kıymetli, yeni almış. Güzelce katladı koydu. Yeşil, koyun yünü gibi, en en son moda. Çilek sokakta gani. Telefonuna bakıyor bir yandan. Çevrim içi. Her zaman. Hiç kapatmaz. Ama story attığında bazen en yakın arkadaşlarına özel atar. Mecburen eklediği bir dünya insan var. Özelini korumaya kararlı. Takip ettiği magazin siteleri, makyaj siteleri, ayakkabı siteleri, fanı olduğu ünlüler, yorum yaparak kendinden bir şeyler kattığını düşündüğü sosyal skandallar. İki yüz seksen karakterin hepsini kullanmadı daha. Aynen yazıyor bazen, bazen de sıkıntı yok. Kesin. Metroda müzik dinliyor, listesi geniş. Yetmişler, seksenler, doksanlar Türkçe pop. Yabancı da vardır. Ben sadece yabancı dinlerim, hatta rock…
Yenilerden, sokak müzisyenliğinden gelen çocuk, ay çok yakışıklı biz bunu Moda’da dinlemiştik, bankanın önünde. Ta o zamandan tanırım ben bunu, hatta videolarını paylaşmıştım, like’ları kapmıştım. Demiştir. Kesin. Sayfasındaki fotoğraf fotoşoplu. Başka biri neredeyse. Bunun derdi çok. Âdetleri de düzensizdir. Çocuğu olmayacak sanıyordur, kesin. Benim kızım dünya tatlısı… Diyet denedi kaç defa. Beş kilo fazlasıyla geri geldi hepsi. Kurabiye manyağı çünkü, bir de lokma, bir de pizza, bir de hamburger. Seviyor. Günlerce elma taşıdı çantasında, yedikçe iştahı açıldı. Elmanın üstüne hot çaklıt moka. Annesi yeme diyor evde. Yeme, şiştin kaldın. Sonra da çay demleyip akşam yemeğinden sonra kek, çekirdek çıkarıyordur. Elleriyle soyup meyveleri, hiç durmadan söyleniyordur. Bir kere de siz benim önüme getirin, diyordur. Dizi seyrederken silip süpürüyorlardır, babaları uyuklarken koltukta, battaniyenin altında. Soykası batasıca diyordur annesi. Gece yattığında, yarın diyordur, yemeyeceğim, sadece yoğurt ve elma. Kesin. Sabah kalkıp dolabın kapağını açtığında çabasız şıklık peşindedir, aklı yeni moda desenli taytlarda. İlk on günü atlatsa beş kilo gider hemencecik. Sonra bir beş kilo daha. İki güzel arkadaşından daha güzel salınır ortalarda. Kıçın sığmadı sandalyeye diyemez kimse, ya da dolmuşta itiştirmezler kardeşim tek kişi yerine iki kişi binmişsin diyemezler. Duymamak için kulaklıkta çıs taka çıs tak. Biskolattaseverler’e mesaj yağmış. Merak eden edene. Yanında gelen güzel kız hep aç olan. Hevesli. Çağırsam koşarak gelecek. Tombul, en çok hukuk okuyan oğlanı merak ediyor. Avukat iyi olurdu diyor içinden. Bir de çocuk. Ohhh…!
Fincanı açıyorum, yaz kızım, diyorum. Bir oğlan var, kaprisli. Seni üzecek bu. İriyarı biri var, azıcık mesafeli duruyor. O seni mutlu edecek, B harfi var adında, Burak gibi, Behzat gibi. Bu ikinci oğlan tanıdık biri, uzaktan akraba. Yanlış yerlerde arama, internetten değil, bir akraban tanıştıracak sizi. Senin kıymetini bilecek. Sen yüklerinden kurtulacaksın. Üç vakte kadar beklediğin iş haberi de gelecek. Çocuklarla bir işin var, birden çok çocuk. Etrafındalar. Bir yol çıkmış, yolun sonunda dikili bir ağaç, memleketten bir para gelecek. Bak çatı çıkmış, ev demek. Bayrağın dalgalanmış, devlette bir işin var. Tansiyonla ilgili bir sıkıntı yaşanacak. Hanende bir kalabalık, hayırlara vesile. Yıldızın düşük, nazar değiyor sana, eve gidince adaçayı yak bir tasın içinde, evi köşe bucak gezdir. Başının üstünde dolaştır. Banyo yap bu akşam, abdestini al, ellerini aç dua et. Uyumadan önce beş iki sıfır diye tekrar et içinden, para gelir. Biri, bir kadın oturmuş dua ediyor, bak açmış ellerini, annen bu, kesin. Kız, yaşlı gözleriyle bana bakıyor. Öksüzüm ben, diyor, annem ben doğarken ölmüş.
Kız kazağının kolunu yukarı doğru çekiyor. Kolunda boydan boya, vasa vana plurimum sonant yazıyor. En fazla sesi boş çanaklar çıkartır.
