misafirini omuzundan içeriye doğru itti. Adam gelmekten vazgeçer diye acele ediyordu sanki. Bir yandan da hiç susmadan konuşuyordu.
“Sizi bizim evden uzaklaşırken görünce arkanızdan yetiştim. Kızım, siz tanıştınız herhalde Taner Bey’le.”
Son cümlesinde sinirli ses tonunu normalleştirmeye çalışıyordu ama kızına bakan gözleri şimşekler saçıyordu.
“Uzun bir süre kapıyı açmadı, takdir ettim doğrusu. Bu konuda çok dikkatli. Beni, Nermin Hanım’ın gönderdiğine zor ikna ettim kendisini. Bir de zarfı geri çevirmek istemedi sanırım. Benim de çok acelem vardı, dönmek için. Öyle olunca…”
“Tabii babacığım. Sen kimseye kapıyı açmayın diyorsun ya. Ben de iyice anlayıp dinlemeden açmadım kapıyı.”
Deniz şimşekleri dağılan bakışlarını Taner’e çevirdi.
“Kusura bakmayın Taner Bey. Kızımın da kabahati yok ki. Malumunuz…”
“Tabii efendim, ne demek.”
“Zarf diyordunuz…”
Defne kuyruğuna basılmış kedi gibi fırladı yerinden.
“Zarf burada babacığım. Annem göndermiş sana. Bak işte, sen gelene kadar buraya koymuştum.”
Ya zil birkaç saniye sonra çalsaydı… Bunu düşünmek bile istemiyordu.
Deniz, zarfın üzerinde eşinin el yazısını görünce durakladı. Bakışlarıyla zarfın üzerindeki yazıları okşarken dudağının sağ kenarı minik bir gülümsemeyle yukarı doğru kıvrıldı. Başını kaldırdığında yüzü tamamen yumuşamıştı.
“Teşekkürler Taner Bey. Bu bizim için ne kadar kıymetli bilemezsiniz. Nermin Hanım’a iletmeniz için bir mektup da ben versem size?”
“Böyle bir talimat almadım beyefendi. Uygun olacağını sanmıyorum.”
Az önce Defne’yle konuşurken gülümseyen adam babasıyla konuşurken birden duvar gibi oldu. Hareketleri gibi sözleri de çok netti ama Deniz’i tanımıyordu. O istediği bir şeyi hemen elde etmese bile kolay pes etmeyen bir adamdı. En nazik ses tonuyla ricasını yineledi.
“Siz mektubu alın lütfen. Nermin Hanım kabul etmezse imha edersiniz. Kendisiyle dört aydır doğru düzgün haberleşemiyoruz. İçinde gizli, sakıncalı herhangi bir şey de yok zaten. Bir sayfalık mektup. Biraz bekleyin rica ederim.”
Biraz geride olanları seyreden Defne şaşkındı. Babasının hiç tanımadığı bu adama yalvaracak hali yoktu ya. “O da annemi bizim kadar çok özlemiş belli ki. Ne çıkar ki mektubu anneme götürüverse bu adam. Kuralların canı cehenneme!” diye geçiriyordu içinden ama burada konuşmak ona düşmezdi.
Deniz karşısında dimdik duran adama kibarca gülümsemeyi sürdürüyordu ısrarla. Nihayet adamın sert suratı biraz dalgalandı, neredeyse yumuşar gibi oldu.
“Peki efendim. Zaten benim size bu zarfı getirmem de yeterince uygunsuzdu. Ama Nermin Hanım’a güvendiğim için ricasını kıramadım. Vereceğiniz zarfı da kendisine ileteceğim.”
Adamın tavırlarıyla sözleri arasında tezat vardı. Duruşu, bakışı sertti ama konuşmaya başlayınca bürünmeye çalıştığı kabuğun altından yumuşak bir yüz çıkıyordu ortaya. Her zaman ağırkanlı hareket eden Deniz, kendisinden beklenmeyen bir hızla ayağa kalktı ve neredeyse koşturarak üst kattaki yatak odasına çıktı. Defne ve Taner baş başa kaldılar salonun girişinde. Taner, dört aydır insan yüzüne hasret kalan Defne’ye gayet hoş görünmüştü önce. Boyu posu tamamdı ama Taner esmer bir adamdı. Defne esmer erkeklerden hoşlanmazdı aslında. Sağ gözünün de dışa doğru baktığını fark etti. Daha önce dikkat etmemişti ama şimdi şehla olduğunu görebiliyordu.
