tantanasız, medyasız başlayan ilk dersimizde bunları konuşmuştuk.
“Atölye” adına yaraşır bir çalışmayla ikinci haftadan sonra üretmeye başladık. Sadece yazıp bırakmadık. Bir yandan yeni ürünler ortaya koyarken bir yandan da düzeltmeler yaptık. Defalarca silip yeni baştan yazdıklarımız oldu. Bıkmadık, yorulmadık. Ortaya “benim” diyebileceğimiz yeni bir eser koyabilme, edebiyat dünyasında yeni bir iz bırakabilme heyecanıyla çalıştık. Zorunlu sebeplerle ayrılanlar oldu. Çalışmaların yoğunluğuna dayanamayıp geride kalanlar oldu. Bunlar doğaldı, olacaktı. Biz, ilk derste belirlediğimiz, benimsediğimiz hedefler doğrultusunda yola devam ettik.
Yazdığımız hikâye ve şiirleri, başta Avrasya Yazarlar Birliği Edebiyat Akademisi sitesi olmak üzere çeşitli internet sitelerinde ve edebiyat dergilerinde yayınladık. Alıntı yapılmak suretiyle ürünlerimiz, varlığından bile haberdâr olmadığımız farklı edebiyat sitelerine konuk gitti. Türk dünyasının uzak köşelerine kadar ulaşan ürünlerimiz oldu. Küçümsenemeyecek bir okuyucu kitlemiz oluştu. Katılımcılarımızdan, geleneksel şiir günlerine çağrılanlar bile oldu.
“Kardeş Hikâyeler Kardeş Şiirler” kitabı, Avrasya Yazarlar Birliği Edebiyat Akademisi Hikâye ve Şiir Atölyesi’nde ürettiğimiz hikâye ve şiirlerin yalnızca bir kısmından oluşmaktadır. Zevkle ve ilgiyle okunacağını umuyoruz.
“Kardeş Hikâyeler Kardeş Şiirler” adı, kitapta ürünü bulunan arkadaşlarımızın otuzdan fazla teklifi içinden, yine kendilerince iki gerekçeyle seçildi. Gerekçelerden biri; kitaba giren hikâye ve şiirlerden hemen hepsinde çeşitli ortak konular işlenmişti. Farklı kişiler tarafından yazılsa da konu ortaklığından dolayı hikâyeler ve şiirler kardeşti. İkinci gerekçe; “Kardeş Hikâyeler Kardeş Şiirler” adı; Avrasya Yazarlar Birliği’nin çıkardığı ve 39. sayısından itibaren “Türkiye’nin ilk sesli dergisi” olan, önemli ödüller kazanmış “Kardeş Kalemler” dergisini çağrıştırıyordu. Avrasya’nın ortak edebiyat dergisi “Kardeş Kalemler”in yanına “Kardeş Hikâyeler Kardeş Şiirler” kitabı yakışacaktı.
Katılımcı arkadaşlarımız arasında üniversite öğrencileri, öğretmenler, memurlar ve emekliler vardı. Atölye çalışmalarımıza komşu bir ilden devam eden arkadaşımız bile vardı. Günlük işlerimizi aksatma pahasına çalıştık; ısrarla, inatla, inançla yazdık ve yazarlıkta yol aldık. Her hafta büyük yuvarlak masamızın başında sadece yazmayı değil; değerlendirmeyi, eleştirmeyi, eleştiriye tahammül etmeyi de öğrendik. İyiyi kötüden, doğruyu yanlıştan, güzeli çirkinden ayırırken yıkıcı değil; yapıcı olmayı da öğrendik. Ya da zaten biliyorduk da bunları, iyiden iyiye pekiştirdik.
Özverili çalışmalarından dolayı katılımcı arkadaşlarıma teşekkürlerimi sunuyor, yakın bir gelecekte dördünden, daha sonra da hepsinden imzalı kitaplar beklediğimi bildiriyorum. Ayrıca, bize rahat bir çalışma ortamı hazırlayan ve kısa sürede ortak kitabımız Kardeş Hikâyeler Kardeş Şiirler’in basımını sağlayan Avrasya Yazarlar Birliğinin değerli başkanı Yakup Deliömeroğlu’na, ufuk açıcı destek ve değerlendirmelerinden dolayı muhterem hocam Ali Akbaş’a, destek sohbetlerimize katılarak bizleri onurlandıran değerli bilim, sanat, kültür adamlarımıza sonsuz teşekkürlerimi sunuyorum.