Hırka
Hırkamdaki topaklanmış ipe bakıyorum, örgünün bir yerinde kaçmış. Peşinde tırtıklı bir iz bırakmış. Parmağıma dolayıp biraz daha çekiştiriyorum, oysa tersini yapmam lazım biliyorum. İğne ya da tokayla alttan yakalayıp çekmem, yerine yerleştirmem lazım. Orası sanki hiç çığrından çıkmamış gibi olmalı. Bakanlar fark etmemeli. Yine de biliyorum, çekiştirip düzeltsem de izi kalacak. Hiçbir zaman eskisi gibi olmayacak. Yeni gibi durmayacak. Gibi. Oda loş, yarı açık duran pencereden hafif bir rüzgâr esiyor bana doğru. İçerinin ağır, dumanlı havasına bir parça mavi taşır gibi diyorum kendi kendime. Bir parça mavi. Gibi. Odanın havası o kadar ağır ki o hafif mavilik eriyip kayboluyor. Ben pencerenin kenarındaki koltukta bir başıma oturuyorum. Karşı apartmandaki bekâr oğlan beyaz bir şortla dolanıyor evin içinde, üstünde kırmızı bir tişört. Mutfakta bir şeyler yapıyor, müziğin sesini bütün mahalleye yetecek kadar açmış. Benim hiç yapmadığım bir şey bu. Gece gündüz başka evlerden gelen sesler doluyor evime. Eğlenen gençler, eve kız atan oğlanlar, eve oğlan atan oğlanlar. Oturduğum yer müsait. Gibi. Başkalarının hayatına bakmam kolay evden. Dışarıya çıkmaya korkuyorum. Kale kilit takılı kapım sadece gelen yemek siparişleri için açılıyor. Motosiklet sesleri benim gibi sipariş bekleyenlerin habercisi. Sanırım artık kimse evde yemek yapmıyor. Evler kek, börek, patates kızartması kokmuyor. Sadece ağır bir hava. Koltuğun yumuşak kadifesini okşuyorum. Pazartesi bugün. Dün ünlü bir yıldız ölmüş, bugün de biri ölür mü acaba? Ben mesela, televizyon açık evde, hep açık. Kanallarda yıldızın ölümü, birden hatırladıkları bir kadın ülkenin en önemli gündemi oldu bile. Oysa yalan. Gibi yapıyorlar, anlıyorum. Bugünü de kurtardılar. Geçmişte kalan birini bugünün en konuşulan insanı yaptılar. Oysa o sadece öldü. Biri diğerinden aşağı kalmamak için foto paylaşıyorlar. Onlardan biri olduğunu ilan etmek için bir fırsat. O mahalleden biri. Gibi. Onun fotoları, onun şiirleri, onun anıları… Işıklar içinde uyusun lafları. Kadife koltuğun neredeyse kıçımın şeklinin almış minderinde kımıldanıyorum. Minderin altında annemin koyduğu bebek battaniyesi, pazen. Madem duruyor, işe yarasın demişti. Madem duruyordu, ezelim o zaman, kıçımızı kurtaralım. Bebek yok nasılsa. Tahir de yok. Karşımdaki koltuk. Tahir bir sabah erkenden çekip gittiğinde onun kitapları, onun kumandası, onun terlikleri, onun ayağını uzatmayı sevdiği pufu, onun su dolu şişesi… Koltuğun üstünden arkasındaki kitaplığa bakıyorum. Yığın yığın kitapların arasında çerçeveler. Çerçeve, mavi, lamba, müzik, terlik, pencere, ışık diyorum art arda. Nefesim düzeliyor. Gibi. Çerçevelerdeki fotoğraflar tozlanmış. Açık pencereden içeri girmeye çalışan güneşi perdeyi çekerek durduruyorum. Yarısı kapalı perde içime bir ferahlık veriyor nerdeyse. Çorba kâsesine benzeyen kupamdan bir yudum alıyorum. Kahvenin içindeki viskinin tadı baskın. Kupa yakut rengi. Beraber alışverişe gittiğimizde takılıp kalmıştım kupanın önünde. Parlak sırlı dokusuna dokunmuş, okşamıştım. Almaya niyetim yoktu. Evde bir dünya kupa vardı. Halamın, iş arkadaşlarımın her yılbaşında aldıkları hiç sevmediğim kupalarla doluydu ev. En kolay hediye. Ben arardım oysa, sevecekleri bir şey buluncaya kadar arardım tek tek. Özel olsun, benden kalsın. Hatıra. Anı biriktirelim beraber. Değiştirme kartı yanında yine de. Bana gelen kupaları saklardım mutfağın en üst dolabında. Çünkü Tahir ince belli bardakta çay severdi. Ben Türk kahvesi severdim. Çifte kavrulmuş lokum yanında, ağzımın tadı yerindeydi çünkü. Yakut rengi kupayı almıştı bana, ilk defa neyi sevdiğimi bilen biriydi. İlkti. Oysa beni aldatmıştı sonradan. Benden daha güzel olmayan bir kadınla. Gözleri piramitlerden çıkan lahitlerdeki kadınların gözleri. Gibi. Telesekreterde mesajına rastlamıştım bir gün, neden bilmem, onca mesaj arasından bir tek onun sesindeki şey dikkatimi çekmişti. Hemen önceki mesaj, beni hemen ara, diyen birisiydi oysa. İkinci mesajdı. Aradım, bulamadım, önemli değil, demişti kadın. Bu kadar. Kafamı ellerimin arasına alıp oturmuştum koltuğa, o zaman rengi farklıydı, yeşildi. Yeşil koltuğun minderleri kabarık. Yeni. Akşam eve geldiğinde yüzüne bakmıştım uzun uzun, belki anlatır bana diye korkmuştum. Anlatmadı. Ben de sormadım. Ölesiye korkuyordum. Kalbim güp güp atıyordu. Mutfakta uzun kalmıştım yemekten sonra. Gözlerim dolup dolup boşalıyordu. Boğazımda bir tıkanıklık. Koridorda durup bakmıştım sonra, demli bir çay götürmüştüm. Tutup elimi öpmüştü. Sağlık,