Neyse ki babası çabucak geri döndü. Elinde getirdiği kâğıdı salondaki masanın üzerine koydu. Nermin’den gelen zarfı dikkatlice açıp içindeki mektubu çıkardı. Hiç bakmadan kenara koydu. Az önce yukarıdan getirdiği kâğıdı da şöyle bir sallayarak Taner’e uzaktan gösterdi ve boşalan zarfa nazikçe yerleştirdi. Deniz bunlarla uğraşırken Taner Deniz’e bakıyordu, Defne de Taner’e.
“Yok yok… Yandan bakınca hiç olmadı bu adam, iyice varoş göründü gözüme. Gözündeki yamukluğu saymazsak pek göze batan bir sivriliği de yok aslında. Aman, nikâhıma alacak halim yok ya.”
Taner bir anda dönünce yüzündeki donuk ifadeyle yakalandı Defne. O an düşüncelerini okuyacağından korkar gibi bir şeyler söyleme ihtiyacı hissetti. Ne diyeceğini bilemediği için ikisi de öylece kalakaldı.
Taner tam gülümsüyordu ki Deniz’in yaklaştığını fark ederek ciddileşti yeniden. Başını, kapının yanındaki ayakkabılığın üzerinde duran fotoğrafa çevirdi.
“Bayağı eski bir fotoğrafmış bu,” dedi Defne’ye. “Çocuk gibisiniz bu fotoğrafta.”
Defne gülümserken babası yanlarındaydı artık. Fotoğrafa bakarak konuştu Deniz.
“Ailemiz. Bir tane de oğlum var yukarıda. Çocukların da iyi olduklarını söyleyin lütfen Nermin Hanım’a. Size çok teşekkür ederim.”
“Rica ederim,” dedi Taner, sonra başını öne eğerek resmi bir selam verdi ve geldiği gibi hızlıca çıkıp uzaklaştı.
Deniz aceleyle kapıyı kapattı, kilitledi ve sürgüyü çekti. İkisinin yüzüne de güvenli yalnızlığa kavuşmanın rahatlığı yansıdı. O anda Mert “Kim gelmiş, kim gelmiş?” diye bağırarak merdivenlerden paldır küldür aşağıya indi. Defne ile Deniz göz göze geldiler. Babası parmağını dudaklarına götürüp susmasını işaret etti. Hem Mert’in kafasını karıştırmak istemiyordu hem de çenesinden korkuyordu. Annesinden mektup geldiğini bilse ayaküstü yüzlerce soru sorardı. Kapının kapanma sesini duyan Mert yanlarındaydı artık.
“Ne oluyor burada? Kim geldi, kim gitti?” dedi boncuk gözlerini bir babasına bir ablasına çevirerek.
“Ben geldim oğlum.” Lafı geçiştirdi Deniz. “Kurallar…” derken bir yandan da Defne’ye kaş göz hareketleriyle üst katı işaret ediyordu.
Defne az önce olanlardan öyle tırsmıştı ki odasına girip bütün gün çıkmamaya razıydı. Babasının sözünü ikiletmeden arkasında Mert’le üst kata çıktı. Bu kadarcık aksiyon bile onu heyecanlandırmıştı.
Odasına girip heyecanını saklamaya çalıştı. Mert aşağıda bir şeyler olduğundan şüphelenmiş, merakla kıvranıyordu. Ablasının ardından odaya daldı ve “Gelen kimdi abla?” diye fısıldadı. Sanki ablası ile babası birlik olup kendisinden gizli bir şeyler karıştırıyorlarmış da onları yakalamış gibi kocaman açılan gözlerinin içi gülüyordu.
“Babam geldi ya oğlum. Onun kapı sesini duydun. Sen ne zannettin ki? Zaten kim gelebilir ondan başka?”
“Çocuk mu kandırıyorsunuz siz?” diye gözlerini Defne’ye dikerek üstten üstten bakmaya çalıştı Mert ama boyu ablasından kısa olduğu için böyle horozlanması Defne’yi korkutmak yerine güldürdü. Defne kaçarak ondan kurtulamayacağını anlayınca saldırıya geçmeye karar verdi.
“Ne kandırması oğlum?.. Sen sürme mi çektin gözlerine?”
“Ne sürmesi, saçmalama yine!” diyerek banyoya koştu Mert. Bir yandan aynada gözlerini incelerken bir yandan da ovuşturuyordu. Bir insan her seferinde aynı şakaya kanar mı, bu çocuk kanıyordu işte.
Küçüklüğünde Mert’i yakından gören hemen herkes, beyaz tenine tezat yaratan, kalem çekilmiş gibi doğuştan sürmeli gözlerine ve uzun siyah kirpiklerine