarlardı. Gene de bizleri sever görünür. Şimdi evin her işi onun üstündedir. Eskiye bakarak çok hoş kullanıyorlar ama biraz süslenmek istese, başına bir çiçek takacak olsa yahut ne bileyim başka bir süs yapsa hoş görmez, arkasından olsun söylenirler. Bizim evin hizmeti kolay değildir. Bizim hanımlar hem çalışmazlar hem de titizdirler. Bir masanın üstünü biraz tozlu görseler sinirlenir, söylemedik söz bırakmazlar. Acıklı bir şey olmuş gibi cıyak cıyak bağrıştıkları da olur. Bu böyle giderse bir gün gelecek Nesibe de onlara bağıracaktır. Bunu bizimkiler anlamazlar. Ama boğaz tokluğuna çalışan, bir evin temizliğine bakan, yemeğini pişiren, bulaşıklarını, çamaşırını yıkayan; cebi, sandığı sepeti de boş olan bir adam, elbette günün birinde söz sahibi olur; hanımların yüzlerine karşı da bağırır. Ben bunun belirtilerini gördüm.

      “Şu kıza biraz para verin.” diye de çok söyledim. Beni anlamadılar.

      “Canım bu kız giderse bunun yerine tutacağınız hizmetçiye bir para verecek değil misiniz? O parayı, hiç olmazsa yarısını bu kıza verin, size istekle çalışır.” dedim. Beni dinlemediler. Şimdi kız bizim evden kurtulmak istiyor. Bizimkiler de köpürüyorlar. Köpürsünler bakalım… Bereket versin taşkınlıkları çok sürmedi. Nesibe’nin kendi göbeğini kendi kesmeyi kararlaştırdığını anlayınca yatıştılar, eskisi kadar da sert konuşmaktan vazgeçtiler. Nesibe’yi alacak oğlanı, yengem, sokakta görmüş belki de beğenmiş.

      “Üstü başı pek pırtık ama fena değil.” diyor. Yaşı da Nesibe’den ufak değilse büyük değilmiş. Bizimkiler düşünüyorlar. Ele güne karşı kızı çıplak yollamak da olmayacak; kırıp sarıp bir yataktakı mı, biraz bir şeyler vermeli.

      Öteberi almaya, diktirmeye de başlayacaklardı, iş yeni baştan durakladı; bizimkiler Nesibe’nin varacağı oğlanın dilenci olduğunu öğrendiler.

      Bir akşamüstü eve geldim, yengem karşıma çıktı.

      “Ben, ‘Bu işin içinde bir bityeniği var.’ demedim mi?” dedi.

      “Ne var, ne olmuş?” diye sordum.

      “Ne olacak?” dedi. “Nesibe’nin varacağı oğlan dilenci imiş!”

      “Dilenci mi, ne münasebet!” dedim.

      “Dilenci.” dedi. “Ben gördüm. Meşrutiyet Caddesinde dileniyordu. Beni tanır gibi oldu.” savuştu.

      “Nesibe’ye göstermeli!” dedim.

      “Merak etmeyin Nesibe biliyor.” dedi. “Değildir, meğildir diyor; ama ben gözlerinden anladım…”

      Nesibe’nin bile bile bir dilenciye varacağını doğrusu aklım almadı.

      Ertesi gün, bir iş için odama gelmişti, sordum.

      “Kız.” dedim. “Hani seninki satıcı idi? Herif dilenci imiş!”

      “İnanmayın Küçük Bey.” dedi. “Dilenci sanmış para vermişler, o da sevabı vardır diye almış.”

      “Sevabı vardır diye mi? Hımm!..”

      Sadaka vermenin sevap olduğunu işitmiştim ama almanın da sevap olduğunu bilmiyordum. Düşündüm, doğru buldum; vermesi sevap olunca alması da sevap olmalı.

      “Ne bileyim kızım.” dedim. “Biz dilenciliği ayıp sayarız da…”

      “Siz de sahiden dilenci sanmayın, Küçük Bey.” dedi. “Onu tanıyan baylar, bayanlar var, onların fukarasıdır. Kendi kimseden istemez. Geçen gün polisler çevirmişler de Allah razı olsun, bir delikanlı bey kurtarmış.”

      Bu kızın, bilerek isteyerek bir dilenciye varması, bizim evde ilkin hiç hoş görülmedi. Hazırlıklar da durdu. Suratlar da asıldı. Dedikodusu da günlerce sürdü ancak ne yapsalar, kızın bu herife varacağı anlaşıldığından:

      “Aman, kime varırsa varsın, başımızdan gitsin; biz de kendimize göre birini bulalım.” demeye başladılar.

      Annem:

      “Babası da kılıksız herifin biri idi. O da dilenci miydi neydi? Soysuz olmasa çocuğunu el kapısına verir miydi!” diye söylendi, bir yandan da sandığı sepeti karıştırdı, kesenin de ağzı açıldı. Hem söylendiler hem de diktiler, diktirdiler, Nesibe’yi gelin ettiler. Gitti.

      Bizim eve de her çeşitten hizmetçi kadınların biri gidip biri gelmeye başladı. Nesibe de insandır, o da kocaya