AHMET KURT
30 Aralık 1959’da Kastamonu ili Araç ilçesi Mendik köyünde doğdu. İlkokulu köyünde, ortaokulu Boyalı’da bitirdi. 1980’de Çankırı Sağlık Meslek Lisesi’nden mezun oldu. Gaziantep ve Kırklareli’nde üç yıl sağlık memurluğu yaptı. Ankara Gevher Nesibe Sağlık Eğitim Enstitüsü’nü bitirerek 1988’de Bayburt Sağlık Meslek Lisesi’ne öğretmen olarak atandı. 1990’da Çankırı Sağlık Meslek Lisesi’ne kurucu Okul Müdürü olarak tayin edildi. Çankırı’nın muhtelif yerlerinde Sağlık Bakanlığı’na bağlı okul ve kurumlarda idareci olarak çalıştı. Çankırı Gazi Sağlık Meslek Lisesi’nde meslek dersleri öğretmeniyken 2010’da emekli oldu. “Ateşin Gözüne Yaksam Ateşi” adlı bir şiir kitabı vardır. Avrasya Yazarlar Birliği Edebiyat Akademisi atölye çalışmalarına katıldıktan sonra hikâyeler de yazmaya başladı. Hâlen Çankırı Yazarlar ve Sanatçılar Derneği (ÇAYASAD) yönetim kurulu başkanıdır.
HİKÂYE:
Bir Okul Hatırası
Analiz Cafer
Dönüş
Salıncak
ŞİİR:
Hıçkırık Bestesi
Çapraz Zamanlar
Vicdan Dehlizlerim
BİR OKUL HATIRASI
“Akşam etütlerinde solfej çalışamadım baba.” dedi telefonda. “Yurt binası beton olduğu için etüt salonu ve yatakhanelerde çalışırken sesler yankı yapıyor. Arkadaşlarım rahatsız olmasın diye yeterince çalışamadım ve muhtemelen sözlüden düşük not aldım.” diyerek devam etti sözlerine. Sonra sesi ağlamaklı oldu, titredi ses telleri; ama babasının telefonun öbür ucunda olduğunu düşünerek onun rahatsızlığını, en ufak bir duygusal yoğunlukta zaten hasta olan kalbinin etkilenebileceğini hatırladı. Ona hiçbir şey hissettirmemeye çalışarak kendisine verdiği teselli ve öğütleri sabırla dinledikten sonra kapattığı telefonu mübarek bir bayram sabahında babasının elini öper gibi saygıyla öptü. Elindeki makineyi çevirdi onun elinin içine bakar gibi. Metal aksamında kendi çocuksu yüzünü gördü. Sakalsız, daha bıyıkları bile terlememiş yüzünü… O yüz yavaş yavaş evde bıraktığı, üç aydır görmediği altı yaşındaki kardeşinin yüzüyle yer değiştirmeye başladı. Önce yüzü, kaşları, kirpikleri kardeşi olmaya başlıyordu. Özlemleri sınır tanımaz hâle geliyordu. Her gördüğüne sadaka dağıtan hayırsever misali, cep telefonunun metal kısmıyla ona da bir öpücük gönderdi sanki gözlerinin içine bakarak. Sonra birden afalladı. Aklı başına geldi. Bakındı etrafına, bir gören oldu mu diye telaşlanarak yaptıklarından mahcup… Rahatladı, kimsenin olmadığını görünce.
Dursun; Kastamonu’nun, şehir merkezine başka bir il kadar uzak Boyalı köyünden tesadüfen OKS’yi kazanarak Çankırı’da Güzel Sanatlar Lisesi’ne başlamıştı. Pansiyonda parasız, yatılı olarak kalıyordu. On beş, on altı yaşlarında ufak tefek, çelimsiz bir öğrenciydi. Çelimsizliğiyle doğru orantılı olarak duygusal yönü ağır basar, kahırlı Anadolu türkülerini her cümlesi ve tınısıyla özümseyerek hissederek söylerdi. Hele de yanık Kafkas ve Azeri nağmelerini dillendirirken yaşadığı yürek coşkunluğuyla nerdeyse kendinden geçerdi.
Daha okulun ikinci yılında olmasına rağmen bağlama çalmayı iyice bellemiş, herkes “Gelin Ayşe” türküleriyle vakit doldururken o sazına; “Ah ölmeden bir görseydim, varabilsem toprağına” dedirtecek kadar ustalığını ilerletmişti.
“Bizden eserler çalacağım.” Ne olursa olsun, müziğin hangi türü olursa olsun; ama seslendirdiğim eserler hep bizden olacak, bizi anlatacak.” Bunu ona okulunda çok sevdiği müzik öğretmeni öğütlemişti. Garip bir tesadüf eseri babası da askerliğini mızıka onbaşısı olarak yaptığından bu mesleğe sıcak bakıyordu. Yetiştiği coğrafyanın gereği, herkes onu davulcu, zurnacı mı olacak diye nerdeyse alaya alırken genel kanaatin aksine köylü babası ona “Oğlum madem puanın o okula girmene yetiyor, gir öyleyse, orada oku. Demek ki kısmetin bu yoldaymış.” diye hep destek vermişti. Müzik öğretmeni de “Yaptığın ayıp bir şey değil